2009’da başlayan “Açılım Süreci“ ilk başladığında konuya dair devletin akıl yürütmesiyle ilgili bir yazıda şunları yazmışız:

“Tam anlamıyla demokratik bir çözüm, belli bir ölçüde iktidar kaybını ifade ederken; tam çözümsüzlük ise toplumsal ve uluslararası boyutlarda artık taşınamaz noktadadır. O halde kültürel ve ekonomik adımlarla meseleyi “idare etmek”, “çözüyormuş” gibi yapmak ve her iki durumun maliyetlerini indirerek getirilerini elde etmek en doğru stratejidir... Gündelik hayatın tüm fiillerinde “–miş gibi yapmakla” da bu amaçlanır zaten: maliyetleri-dezavantajları bertaraf etmek, getirilerini-avantajları elde etmek...“

Aradan geçen 6 yıllık süre, devletin “barışıyormuş gibi" yapmaya denk düşen pratikleriyle geçiştirildi.

Hem açılımın, hem de AKP’nin Davutoğlu‘nun bakanlığıyla başlayan dış politikadaki Ortadoğu yönelimli kaymanın ardındaki dışsal temel faktörün, İran-ABD savaşı ihtimali olduğunu da eklemek gerekiyor:

Kapitalizmin bölgede kendisi ve aynı çizgideki Müslüman Kardeşler üzerinden yayılması çerçevesinde konumlanmış olan AKP hükümeti; olası bir İran-ABD savaşında, hem PKK’nin İran tarafında konumlanmaması, hem de İran karşısında ABD tarafında yer aldığında kendisi gibi tarikatçı-kapitalist olan Barzani ile aralarında pürüz kalmaması bağlamında elinin rahat olması için açılımı uygulanabilir bir enstrüman olarak gördü. (Öte yandan bu sayfadaki ilk yazılarımızdan birinde de ifade ettiğimiz üzere, açılımın kendisi Kürdistan coğrafyasının kapitalizme entegrasyonunu da hedefliyordu.)

Nihayetinde, bölgede İran-Şii hattı karşısındaki liderlik hayalini kurduğu Sünni blok içinde alanının geniş olması için Kürtleri yeniden Osmanlı toplumsal sistematiği içinde konumlandırması gerekiyordu.

Ayrıca NATO ve ABD de, Ergenekon operasyonlarıyla küçültüp yeniden yapılandırmak istediği TSK’nın bu yönde şekillendirilmesi için Kürtlerle olan savaştan arındırılması yönünde hem fikirdi.

Ancak, gerek oyun teorisini bilenlerin, gerekse de Obama-Demokrat Parti yönetimini tanıyanların ve ABD ordusunun Irak Savaşı’ndan edindiği deneyimin farkında olanların beklediği üzere İran savaşı çıkmadı ve nükleer müzakereler uzlaşıyla sonuçlandı.

Obama’nın son 1 ay içerisinde başardığı/ gerçekleştirdiği 3 hususa kapitalizmin alan genişletme derdi çervesinde bakılacak olursa, biraz daha berraklaşabilir son gelişmeler:

İran’la müzakelerin başarıyla sonuçlanmasının ardından Küba ile tekrar diplomatik ilişkiler başlatıldı. Ardından Obama Afrika ziyaretine çıktı. Küba, İran ve Afrika, kapitalizmin yer yüzünde girmediği son dört temel alandan üçünü teşkil ediyor. (Diğeri Kuzey Kore)

Müslüman Kardeşler ve onun çizgisini paylaşan AKP güdümlü Sünnitist Siyasal İslamcı hareketin, kapitalizme entegrasyonda başarısız olması ve kendisine bu çervcevede verilen siyasal ve ekonomik desteği kötüye kullanmış olması, hatta özelikle son 1 yılda İŞİD üzerinden karşı saldırılara girişmesi, kapitalist güç merkezlerinde Ortadoğu’daki alan genişletme hedefinin yeni ortakları olarak İran’ı gündeme getirdi.

Yani, kapitalizmin şimdi Ortadoğu’da İran ve Şii hattı ve Kürtlerle işbirliği üzerinden yayılması denenecek. Keza etki alanı genişlemiş ve sisteme entegre ılımlı bir İran, cihadist Sünnitist Siyasal İslam’a karşı da işlev görebilir.

Bu da Erdoğan ve AKP’nin kapitalist sistem açısından misyonunu doldurduğu, daha doğrusu yerine getiremediği için işlevsiz kalması manasına geliyor.

Erdoğan’ın ve AKP’nin, İran savaşı ihtimali üzerine kurduğu açılım sürecini bitirdiğini ilan etmesi, PKK ve daha önce Esad’a yanaşmasınlar diye Öcalan’dan yardım dilediği Suriye’deki Kürtlerle savaşa girişmesi; kendisini işlevsiz kılan İranla sistemin barışması temelindeki bu yeni sürece karşı hamlesini ifade ediyor.

Bu çerçevede, NATO’nun ve ABD’nin İŞİD’le savaşmaya zorladığı (yani tükürdüğünü yalattığı) AKP’nin Kürtlerle savaşına açıkça destek vermemesi, kısmen eleştirmesi ama açıktan da karşı çıkmaması, Erdoğan’ın kendi kendine girdiği tuzağı sadece izlemek manasına gelmiyor sadece. Aynı zamanda, şimdilik kapitalist olmayan PKK’nin bu yeni sürece direncini kırması açısından da işlevsel görülmektedir.

Fakat nihai olarak, Türkiye, ordusunun profesyonelleştirilebilmesi ve bölgenin kapitalizme açılmasının önünde engel olmayıp katalizör görevi görebilmesi için, AKP olsa da olmasa da PKK ile barış görüşmelerini nihayetlendirmek zorunda.

Özetle, barışıyormuş gibi yapmanın ve Siyasal İslamcılığın miadı içerde de dışarda da doldu. Son çabalarının faydasız olduğunu gören Erdoğan son anda yine çark edebilir. Belki de bu çarktan ve umut ettiği erken seçim öncesinde karşı tarafı zayıflatma umuduyla böylesine saldırgandır?

Mesela Suruç katliamının olduğu gün, daha önce hakaret ettiği KKTC Cumhurbaşkanı ile birlikeydi ve ülkenin adı da daha öncesinde çok karşı çıktığı şekilde “Birleşik Kıbrıs Fedarasyonu“ şeklinde değişti.

O nedenle PKK’nin barıştan yana diretmesi ve sadece meşru savunma düzeyinde kalıp saldırılara girişmemesi, kendisi açısından ve barışın daha köklü gelmesi açısından daha karlı imkanlar sunuyor.