Bugün, Türkiye’de tanımı üzerinden en çok tartışmaların yaşandığı kavram/kelimelerden biri oldu barış. Geçmişten beri farklı politik yapılar barışa dair farklı tanımlar kullanmış olsalar da bugün için durum çok daha farklıdır. “Ülkeye barış gelsin”, “Türkiye’ye barış neden gelmiyor”, “barış istiyorum” demenin nerede ise suç sayıldığı, herhangi bir “terör örgütü” elamanı olmakla eş tutulduğu bir zaman dilimi içinde geçiyoruz. Türkiye’de barışa dair bu kadar farklı tutumlar daha önce oldu mu bilmiyorum, içinde geçtiğimiz zaman dilimi içinde barışa dair algı üzerinden insanlar arasında âdete bir uçurum oluştu.

Oysa Kemalist Cumhuriyet nerede ise bir asırdır; “yurtta barış, cihanda barış” diye bir söylem ile kendisini ifade ediyordu. Ne değişti de şimdi bu kadar ciddi bir barış karşıtlığı oluştu. Her defasında sokakta ellerinde mikrofonlar ile trt’nin muhabirleri insanlara sorduklarında, her defasında nerede ise istisnasız; “elbette barış, ne demek başka bir şey olabilir mi?” diyenler şimdi, “ne barışı?”, “kimin barışı”, “kime barış?” diyorlar.

Ve daha da ötesi bir barış mitinginde onlarca insan korkunç bir katliam ile yaşamlarını yitirdiklerinde bile; “su testisi suyolunda kırılır” algısı ile değerlendirmelere gidebiliyorlar. Böylesi bir yaklaşım içinde olmayanların çokluğu ise toplumsal hayat için oldukça ciddi bir endişe nedeni. Ne oldu da şimdi bu kadar ciddi bir barış karşıtı durum oluştu? Aslında cevabı çok kolay; Türkiye’de ilk defa toplumsal bir kesim barışı talep etmenin ötesinde bunu gerçekleştirebilecek bir güce sahip. İlk kez Türkiye’de farklı toplumsal kesimler bir arada özgürce yaşama iradesi gösteriyorlar. Oyda Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar “yurtta barış, cihanda barış” gibi bir söylem ile kendisini ifade etse de her zaman toplumsal kesimleri çatıştırmak ve bu şekilde ayrışmalarını sağlayarak kendi iktidarını sürdürdü. Bir yerde iktidara gelen bütün partiler bunu yaptılar.

Geçmişten günümüze devletin çeşitli toplumsal kesimler üzerindeki şiddeti hiçbir zaman bitmedi. Her şeyi ırkçı, militer bir teklik içinde yürütmek istediler. Öylesi bir durumda da barış talep etmek hiç de önemli değildi. Çünkü devlet/iktidar için bir tehlike arz etmiyordu. Oysa bugün Kürt Özgürlük Hareketi ekseninde gelişen ciddi bir politik yapı toplumsal barışı talep ediyor, talep etmekle de kalmıyor bunu gerçekleştirmek için ciddi bir çaba içinde. 7 Haziran seçimlerinde bunun nasıl bir durum olduğunu gördük. Devlet/AKP/İktidarın bütün baskı ve de şiddetine rağmen milyonlarca insan kendilerinin barış umutlarını/başka bir yaşam ideallerini buluşturdular. Bu buluşmada Kürt, Alevi, Türk, Sünni, Ermeni, Çerkez, Ateist, Rum, Arap, Süryani…

Bütün “öteki” ve de “farklı” olanlar birbirlerine benzeme zorunda olmadan, kendi farklılıklarını koruyarak bir arada durulabileceğini gösterdiler. İşte temel sorunda burada başladı; kendisini şiddet ve ayrıştırma üzerinden kuran Türkiye Cumhuriyeti ve de şimdi iktidarda olan AKP korkunç bir saldırıya geçti. 20 Temmuz Suruç katliamı ile birlikte bu süreç başladı, gerillaya dönük operasyonlar ile devam etti, daha sonra kentler kuşatıldı, sokaklara çıkmak yasak edildi, 10 Ekim’de Ankara’da büyük katliam ile devam etti. Bütün bu şiddeti salt Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayalleri, AKP’nin mutlak iktidarının devamı üzerinden okumak eksik olacaktır.

Elbette Tayyip Erdoğan ve de AKP bütün bu şiddetin odağında var, barajı geçen bir HDP bunların hayallerini başlarına yıktı. Ancak bunun kadar önemli olan diğer bir şey de; bu ülkede her şey AKP/Recep Tayyip Erdoğan’dan ibaret değildir. Devletin bir sürekliliği vardı, iktidarlar değişse de bu yaklaşım değişmedi. O da Türkiye Cumhuriyeti devletinin ırkçı/militer bir karakterde olmasıdır. Bu yapı hiçbir zaman değişmedi. Halklar ve de inançlar hiçbir şekilde bir araya gelmemeliydi. Birlikte ortak, eşit, özgür bir ülke hayali içinde olmamalıydı. Ancak artık bir buluşma gerçekleşti, annesi babası AKP’li, CHP’li ve hatta MHP’li olan özellikle de kadınlar ve de gençler HDP dediler ve de demeye de devam ediyorlar.

7 Haziran bu anlamıyla klasik bir seçim olmadı, salt sandığa gidip oy atmış olmaya indirgenmemelidir. 7 Haziran’da bu ülkede yaşayan halkların ve de inançların ve de gençlerin, kadınların devletin o tekçi/ırkçı militer yapısı dışında başka bir hayaller –barış- olduğunu da gösterdi. Bunu gören devlet/iktidar/AKP/RTE bütün şiddeti ile buna yöneldiler. Bu ülkede umut etmek, talep etmek, gerçekleştirmek sadece ve sadece iktidar sahiplerine has bir tutumdu. Yaşanan değişim ve de gelişmeleri gerileterek aynı noktaya getirmek istiyorlar. Ancak bu kez başaramayacaklar, bütün “ötekiler”, bir arada durmanın nasıl bir mutluluk yaşattığını 7 Haziran’da yaşadılar. Sahip oldukları bu mutluluk ile barış talep etmenin ötesine geçtiler. Bedeli çok ağır olsa da BARIŞ MUTLAKA BU ÜLKEYE GELECEK diyorlar.

Çünkü bizlerin barış borcu var; Uğur Özkan, Kasım Deprem, Hatice Ezgi Sadet, Cemil Yıldız, Çağdaş Aydın, Nazlı Akyürek, Ferdane Ece Dinç, Mücahit Erol, Murat Yurtgül, Emrullah Akhamur, İsmet Şeker, Okan Pirinç, Nartan Kılıç, Ferdane Kılıç, Serhat Devrim, Mert Ali Barutçu, Erdal Bozkurt, Süleyman Aksu, Koray Çapoğlu, Cebrail Günebakan, Veysel Özdemir, Nazegül Boyraz, Alper Sapan, Alican Vural, Osman Çiçek, Dilek Bozkurt, Büşra Mete, Yunus Emre Şen, Ayda Ezgi Şalcı, Mehmet Ali Varol, Hakan Dursun Akalın, Ersin Adsız, Ayşe Deniz, Fatma Esen…