Oyuncu Ayta Sözeri, oyunculuk, sanat filmleri ve film festivallerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kuir sinemaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Sözeri, Teslimiyet’in Türk sinemasının ilk kuir örneği olduğunu söyledi.

Sözeri, “Teslimiyet, aslında kuir sinemanın ülkemizdeki ilk örneğidir. Bu tarzda filmler çok çekilmiyor ya da cesaret edilmiyor. Zaten gişe filmi olması zor. Zaten Teslimiyet’ten sonra da başka kuir filmi çekilmedi. Teslimiyet’in en büyük özelliği de dört tane transın başrolde olmasıydı. Gerçek bir konusu vardı. Ama tabii maddi imkânlarla ne kadar çekilebiliyorsa o kadar çekildi. Herkes o filmi eleştirirken şöyle düşünmeli; Türk sinemasının ilk örneği o. Çok az bir maddiyatla çekildi” dedi.

sorularını yanıtladı.

Sizi biraz geçmişe götürmek ve sizi tanıdığımız ilk zamanlara gidelim istiyorum. Nasıl başladınız ve sizi nasıl tanıdık?

Aslında benim için oyunculuk çok eskiden başladı, ama insanların beni tanıdığı iş Kayıp Şehir oldu. Kayıp Şehir de ülkedeki bütün insanların zihin haritasını değiştiren bir diziydi. Dizide her şey çok doğal ve her şey çok gerçekçi olduğu için, çok çabuk geçti seyirciye ve seyirci de kendinden bir parçaymış gibi izledi. En baş karakterden en yardımcı karaktere kadar bütün karakterlerin belirgin özellikleri akılda kaldı. Bu benim de tanımamı sağladı. Daha sonrasında Ulan İstanbul, Paramparça, Koca Dünya gibi iyi işlerde olunca perçinlendi. Diğer işler kötü demek istemedim ama, ülkemizde maalesef iyilik ve kötülük dizinin devam durumuna bakılarak karar veriliyor. Devam işlerinde olunca insanlar kafasında beni pekiştirmiş oldu. Şimdi ise biraz ara verip, kariyer dediğimiz duruma bakıyorum. Sıradaki durak bir sanat filmi oldu.

Sinemaya ilk adımı Teslimiyet filmiyle attınız. Biraz ondan bahsedelim, nasıl bir filmdi?

Teslimiyet, aslında kuir sinemanın ülkemizdeki ilk örneğidir. Bu tarzda filmler çok çekilmiyor ya da cesaret edilmiyor. Zaten gişe filmi olması zor. Küçücük dokunmuşluğa başka şeyler anlatırken arada meseleni anlatırsan, gişede de izlenebiliyor. Ama bir kuir filmi izlemek çok zor. Zaten Teslimiyet’ten sonra da başka kuir filmi çekilmedi. Teslimiyet’in en büyük özelliği de dört tane transın başrolde olmasıydı. Gerçek bir konusu vardı. Ama tabii maddi imkânlarla ne kadar çekilebiliyorsa o kadar çekildi. Herkes o filmi eleştirirken şöyle düşünmeli; Türk sinemasının ilk örneği o. Çok az bir maddiyatla çekildi. Buradan da söyleyeyim. Festivallere katılan sanat yönetmenlerinden Teslimiyet gibi kuir filmler çekmelerini rica ederiz. Zaten gördüğümde de ediyorum zaten onlardan. Ve çok daha iyilerini izleyebiliriz.

İkinci filminiz Reha Erdem’in yeni filmi “Koca Dünya” oldu. Filmde rol alma süreciniz nasıl gelişti?

Ben, Kuir Film Festivali’nin büyükelçiyisim. Festivaldeki bir arkadaş aracılığıyla Reha bey ile konuştuk filmi. Çok küçük bir rol olduğunu ama benim oynamamı istediğini söyledi. İyi ki de kabul etmişim, bu kadar güzel bir filmde oynadığımı bilmiyordum. Reha Erdem’in baktığı yer, kullandığı renkler çok farklıydı. Bir motosikleti bir motosikleti olarak görmemeniz, bana çok tuhaf geldi. Reha bey açıklama yaparken filmin söyleşilerinde, “Filmde hiçbir imge ve simge yok. Hiçbir şeyi hiçbir şey için anlatmıyorum. Her şey gördüğünüz gibi.” deyince iyice kafam karıştı. O anda daha çok sanat filmi takip etmem gerektiğini anladım.

Filmde nasıl bir karakter canlandırdınız?

Karakterimin bir adı yok. Çünkü bana seslenilen bir bölüm yok. Yaptığı iş var, mesleğiyle anılan bir karakter, bir hayat kadını. Büyük bir Türkan Şoray hayranı ve onu çok kıskanan bir hayranı. Çünkü büyük bir posteri var ve onun önünde işini yapıyor. (Gülüyor) Yunan tiyatrolarındaki akıllı, gidip de tanışılan birileri gibi böyle garip konuşan, şiirler okuyan bir kadın.

