Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB), politika faizini 100 baz puan daha indirerek yüzde 12’ye çekmesiyle birlikte tüketicinin banka kredi faizlerine yönelik de indirim beklentisi arttı.

Fakat Merkez Bankası’nın yüzde 12’ye çektiği politika faiz oranı, aynı doğrultuda tüketiciye yansımadı.

Geçtiğimiz günlerde İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran yaptığı bir açıklamayla bankaların ekonomi modelini baltalayan aktörler gibi gösterilmesine tepki gösterdi. Ve “Yani bankaları hedef tahtası yapıp ‘Bak ben yüzde 9’a indirdim, kredi vermeyen onlar’ demek kolaycılık” dedi.

2. Finansın Geleceği Zirvesi'nde konuşan Aran, Merkez Bankası’nın getirdiği düzenlemeler nedeniyle bankacılık sektörünün ‘yeni ekonomi modeli’nin desteklediği sektörleri bile destekleyemeyecek duruma geldiğini söyledi.

‘’Şunu gördük ki alınan kararlarla beraber artık biz, ekonomi modelinin desteklediği sektörleri bile destekleyemeyecek noktaya geldik. Faiz oranlarının inmesi ne açıdan size yarar? Krediye daha ucuza erişebiliyorsanız, eğer kredinin fiyatlaması ucuzlamasına rağmen krediye erişim güçleşiyorsa bunun kimseye bir faydası yoktur.”

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Hepşen, yapılan bu açıklamaya katılıyor.

Hepşen, her ne kadar döviz mevduat tarafına geçiş olacağına dair bir korku ya da stok tarafına yönelim endişesi olsa da reel sektörün finansmana ihtiyacının mutlak bir şekilde karşılanması gerektiği düşüncesinde.

‘’Daha önce Nisan 2022’de krediler zorunlu karşılık kapsamına alındı. Bu şu anlama geliyor; o dönemlerde Türk Lirası cinsinden ticari nitelikteki nakdi kredilere yüzde 10 düzeyinde zorunlu karşılık oranı uygulaması söz konusu oldu. Kastedilen mevduat kabul eden bankaların bu mevduatlara karşılık olarak Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda oldukları mevduatın oranı. Ve buradaki oran da MB tarafından belirleniyor. Sonra bu haziranda önce yüzde 26 sonra yüzde 30’a çıkarıldı. Burada amaç makro ihtiyati önlemler. Bu bankaların kredi vermede daha seçici, daha özenli, hatta bazen de vermemeyi tercih ettiği bir ortamı da öne çıkarttı. Çünkü daha maliyetli hale geldi. Eski yıllarda bunun örneklerini gördük. Şu anda enflasyonun çok daha altında faiz oranları söz konusu malum. Faiz oranları yüzde 20’lerde. Sanırım enflasyonun çok daha altında düşük faizle bir krediye ulaşılması durumunda stokçuluğa bir yönelim olur mu diye endişe ediliyor. Şirket idarecilerinin, ortaklarının ucuz finansmana erişmek ile birlikte bunu özellikle döviz mevduat ya da şahsi mal varlığı ediniminde de kullandığını görmüştük daha önce. Bu nedenle makroihtiyati tedbir uygulandı.‘’

''GÜNLÜK TİCARİ FAALİYETLERİN DEVAMI İÇİN ONLARI BESLEYEN BİR KREDİ MEKANİZMASINA İHTİYAÇ VAR''

Prof. Dr. Ali Hepşen, bankaların kredi vermesinin daha zor ve maaliyetli hale gelmesinden ötürü ticari şirketlerin günlük ticari işleri ilerletememesinin ülke ekonomisine zararlarının daha büyük olacağı kanısında. 

Bu durumun sürdürülebilir olduğunu düşünmüyor Prof. Dr. Ali Hepşen. O nedenle ilerleyen zamanlarda banka kredilerinde sınır kontrollerinin gevşemesinin söz konusu olabileceğini öngörüyor.

‘’Türkiye’de ağustos ayı istatistiklerine göre toplam KOBİ kredilerinin yaklaşık yüzde 32’sini mikro işletmeler kullanmış, yüzde 34’ünü küçük işletmeler, yüzde 34’ünü de orta büyüklükteki işletmeler kullanmış. Dolayısıyla burada küçük işletmelerin krediye olan bağlılığı artık bir gerçek. O nedenle de günlük ticari faaliyetlerin devamını sağlayabilmek için onları besleyen bir kredi mekanizmasına ihtiyaç var. Bundan sonrası böyle gitmediği için sıkıntı, sürekli bir can suyu olması gerekiyor. Çünkü Türkiye’de yaklaşık bir milyon firmanın yabancı kaynaklarının neredeyse yüzde 40’ı banka kredisi. Belki enflasyondaki düşüş beklenebilir ama bu da zaman alır. Fakat bu yapı da mevcut haliyle sürdürülemez.’’

