Farkında mısınız, Türkiye’de futbolun sahada adilce oynanıp yine sahada hakkaniyetle kazanılan bir spor olduğuna dair inanç gittikçe azalıyor. Hatta “gittikçe azalıyor” demek bile fazlasıyla iyimser bir yaklaşım olur. Bu yöndeki inanç, futbolseverler nezdinde neredeyse bütünüyle ortadan kalktı.

Artık hemen her hafta hatır şikesi iddiaları ve hakem eyyamları gündemi dolduruyor. Filanca futbolcu eski takımına karşı bilerek gol atmadı, falanca futbolcu eski takımıyla oynanan maçta bilerek kendi kalesine gol attı. Hakem o maçın kaderini belirledi, bu maçı o takımdan alıp bu takıma verdi… Her maç günü, futbolseverlerin gündemini bu ve benzeri iddialar dolduruyor. Aslı var mı bilinmez tabii. Yapanın günahı boynuna!

Hadi taraftarın buluttan nem kapması pek mümkündür diyelim. Varsayalım ki onlar, olan biteni abartarak bir komplo teorisi yazmaya pek meyilliler… Lakin sene başından beri bir teknik adam da, kendisine ne zaman mikrofon uzatılsa benzeri yönde tuhaf açıklamalar yapıyordu. Türkiye Süper Ligi’nin ayarlandığını, manipüle edildiğini, maçların sonuçlarının masa başında belirlendiğini filan söylüyordu. Onu ne yapacağız?

Aykut Kocaman’dan bahsediyorum. Kendisi ülkemizin yetiştirdiği önemli bir spor adamıdır. Dahası, Türkiye futbolunun iç mekaniğini de kuşkusuz hepimizden çok daha iyi bilir. En fırtınalı ve tartışmalı dönemleri bizzat işin mutfağında yaşamış bir teknik adamdır zira. Taraftarların kendi aralarında dile getirdikleri binbir türlü komplo teorisini duymazdan gelelim gelmesine de, Aykut Kocaman’ın sözlerini kuşkusuz ciddiye almalıyız. Neticede ona “ne dediğini bilmeyen bir meczup” muamelesi yapamayız.

Ne diyordu Aykut Kocaman sene başından beri: Türkiye liginde belli takımlar kollanıyor. Federasyon, belli takımlara hizmet ediyor. Hakemler, belli takımlar için çalışıyor. Maçların sonuçları masa başında belirleniyor… Hatta faili de açıklamıştı: Beşiktaş!

Sezon boyunca bu yönde sayısız açıklama yaptı Kocaman. Neredeyse bütün maç sonrası basın toplantılarını bu konuya ayırdı. Neredeyse basına verdiği her demeçte döne döne bu iddiasını yineledi. Demek ki iki iddiası vardı Kocaman’ın: (1) Süper Lig’de sonuçlar masa başında belirleniyor, lig manipüle ediliyor, ve (2) Bu mekanizma Beşiktaş’a hizmet ediyor. Beşiktaş kollanıyor…

Artık ligin sonuna yaklaştığımıza, Beşiktaş’ın şampiyonluk şansı da mucizelere kaldığına göre, tarihin sınayıcı etkisini en azından Kocaman’ın ikinci iddiası açısından devreye sokmak ve geriye dönüp Beşiktaş açısından sezon boyunca neler olup bitmiş, şöyle bir bakmak pekala mümkün. Hadi dönüp bakalım; acaba sahiden Beşiktaş kollanmış mı?

Siyah Beyaz Bir Sezon…

Sezona akıllara ziyan bir Süper Kupa maçı ile başladı Beşiktaş. “Konyaspor’un tribünleri dolduracak kadar passolig sahibi taraftarı yok” gibi tuhaf bir gerekçeyle, passolig uygulaması rafa kaldırıldı o maçta. Neticede Konya tribünlerini dolduran tuhaf güruh, maç boyunca sahaya yabancı madde yağdırdı. Hatta maç sırasında Quaresma’ya bıçak bile atıldı tribünlerden. Quaresma’nın sahaya atılan ve “kelebek” diye adlandırılan o bıçağı meseleye aşina bir bilek hareketi ile bir çırpıda kapatıp hakeme takdim etmesi çok konuşuldu da, kimse “sahaya bıçak atılırken bu maç oynanır mı kardeşim” diye sormadı. O güruh maç bitiminde de sahaya doluştu; Beşiktaşlı futbolcular sahanın ortasında tartaklandı. Sonuç ne oldu dersiniz: Skandal bir kararla Beşiktaş “seyircisiz oynama” cezasına çarptırıldı. Sezona seyircisiz başladı… Ne kollanması!

