12 Eylül faşist darbesinin üzerinden 36 yıl geçti. Benzer zihin dünyalarını paylaşan, AKP kadroları da, onların bugün “FETÖ”cü dedikleri kadrolar da, 12 Eylül rejiminde beslenip, büyüdüler. Bugün, bırakın 12 Eylül ile hesaplaşmayı, solun her rengini silindir gibi ezen askeri cuntanın besleyip büyüttüğü bu zihniyetin bir kanadının sivil cuntası altında, nefes dahi alamıyor Türkiye demokrasisi...
 
12 Eylül döneminde askeri cuntanın 1402 sayılı yasa ile yaptığını, sivil cunta KHK'ler ile yapıyor. Değerli muhalif bilim insanlarını üniversiteden uzaklaştırarak, akademiyi zapturapt altına almaya çalışıyor.
 
Tabi ki, bu akademiyi zapturapt altına alma girişimine akademi içinden bugün destek verenlerin, 12 Eylül'de askeri cuntaya destek verenlerle benzerliği de şaşırtıcı olmasa gerek. Zira askeri cuntanın ideolojisi olan Türk-İslam sentezi, bugünkü sivil cuntanın da resmi ideolojisi. Türk-İslam sentezinin üretildiği kurum olan Aydınlar Ocağı da askeri cuntanın olduğu gibi bugünkü sivil cuntanın da en muteber kurumlarından biri. 12 Eylül'ün simgelerinden biri nasıl ki Aydınlar Ocağı'nın kurucularından olan milliyetçi muhafazakar Ayhan Songar (o dönemde, tutuklular üzerinde Turan İtil ile beraber yaptığı gizli deneylerin ne olduğu hala açıklanmış değil) ise, bugünkü sivil cuntanın simgelerinden biri de “Kocaeli Aydınlar Ocağımızın gönül dostlarından” biri olarak nitelenen KOÜ rektörü Sadettin Hülagü.
 
19 barış imzacısı değerli akademisyenin OHAL fırsatçılığı ile hukuk dışı bir biçimde kamu görevinden çıkarılmasında büyük rolü olan kişi. Erdoğan'ın doktoru, ama öyle bir doktor ki, yol açtığı ihraç kararı nedeni ile, rektörü olduğu üniversitedeki, Türkiye’deki 6 merkezden biri olan çocuk romatoloji merkezi kapanıyor, çünkü 19 akademisyenden biri de bu merkezdeki tek doktor olan Zelal Ekinci. Bu merkezin kapanması ile mağdur olan hastaları umursamayan milliyetçi muhafazakar zihniyet...
 
Öyle ya, onlara göre, devlet çocuklar için değil, çocuklar devlet içindir. Devlet, barış isteyen bilim insanlarınca kalem ile, söz ile, bilim ile, vicdan ile “yıpratılırken”, devlete tapan bir milliyetçi muhafazakar çocukların mağduriyetini umursar mı? Nitekim, bu zihniyetle, barış imzacılarına yönelik Erdoğan tarafından başlatılan cadı avına ilk ortak olanlardan biriydi Hülagü ve "Özellikle birlik ve beraberlik göstermek gerektiği, vatanın birliğinin tehdit edildiği günlerde, böyle bir akademik özgürlük olmaz, olmaması gerekli" diyerek ifade özgürlüğünün askıya alınabileceğini savunmuştu. ( sabah.com.tr  )
 
Yine, Aydınlar Ocağı'ndan Ruhittin Sönmez, cadı avını savunarak, Hülagü'ye övgüler yağdırmıştı: “Bu propagandaya alet olanlar hakkında hukuki sürecin işletilmesi normal bir devlet refleksidir. İdari soruşturma sürecini başlatan (başta Kocaeli Üniversitesi Rektörü Sadettin Hülagü olmak üzere) rektörler ile adli soruşturma başlatan savcılar görevlerinin gereğini yapmışlardır.” ( aydinlarocagi.org  )
 
Hülagü, bununla da yetinmemiş ve KOÜ Senatosu, Mayıs 2016'da oybirliği ile Erdoğan'a fahri doktora vermişti. Bu fahri doktoranın gerekçesi, “2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 14’üncü maddesinin (b) bendinin (5) numaralı alt bendi uyarınca; başta bilim olmak üzere sağlık, teknoloji, eğitim dünyasına olan katkıları ve ülkemize kazandırdığı yüksek onurun takdir ve şükran ifadesi olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdogan’a “Fahri Doktora Unvanı” verilmesine oybirliği ile karar verilmiştir” biçiminde ifade edilmişti.
 
