Hep beraber günlerdir ‘süreç’le yatıp, ‘süreç’le kalkıyoruz…

E hadi o zaman hep beraber kısa bir ‘süreç’ değerlendirmesi yapalım…

Aman ‘süreç’ zarar görmesin, aman ‘sürece’ uygun davranalım, aman ‘sürece’ destek olalım…

Aman, aman, aman…

Elbette destek olalım…

Elbette umutlu olalım…

Elbette Kürt Sorunu’nu çözme amacıyla başlanmış her girişimin (her ne kadar Başbakan ve arkadaşları ısrarla ‘teröre çözüm’ dese de) bütün kaygılarımıza, güvensizliklerimize rağmen kimden gelirse gelsin yanında olmalıyız.

Peki bu sürecin işleyişine, yürütülüşüne, gidişatına dair hiçbir şey söyleyemeyecek miyiz?

Kendimizi dev aynasında görüp ukalalık yapmayalım, üzerimize vazife olmayan, bize laf düşmeyen bazı konularda haddimizi bilelim ama bizim de bazı önerilerimiz olamaz mı?

Başbakan ve arkadaşlarının benmerkezciliğine itirazımız olmayacak mı?

Akil insanlar heyetinde İsmail Beşikçi gibi isimler yok iken, listedeki isimlerin bir kısmını nefret söylemi içeren yayınlar ile hedef gösteren Yeni Akit Gazetesi’nin Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya’nın varlığına itiraz etmeyecek miyiz?

Alevilerin adının anılmamasına, azınlıkların geç hatırlanmasına, devrilen çamların sonradan kaldırılmasına dikkat çekmeyecek miyiz?

Kuvayi Milliyeler, Misakı Milliler, İslam bayraklarına (her ne kadar sürecin önünü açmak, bazı kesimlerin gönlünü kazanmak için sallanıyor olsa da) hassasiyet göstermek neden kötü olsun?

Siz asıl milliyetçi, inkarcı, savaş yanlısı hassasiyetlerden rahatsız olun.

Bunları eleştirmek, daha dikkatli, daha özenli, daha kapsayıcı bir süreç işletilmesini talep etmek neden sürece karşı olmak gibi değerlendirilsin?

Sürece karşı olanlar, ‘barış’ kelimesini duyunca tüyleri diken diken olanlar, kandan beslenenler belli zaten…

Ancak, kendilerini her zamanki gibi en bi demokrat, en bi özgürlükçü, en bi barışçı, en en en bi şiddet karşıtı ilan edenler en küçük eleştiri getirenin lafını ağzını tıkamaya başladı yine.

Kraldan fazla kralcılar, iktidarın otoriter uygulamalarına meşruiyet alanı yaratıcıları yine işbaşında.

Bu süreç boyunca hepimiz sus pus olup oturacak mıyız?

Sanki sürecin sonu belli, eski Yeşilçam filmlerindeki gibi…

Gazozlarımızı açıp izleyelim süreci...

Hep beraber sarmaş dolaş olup ağlaşacak, güzel mutlu günlere elele yürüyeceğiz nasıl olsa...

Halbuki BDP Eş Genel Başkanı Sayın Gültan Kışanak da 'kaygılar haklıdır, ama süreci tıkamamalıdır' diyor.

Gelen eleştiri ve öneriler doğrultusunda sürecin aksaklıkları tamir ediliyor.

Öcalan’dan BDP’ye, KCK’ye Kürt hareketinin tüm unsurları bu sürece herkesin katılması, eleştiri ve önerilerini ortaya koyması gerektiğini söylüyor.

Herkesin susmasını isteyen bir Başbakan var, bir de onun dalkavukları.

Bir yandan ‘barış süreci’ yürütülüyor, bir yandan medyada susturulan seslere yenileri ekleniyor.

İktidarın susturamadıklarını da sözde muhalifler susturma gayreti içinde.

Görevleri muhalefete muhalefet olanlar hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Her daim üzerinde tepinecek bir muhalif grup ya da kişiyi ortalarına çekiyorlar.

Bırakın sözü olan konuşsun…

Bırakın derdi olan haykırsın…

Bırakın kuşkusu olan söylensin…

Bırakın yarası olan göstersin…

Bırakın güvenmeyen itiraz etsin…

Sürecin önünü tıkamadıktan, savaştan yana olmadıktan, halklarımızın daha özgür, daha eşit, daha mutlu bir geleceğini savunduktan sonra herkes fikrini söylesin.

Söylesin ki süreç gerçek bir BARIŞ SÜRECİ olsun.

Sadece Başbakan ve arkadaşları söyleyip eyleyecekse bu süreç ne süreci diye sormazlar mı?

‘Barış süreci’ mi dediniz?

Evet, ama yetmez!