Henüz ligin üçüncü haftası oynanıyordu ki Milli Takım’da kriz patlak verdi, Fatih Terim istifa etti. Müstakbel adaylardan biri de Şenol Güneş’ti. Diğer adayların aksine Şenol Güneş üzerinde psikolojik bir baskı uygulandı. Milli görevdi, kabul etmeliydi, aksi düşünülemezdi, vatana ihanet olurdu. Şenol Güneş neredeyse vatan haini ilan edilmenin eşiğine geldi. Diğer teknik direktör adayı konumundaki Abdullah Avcı ile neden görüşmedikleri sorulduğunda ise, Federasyon başkanı şu unutulmaz yanıtı verecekti: “Avrupa kupalarında mücadele eden, ligde şampiyonluk iddiası taşıyan bir takımın başında. Konsantrasyonu bozulsun, kafası karışsın istemedik.” Şenol Güneş’in konsantrasyonunu ise umursayan yoktu… Ne kollanması!

Milli takımda teknik direktör bahsi henüz kapanmıştı ki bir başka “milli tartışmanın” ortasında yine bir Beşiktaşlı vardı. Oğuzhan’ı önce milli takıma almadılar, sonra sıkı durun, dünya futbol tarihinde eşi görülmemiş bir uygulama ile Oğuzhan’ın nasıl yetersiz bir futbolcu olduğunu anlatmak için basın toplantısı yaptılar. Hollanda ve İngiltere’de büyümüş, Türkiye’nin tuhaf futbol iklimine epey yabancı, Türk dilinde meramını anlatmakta bile zorlanan, henüz 24 yaşındaki naif ve kırılgan bir genç adam, devasa bir tartışmanın içinde buldu kendisini. Bir daha da kendine gelemedi zaten, kariyerinin en kötü sezonunu yaşadı… Ne kollanması!

Ardından Caner Erkin vakası patlak verdi. Federasyon, dünya hukuk tarihine geçecek acayiplikte bir işlem yaptı: Caner Erkin’e özel bir genelge yayınladı ve o genelgeyi geçmişe dönük uygulayarak Caner Erkin’e tam 7 maç ceza verdi. Caner’in yaptığı matah bir şey değildi kuşkusuz. Lakin bu 7 maçlık ceza da görülmüş, duyulmuş şey değildi. Önce “küfrettiği için ceza verdik” dediler. Sonra başka oyuncular da küfürler savurdu yeşil sahalarda. Onlara ceza vermemek için “el kol hareketi yaptığı için ceza vermiştik” diye ağız değiştirdiler. Sonra başka oyuncular da el kol hareketi yaptı yeşil sahalarda. Onlara ceza vermemek için bu kez de “hakem görmemişti, o nedenle biz ceza verdik” dediler. Sonra hakemin görmediği benzeri başka ihlaller de yaşandı yeşil sahalarda. Bu kez “canımız öyle istediğinden Caner’e ceza vermiştik” diyemediler. Susmakla yetindiler. Bugün futbol dünyasındaki herkes, Caner’in “futbol baronları öyle istediği için” cezalandırıldığının farkında… Ne kollanması!

Tam da o günlerde Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi serüveni başladı. Haftada iki, bazen üç maça çıkıyorlardı. Fikstür yoğundu. Beşiktaş haklı olarak Şampiyonlar Ligi arifesinde oynayacağı lig maçlarının Cuma gününe, Şampiyonlar Ligi maçları sonrası oynayacağı lig maçlarının da Pazartesi gününe konulmasını istedi. Öyle ya, böylelikle bu yoğun takvimin fiziksel ve psikolojik açıdan aşındırıcı etkisi nispeten hafifletilebilirdi. Yok, yanaşmadı Federasyon. Yayıncı kuruluş istemiyordu. Ratingleri düşüyordu Cuma ve Pazartesi maçlarının. Neticede Beşiktaş o dönem oynadığı 12 lig maçından ağır hasar alarak çıktı. Beş kez berabere kaldı, iki kez de yenildi. Lakin aynı Federasyon, Şampiyonlar Ligi grup maçları bitince Beşiktaş’ı haftalarca üst üste Cuma günleri oynattı. Alay eder gibi, dalga geçer gibi… Ne kollanması!

Bütün bu hengame içinde hem Şampiyonlar Ligi’nde grup maçları sona ermiş, hem de ligin devre arası gelmişti. Beşiktaş tarihi bir başarı yakalayarak Şampiyonlar Liginde grubu yenilgisiz lider bitirmişti. Hedefe ulaşılmıştı. Artık beklenti, lig maçlarına konsantre olunması ve seri galibiyetler alınmasıydı. Nitekim öyle de oldu. Beşiktaş ligin ikinci yarısına iyi başladı. Oynadığı 8 maçta altı galibiyet aldı; sadece iki kez berabere kaldı. O iki beraberlikte de maça damgasını vuran şey, skandal hakem kararları oldu. Bursa ve Konya deplasmanlarında Beşiktaş’ın 4 puanı birden hakemler tarafından çalınmıştı. Beşiktaş’ın ligin ikinci yarısına 8 maçlık galibiyet serisi ile girebilme ihtimali engellenmişti... Ne kollanması!