Ucuz krediyi herkes almak istiyor. Ama bankalar düşük kredilerin uzun vadede karını döndüremeyeceğini düşünüyor. Çünkü olası iktidar değişiminde olağan politikalara geçilip, enflasyon hedeflenerek faizler yukarı çıkarıldığında, bankalar bu kredilerden zarar edecek. Yani bankalar iktidarın aldığı kararların seçimlere kadar olduğunun farkında

Euronews'ten Dilek Gül’ün haberine göre, Ekonomist Dr. Murat Kubilay ise bankaların ihtiyatlı bir şekilde kredi sunmasının altında bankaların kendilerini garanti altına alma ihtiyacı yattığını ifade ediyor.

‘’Normal şartlarda faizler düştüğünde kredi talebinin artması ve bankaların da bu kredileri sağlaması gerekiyor. Fakat eş zamanlı krediler arttırılırsa ekonomideki güven eksikliğinden ve de Türk Lirası'ndaki değerin korunacağına dair güvenin oluşturulamamasından ötürü krediler ticari faaliyetler sonunda dövize gidiyor. Bu da kurda yukarı yönlü baskı yapıyor. Dolayısıyla BDDK kredi kullanımına yönelik çeşitli sıkılaştırmalar alıyor. Kredilerin günlük tüketimden ziyade ticarilere ya da yatırımlara gitmesini istiyor. Tabi böyle olunca da bu ucuz krediyi herkes almak istiyor. Ama bankalar düşük kredilerin uzun vadede karını döndüremeyeceğini düşünüyor. Çünkü olası iktidar değişiminde olağan politikalara geçilip, enflasyon hedeflenerek faizler yukarı çıkarıldığında bankalar bu kredilerden zarar edecek. Hatta bu esnada ucuz kredi kullanarak ayakta kalabilen bazı firmalar da iflas edecekler. Verilen kredilerde de bir batık oluşacak. Haliyle bankalar da bu esnada çok fazla kredi vermek istemiyorlar. Bunu seçime kadar götürmeye çalışacaklar. Vatandaşın krediye ulaşamadığını devlet de kabul ediyor. Bankalar iktidarın aldığı kararların seçimlere kadar olduğunun farkında.‘’

Uzun vadede faizin yukarı çıkacağına dair devlet dahil herkes kanaat getirmişken bankaları böyle ucuz bir şekilde kamuyu finanse etmek için kullanırsanız bankalar zarar eder.Bankalar kaybedince tüm topluma kalır bu yük.

Ekonomist Dr. Murat Kubilay, halihazırda yaşanılan atmosferin suni bir şekilde faizlerin indirilmesinden kaynaklı olduğunu dile getiriyor.

Buna karşı bankaların direnç göstermek zorunda kaldığını anlatan Kubilay, BDDK düzenlemelerinin de sıkıntılı olduğundan bahsediyor.

‘’Şimdiki politikaların yansımasını uzun vadede göreceğiz. Bankalar devlet tahlillerini yüzde 10 civarında satın alıyorlar. Dolayısıyla uzun vadede faizin yukarı çıkacağına dair devlet dahil herkes kanaat getirmişken bankaları böyle ucuz bir şekilde kamuyu finanse etmek için kullanırsanız bankalar zarar eder. Bankaların şuanda yaşadıkları bahar dönemi de feci şekilde sonlanır. Bankalar kaybedince tüm topluma kalır bu yük. Bizim 2000-2002 yıllarında yaşadığımız bankacılık şokları geri gelebilir. Kolay kredi olması için maaliyetin düşmesi gerekir, ülkedeki enflasyon ve risk birimi bu kadar yüksekken bu mümkün değil. Şimdiki uygulamalar da en fazla seçime kadar. Bunun da olumsuz etkilerini önlemek için Merkez Bankası rezervleri satılır.‘’

KGF kredisi ile, gerçekten ihtiyacı olup bankacılık sektöründen, finans sektöründen para almakda zorlanan, önünde birçok engeli olan firmalara kolaylık sağlayacağız.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise yeni bir paketin yolda olduğunu açıkladı. Bakan Nebati açıklamasında, "Kredilerin doğru yerlere kanalize olması için hazırlıklarımızı bitirecek şekle gelmiş durumdayız" dedi.

"Hazırlamış olduğumuz KGF kredisi ile, gerçekten ihtiyacı olup bankacılık sektöründen, finans sektöründen para almakta zorlanan, önünde birçok engeli olan firmalara kolaylık sağlayacağız. TOGG'a Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbank ve katılım bankalarımız gerekli teşvikleri verecek. Gerekirse kazanmamak üzere, düşük maliyetlerle ve kâr da etmeyecek şekilde gerekli desteği verecekler."

Bu açıklamaya Ekonomist Şenol Babuşçu ise sosyal medyasından ''Hoşgeldin 1990’lı yılların “GÖREV ZARARI” uygulaması…'' ifadesiyle tepki gösterdi.