Erdoğan'a verilen fahri doktoranın gerekçesi, Aralık 1982'de İstanbul Üniversitesi senatosu tarafından -Türkiye toplumu ile dalga geçercesine- askeri cuntanın başı Kenan Evren'e verilen hukuk alanındaki fahri profesörlüğün gerekçesini hatırlatıyor: “Haiz olduğu ahlâki faziletler ve meziyetler yanında vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler ifasıyla temayüz etmiş olan Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren’e ilmi kıymet ve meziyetlerinin tescili için ‘fahri profesörlük’ payesinin tevcihine karar verilmiştir.”
 
Fakat, ilginç olan Kenan Evren'e verilen fahri profesörlük için alınan kararın oybirliği ile alınmamış olması. Senato üyelerinden Nedime Ergenç, Sırrı Erinç ve Kemal Kurtuluş, cuntanın başı Kenan Evren'e fahri profesörlük verilmesine karşı çıkmaya cesaret etmişler. Serkan Ocak'ın konuyla ilgili haberinde Hüseyin Hatemi, fahri profesörlük törenini şöyle anlatmış: “Okulda hiçbir akademisyen törene alınmadı. Törene yalnız davetliler katılabildi. Hukukçu olarak yalnız senato üyesi vardı. Geri kalanlar devlet erkânı, İstanbul Valisi filandı. YÖK Başkanı İhsan Doğramacı da mor ve çeşitli renklerden oluşan bir cüppe giydi. Hokkabaz cüppesi gibiydi ve zaten o törenden sonra bir daha giymedi. Töreni televizyondan izledim. Bizim için çok acı bir gündü.” ( radikal.com.tr  )
 
Askeri cuntanın başındaki Evren'e fahri profesörlük verilmesine üç hoca karşı çıkarken, KOÜ senatosunda, barış isteyen akademisyenlere karşı, akademik özgürlüğü hiçe sayarak bir cadı avı başlatılması talimatı veren Erdoğan'a oybirliği ile fahri doktora verilmesi çok şey anlatıyor olsa gerek...
 
Görünen o ki, 12 Eylül'den bu yana değişen çok fazla şey yok. Milliyetçi muhafazakarlar akademiye yönelik cadı avının gönüllü ortakları olmaya devam ediyor. 12 Eylül'de de rolleri buydu, şimdi de rolleri bu...  Bir  yanda Ayhan Songar'lar, İhsan Doğramacı'lar, Sadettin Hülagüler... Diğer yanda ise 12 Eylül darbesinin en karanlık günlerinde, herkesin önünde el pençe divan durduğu Doğramacı'ya, "Sizinle görüşmek istemiyorum. Çünkü üniversiteyi batırdınız" diyen ve uzattığı eli sıkmayan Cahit Arf 'lar, askeri cuntanın görevlerine son verdiği 1402'likler ve sivil cuntanın görevlerine son verdiği barış imzacıları ve Eğitim-Sen'liler...
 
Asker veya sivil tüm darbeciler şunu anlamak zorunda: Üniversitenin özgür düşünceden başka kutsalı yoktur, üniversitede her şey tartışılır ve eleştirilir. Bu tartışma ve eleştiri elbette çeşitli biçimlerdeki şiddet içermeyen protestoyu da içerir ve üniversite ancak askeri vesayete de, muhafazakar vesayete de, neoliberal vesayete, sivil vesayete de teslim olmayarak var olur.