Derken Beşiktaş’ın meşhur “Şubat fikstürü” geldi çattı. Beşiktaş’ın sene boyu karşılaşacağı en yoğun fikstürü buydu. Ligde Konyaspor, Fenerbahçe, Trabzonspor, Gençlerbirliği ve Başakşehir ile oynanacak; arada Şampiyonlar Ligi’nde de iki Bayern Münih maçına çıkılacaktı. Yetmezmiş gibi araya bir de Fenerbahçe ile oynanacak Türkiye Kupası yarı final maçı sıkıştırılmıştı. Tuhaftı bu durum. Zira Türkiye Kupası’nda yarı final maçları senelerdir Nisan ayında oynanıyordu. Lig fikstürü, milli maç takvimi ve Avrupa Kupalarındaki trafik göz önüne alınarak oluşturulmuş bir gelenekti bu. Federasyon keyfi biçimde bu geleneğin dışına çıkmış; maçı Şubat ayına, en yoğun fikstürün tam ortasına çekmişti. Bir başka açıdan da tuhaftı bu keyfi düzenleme: İki maçlı eliminasyon sistemine göre oynanan turnuvalarda, bu iki maç arasında bir ya da iki hafta süre vardır. Oysa Federasyon, keyfi biçimde Şubat sonuna çektiği yarı finalin rövanşını ise tam iki ay sonra oynatıyordu. Olacak şey değildi. Tüm bu tuhaflığa rağmen, Beşiktaş’ın erteleme talepleri duymazdan gelindi. Beşiktaş bir ay boyunca haftada üç maç oynamaya mecbur bırakıldı. Psikolojik açıdan da, fiziksel olarak da yıkıcı bir süreçti. Bütün o yoğun trafiğe rağmen ligi son maça kadar kayıpsız getirdiler. Lakin bu sürecin son maçında, Başakşehir deplasmanında takımın yorgunluğu artık gözle görülecek düzeydeydi. Neredeyse koşacak halleri yoktu. Yenildiler…. Ne kollanması!

Tam da o dönemde, peşpeşe oynanan iki Fenerbahçe maçı vesile kılınarak, Aykut Kocaman’ın sene başından beri düşük yoğunluklu biçimde sürdürdüğü “Beşiktaş kollanıyor” yaftalaması, hız kazanarak müthiş bir algı operasyonuna dönüştü. Hemen her gün benzer temalı yeni bir demeç dolaşıma sokuldu: Beşiktaş kollanıyor. Hakemler Beşiktaş’a çalışıyor. Fenerbahçe’nin taçını bile çaldılar!

Ortada tam bir kara komedi vardı. Kara komedi vardı, zira sezon boyunca oynanan tüm Fenerbahçe – Beşiktaş maçlarında hakem hataları hep Beşiktaş aleyhine yapılmıştı. Kadıköy’de oynanan ve Ali Palabıyık tarafından yönetilen ilk maçta Beşiktaş’ın nizami bir golü ofsayt iddiasıyla iptal edilmiş, maçın 71. dakikasında Hasan Ali Kaldırım’ın Cenk Tosun’a yaptığı penaltı es geçilmiş, Fenerbahçe lehine ise son derece tartışmalı bir penaltı ve kırmızı kart kararı çıkmıştı. Dolmabahçe’de oynanan ve Cüneyt Çakır tarafından yönetilen maçta Fenerbahçe’nin ofsayttan attığı gol geçerli sayılmış, Beşiktaş’ın net bir penaltısı verilmemişti. Öyle ki, maçta yıldızlaşan ve galibiyetin mimarı olan Quaresma hakkında “Q7 Cüneyt Çakır’ı kurtardı” yorumları yapılacaktı. Benzer biçimde, Dolmabahçe’de oynanan ve Fırat Aydınus tarafından yönetilen kupa maçında da Fenerbahçeli Josef’in kırmızı kartı es geçilmiş, maçın son anlarında Fenerbahçe ceza sahasında yapılan ve net biçimde penaltı olan pozisyonda da düdük çalınmamıştı. Hatta Kadıköy’de yarıda kalan ve Mete Kalkavan tarafından yönetilen maçta da Babel’in attığı nizami gol ofsayt gerekçesi ile iptal edilecek; Pepe de son derece tartışmalı bir kararla oyundan atılacaktı… Ne kollanması!

