Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Erivan’dan Türkiye’yi soykırımla yüzleşmeye çağırması milliyetçi tepkilerle karşılanmıştı. Başbakan ve Dışişleri bakanı da Sarkozy’ye milliyetçi, muhafazakar ve  gelenekçi bir tepki vermeyi tercih etti.

Murat Belge’nin bu durumu ele aldığı yazısı şöyle:

SARKOZY, ERMENİ KONUSU VE ATSIZ

Sarkozy’nin Erivan’daki çıkışıyla Ermeni kıyımı konusu yeniden bir alevlenir gibi oldu. Bunun böyle devam edip gideceği besbelli. 2015’e fazla bir zaman yok. Sarkozy susunca başkası konuşacak.

Hükümetin, Dışişleri Bakanı’nın Sarkozy’ye cevap yetiştirme çabası ile söylediklerini doğru bulmadım. Fransa’nın “sömürgeci tarihi”ni sözkonusu edip “Sen kendine bak” demek, 1915’ten yakayı sıyırmanın yolu değil. Kaldı ki ne kadar allayıp pullamaya çalışsanız, yüzlerce yıllık bir Osmanlı işgali de var, “Çele Çule”lerini vb. yaratmış.

Resmî tepkiler bir yana, bir de alıştığımız, “aşağıdan yukarıya” tepki biçimi var: genellikle MHP ve BBP tabanının yer aldığı gösteriler, protestolar. Bunlarla ne söylenmek isteniyor? “Biz Türkler iyi insanlarız. Kıyım, soykırım yapmayız. Söyleneler iftiradır”... Bu mu söyleniyor? Politik önder olmadıysa da o cephenin “büyük fikir adamı” olarak bellediği Nihal Atsız ne diyor bu konuda? “Kürt sorunu” dolayımıyla şunları söylüyor: “Kürtler, mevcut nisbetindeki akıllarını başlarına derleyerek yabancı kışkırtılara oyuncak olmakta devam ve Kürt devleti hayali ardında koşarlarsa nasipleri yer yüzünden kazınmak olacaktır. Türk ırkı oluk gibi kanı ve sayısız emeği pahasına yurt edindiği Türkiye’ye göz dikenleri ne yapabileceğini göstermiş 1915’te Ermenileri, 1922’de Rumları bir ülkede yok etmiştir” (Atsız, Makaleler III, İstanbul, 1992, s. 382).

Bir güruh, “Ermeni/Rum” adı geçen her toplantıyı basmaya gelir, içeri girebilmişse orada gürültü çıkarır, girememişse oradan yumurta atar, bir şeyleri protesto eder. Yani, benim gibi biri “Biz Ermenileri öldürdük” deyince saldırır, ama bu satırları yazan Nihal Atsız hakkında söyleyeceği övgüden başka bir sözü yoktur.

Nihal Atsız da bunu öyle bir kere söyleyip geçmemiş, her fırsatta, kıvanç duyarak tekrarlamıştır. Gene aynı kitaptan daha uzun bir alıntı vereyim:

“Evet... Kürt kalmakta direnir, dört beş bin kelimelik o iptidaî dilleriyle konuşmak, yayın yapmak, devlet kurmak istiyorlarsa gidebilirler [yani, Gündüz Aktan’dan önce bu “çözüm”ü bulmuş]. Biz bu toprakları oluk gibi kan dökerek; Gürcülerin, Ermenilerin, Rumların kökünü kazıyarak aldık [“oluk”lar onlardan aktı bu durumda], yine oluk gibi kan dökerek Haçlıların savaşçı şövalyelerine karşı savunduk. Kürtler 1839 yılına kadar askerlik bile yapmadılar... Fakat yüzde yüz çoğunlukta olsalar bile Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde devlet kurmak hayalleri, hayal olarak kalacaktır. Yunanlıların Bizans, Ermenilerin Büyük Ermenistan kurmak hayalleri gibi... Onun için Türk milletinin başını belâya sokmadan, kendileri de yok olup gitmeden çekip gitsinler. Nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Barzani’ye gitsinler. Birleşmiş Milletlere başvurup Afrika’da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önünde durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin” (bu da aynı kitabın 529-30. sayfalarında; ama daha çok benzerini bulabilirsiniz).

Yani Nihal Atsız’ın bu olayı saklamak gibi bir kaygısı yoktur; “kökünü kazımak” gibi deyimler kullanarak, “genosid” kavramının kapsamına bilerek ve isteyerek girmektedir. Onun gözünde bu işler Türk ırkının büyüklüğünün, kudretinin kanıtıdır.

Şimdi bu protestolarda boy gösterenler Atsız’ın yazdıklarını bilmiyorlar mı? “Soykırım” dendiğinde sahiden bunu iftira olduğunu mu sanıyorlar. Aralarından bazılarının sahiden böyle düşünmesi, bu kadar bilmesi belki mümkündür. Ama ne yaptığını bile bile orada bulunanların çoğunlukta olduğunu tahmin ediyorum. O çoğunluk da, pirleri Atsız gibi, içinden, “Yaptık, gene yaparız” diyerek oraya geliyordur. “Kıyım yapmadık” diye değil. “Yaptığımız güzelim kıyımı beğenmiyorlar” diye kızıyorlardır.

Bakanların, Dışişleri Bakanı’nın son analizinde bu güruhla aynı yerde durdukları izlenimi veren bir “savunma biçimi” seçmiş olmaları doğrusu üzücü. Bir yerlerde esnemeye başlamanın bir zorunluk olduğunu artık anlamaları gerekiyor.