‘REHA ERDEM NAİF BİR YÖNETMEN’

Çekimlerinde neler yaşadınız, Reha Erdem nasıl bir yönetmendi sette?

En kolay çalıştığım setlerden birisiydi. İlk başta çok endişe etmiştim, çünkü çalışanların çoğunluğu Fransızdı. Bir şeyin hemen yerine gelmesi, görüntü yönetmeninin bir şeye seslenmesi gibi, hemen o anda bitsin diye odaklıyız ya sette. Çünkü dizilerde bir haftada bir sinema filmi çektiğimiz için hız önemlidir. Ama çok naif bir yönetmenle çalıştım. Sahnem yatakta, ama bana yoruldun mu diye soran bir yönetmenle çalıştım. Sette rahat etmemizi sağlayan bir yönetmendi. Kendi hayatında da öyle bence, çünkü festivalleri dolaşırken de o naifliğini gördüm. Daha uzun çalışmak isterim kendisiyle…

İçinde yer aldığınız bir projenin setinde yaşadığınız en ilginç anı neydi?

“Kayıp Şehir” dizisinde oynarken, “Çilem” karakterini canlandıran küçük bir oyuncumuz vardı. Bütün kızlar biliyorsunuz ki, güzel kadınlara özenirler ve büyüyünce örnek aldığı bir kadının adını ve onun gibi olmak istediğini söyler. Bir yemek sahnemiz vardı onunla. Biz de büyüyünce ne olacaksın, kim olacaksın gibi sorular soruyorduk. Çocuk dedi ki; “Ben çok yemek yiyip, Ayta Abla gibi olacağım.” dedi. (Gülüyoruz) Bu çok ilginç gelmişti bize.

Televizyonda da denk geldiğim zamanlar oluyor o diziye, çok güzel bir projeydi. Size de katkısı büyük sanırım…

İnanılmaz şeyler kattı tabii ki. Ben Tümay Özokur’a bağlı çalışıyorum. Bu diziye gelip dizinin audition zamanında katılmam için tehdit etmişti beni Tümay. (Gülüyor) Ben Kıbrıs’a yerleşmiştim o dönem ve dönmeyi düşünmüyordum. Ama Tümay, bu projeye katılmam için beni çok zorladı. İyiki de zorlamış beni.

Adana’da festival ortamında bir araya geldik. Film festivalleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ben, sanat filmlerini izleyen insanlar var mı diye düşünüyordum. Sanat yönetmenleri bana kızmasın ama, soru işareti oluyor. Daha önce başka bir festivale katılmamıştım. İlk defa Adana’da bir film festivaline katıldım. Sanat filmlerini bu kadar ciddi takip eden bir kitlenin olduğunu bilmiyordum. Filmimizin gösterinde salon tıklım tıklımdı. Söyleşide sorulan sorular çok ilginçti ve güzeldi. Festivalin yapıldığı şehirde, halkın festivale gelip filmleri takip etmesi çok güzel bir şey.

Adana’da festival ortamını nasıl buldunuz?

Festivalde sektörden insanların bir arada olması ve birçok şeyin paylaşılması çok güzel. Hatta burada bir arkadaşla tanıştık ve belgesel çekmeye karar verdik. Bunlar çok güzel şeyler.

Pembe Hayat ekibi olarak, öldürülen trans birey Hande Kader adına da bir belgesel çalışması yapıldı. Bununla ilgili neler demek istersiniz?

Aslında bir foto-bellek çalışması yapıldı. Uçan Süpürge Derneği ile birlikte yaptık. Pembe Hayat Derneği’nin yönetim kurulu üyesiyim ve sanatla ilgilenen Pembe Sanat ekibinin koordinatörüyüm. İlk röportaj Buse Kılıçkaya ile yapıldı ve yayınlandı. Benimle de yapıldı, ama benimkisi yayınlanmayabilir. Çünkü Hande, sokaktan alınıp götürülüp öldürüldüğü için, yaşayabildiğimiz yani en çok zevk alabildiğimiz şehir yerlerinde çektiriyoruz. Ben hem Ankara hem İstanbul’da bulunduğum için İstanbul’da da çekilecek benim için.

İnşallah o proje de başarıya ulaşır diyorum. Peki şu sıra gündemdeki yeni projeleriniz nelerdir?

Yine bir sinema filmi projesi var, yönetmenliğini Andaç Haznedaroğlu yapıyor. Bir dizi için de görüşme yapıyorum. Müzik de devam ediyor. Bakalım inşallah güzel projelerle yer almaya devam edeceğim.