Lakin Aykut Kocaman ne yaptı etti; bütün hakem hatalarının kendi lehine yapıldığı bu seriden mağduriyet devşirmeyi başardı. Gazeteler sekiz sütuna manşet attılar: Beşiktaş kollanıyor! Kadıköy’deki olaylı maça giden yolun taşları birer birer döşeniyor; Fenerbahçe taraftarı kesif bir Beşiktaş düşmanlığı ile dolduruluyordu… Sonrası malum. Kadıköy’de o rezillik yaşandı. Olayların üstü el çabukluğu ile kapatıldı. Erdoğan demeç verdi, Bahçeli twit attı. Siyaset buyurdu, Federasyon uyguladı. Beşiktaş’ın hükmen galibiyeti ile neticelenmesi gereken bir maç, Beşiktaş’ın hükmen yenilgisi ile neticeleniverdi. İnsan sahiden hayret ediyor; ne kollanması!

Sezon boyu yaşanan tuhaflıkların son perdesi, Galatasaray maçında sahnelenecekti. Beşiktaş her şeye rağmen yarışın içinde kalmayı başarmıştı. Pek çoklarına göre Galatasaray – Beşiktaş maçı sezonun final maçıydı; kazanan takım şampiyonluk yolunda müthiş bir avantaj elde edecekti. Lakin Galatasaray’ın Beşiktaş maçı öncesi çıktığı Alanya deplasmanında, yeşil sahalarda bir benzeri görülmeyecek bir an yaşandı. Alanyasporlu oyuncu savunmanın arkasına sarkmış, kaleciyi de çalımlamış, lakin Muslera tarafından düşürülmüştü. Yan hakem bayrak kaldırmamıştı. Muslera ne yaptığının farkında, dövünüyordu. Galatasaraylı savunma oyuncuları panik içinde çaresizce kademeye girmeye çabalıyordu. Hakem düdük çaldı, oyun durdu. Herkes penaltı ve kırmızı kart beklerken hakem “pozisyon ofsayt” deyiverdi. O penaltı çalınmış olsaydı, bugün bambaşka bir tabloyla karşı karşıya olabilirdik… Ne kollanması!

Anlat Bize Aykut Hoca…

Bugün dönüp sezon boyunca yaşanan ve her biri birer kırılma noktası olan bu yaşanmışlıklara bakınca, “Beşiktaş kollanıyor” iddiasının nasıl bir safsata olduğu da daha net görülüyor. Nitekim Aziz Yıldırım’ın yakın dostu Meriç Müldür bile bakın bugün ne diyor: “Bütün sezonu Beşiktaş kollanıyor diye geçirdik. Oysa Beşiktaş hep üzerine oynanan takım oldu. Yani birileri Beşiktaş’ın önünü kesti.”

Başa dönersek; sezon boyunca Aykut Kocaman’ın iki iddiası vardı: (1) Türkiye ligi şaibeli, birileri kollanıyor, lig manipüle ediliyor, maçlar masa başında kazanılıyor. (2) Bu mekanizma Beşiktaş’a hizmet ediyor, Beşiktaş kollanıyor…

Beşiktaş kollanıyor iddiası çöktüğüne göre geriye Kocaman’ın ilk iddiası kalıyor. O halde şu soruyu sormak hakkımızdır: Anlat bize Aykut hoca, kim maçlarını masa başında kazanıyor? Kim ligi manipüle ediyor? Sen ki bu ligin alengirli iç mekaniğini en iyi bilen isimlerden birisin; anlat bize, hangi güçler kimleri nasıl şampiyonluğa taşıyor? Kimler hızara alınıp doğranıyor? Kimin hakkı yeniyor?

Bu sorular yanıtsız kalır ise eğer, hatır şikeleri ve hakem eyyamları hakkında daha çok konuşulur. Kimsenin ağzı torba değil ki büzesin.

Misal; “Galatasaray Şampiyonlar Ligi gelirlerine ulaşamaz ise iflas edecek durumda, o yüzden şampiyon yapılıyor” derler. Misal; “Riva ve Florya arazilerinin TOKİ’ye devredilmesi ile de bu durumun ilgisi var” derler. Misal; “Aziz Yıldırım’ı Fenerbahçe Başkanı olarak tutabilmek için Fenerbahçe’nin Kupa şampiyonu olması ve ligi de ikinci bitirip Şampiyonlar Ligi biletini kapması sağlanmaya çalışılıyor” derler. Ağzı olan konuşur. Akıllarına ne geliyor ise derler…

O yüzden anlat bize Aykut hoca. Bu sezon gerçekte ne oldu? Kim doğrandı, kimin önü açıldı? Masa başında hangi kararlar alındı? Bu lige kim, nasıl şaibe bulaştırdı?