Bir toplum, ancak bireylerini özgürleştirebildiği, onlara kendi akıllarına göre düşünme, kendi vicdanlarına göre yargılama, kendi akıllarına ve içinde yaşadığı toplumsal koşullarda ortaya çıkan olay ve olgulara karşı kendi anlayışlarına göre davranabilme sunduğu oranda özgürleşebilir. Aydınlanmacılık, insanın özgürleşmesini bir süreç olarak kavrar ve kendi çağını bu özgürleşme sürecinin başlangıcı olarak görür.

Aydınlanmacılık ilkesel olarak yenilikçidir. Her şeyin her bakımdan daha insancıl bir şekilde yeni baştan kurulmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle aydınlanmacılık, tarihsel ve perspektifsel olarak köklü değişimlerin peşinde olan ilerici bir harekettir. Aydınlanmacılık insanlığın kurtuluşunu, uzun mesafeli tarihsel bir süreç olarak düşünmektedir. Kısacası, aydınlanmacılık, sağlıklı düşünme yetisine sahip her bir insan bireyinin ilkesel olarak iyi ve akıllı, dolayısıyla özgür ve ahlaklı olabileceği düşüncesinden hareketle, köhnemiş eski rejime özgü toplumsal ve siyasi ilişkileri köklü bir şekilde değiştirip, her şeyi özgürlük ilkesine dayalı olarak yeni baştan kurmayı amaçlayan bir harekettir.

Aydınlanmacılık aynı zamanda büyük ve kapsamlı bir dünyevileştirme hareketidir. İnsanın özgürleşebilmesi için kendi ihtiyaçlarına göre işletilebilir yasalarının olduğundan hareket edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde insanın, yaşamının kaynağı olan doğayı aynı zamanda özgürlüğünün kaynağı olarak kavraması mümkün değildir. Çünkü insan ancak keşfedip bildiği yasalara hükmedebilir ve onları kendi ihtiyaçlarını gidermek için işlevli ve anlamlı kılabilir. Örneğin, insan yerçekimi yasasını keşfedip, bunu uçmak için kendisine yararlı hale getirebiliyorsa, aynı şeyi doğanın tüm diğer yasaları için de yapabilir. Yoksa uçmak, insanın için her zaman haz veren tatlı rüyası olmuştur. Fakat insan bu rüyasını gerçekleştirmek üzerine ancak yerçekimi yasasını keşfedip konuyla ilgi çeşitli hesaplamaları yaptıktan sonra ancak ciddi ciddi düşünebilmiştir. Zira eğer insan, yere düşen elmanın göğe doğru uçmayıp da yere düşmesini, bir takım doğaüstü güçlerin bir hikmeti olarak görmeye devam etseydi, ne yerçekimini keşfedip söz konusu hesaplamaları yapabilirdi, ne de uçak yapıp uçabilirdi.

Aydınlanmacılığın söz konusu dünyevileştirme eylemi, ontolojiden epistemolojiye, ahlaktan siyasete, astronomiden teleoloji (amaç bilimsel) ve teolojiye (din, inanç veya tanrı bilim) kadar insan yaşamının bütün alanlarını kapsamaktadır. Bu dünyevileştirme hareketi en başta Skolastik teolojinin temellerini hedef almaktadır. Dönemin aydınlanmacı düşünürleri Descartes, Spinoza ve Leibniz ontolojide ve Locke ve Kant ise teleolojide hala ''doğaüstü güçlere'' göndermelerde bulunsalar da bu güçlerin insan aklı tarafından bilinebileceğinden ve mantıksal olarak tasarlanıp açıklanabileceğinden hareket etmişlerdir. Gerek Descartes, Spinoza ve Leibniz ve gerekse Locke ve Kant, ilkçağ filozlarından Aristoteles'in Tanrı için ''hareket etmeden hareket ettiren'' şeklindeki tanımını, insanı ve doğayı bir bütün olarak açıkladıkları çeşitli konularda örnek olarak vermişlerdir.

Aydınlanmacılık bu yöneliminde birçok bakımdan Rönesans ve Reform'un ürünü ve mirasçıdır. Reform, belki ilk bakışta sadece Hıristiyanlık içi bir hareket olarak algılanabilir. Fakat bu büyük bir yanılgı olacaktır. Gerçekten de reform, Hıristiyanlığın iç hesaplaşmaları sonucu oluşup gelişmiş bir harekettir. Fakat bu hareketin bütün insanlık tarihi açısından son derece önemli anlamı vardır. Reform insanlığın gündemine en başta düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğünü taşımış olmasıyla önemlidir ki, inanç özgürlüğünden kastedilen sadece inananın özgürlüğü değildir. Tersine, inanç özgürlüğü, inananın farklı şeylere farklı biçimde inanma özgürlüğünü içerdiği gibi, inanmayanın, nedeni ne olursa olsun, İNANMAMA özgürlüğünü de kapsar.

Aydınlanmacılık, reformun insanlığın gündemine taşımış olduğu bu kapsamlı inanç ve düşünce özgürlüğünü gerçekleştirmek isteyen bir harekettir. Bu nedenle Aydınlanmacılık için hiçbir maddi temeli olmadan, haksız bir şekilde atfedilen ''din düşmanlığı'' suçlamasının herhangi somut bir dayanağı yoktur. Aydınlanmacılık sadece teolojiyi ve teolojik düşünceyi dünyevileştirme girişimidir, onun yıkıcı düşmanı değil.

Aydınlanmacılık, kaynağı olan Reform'un bu yönü ile Rönesans hareketinin doğal, mantıksal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Ortaçağ düşüncesi özü itibariyle teokratikti ve Ortaçağ düşünürlerinin hemen hepsi de filozof değil, teologdu dersek yanılmamış oluruz. Bunların (süreç içinde) varlığının bitmesiyle Rönesans'sın başladığını görüyoruz. En somut ifade ile diyebiliriz ki, ''Rönesans, insanın doğaya ve kendisine dönüşüdür.''

Rönesans ile insan, ilgisinin, araştırmasının, düşünümünün ve tartışmasının merkezine doğayı ve insanı, insanın doğayla ve insanın insanla olan ilişkisini koymuştur. Rönesans ile birlikte insan kendisini ve doğayı araştırıp bilebilecek ve açıklayabilecek, evreni kavrayıp dünyayı dönüştürebilecek bir varlık olarak kavramaya başlar. Rönesans ile insanın kendini bilinçli, değiştiren ve dönüştüren evrensel bir özne olarak kavraması, kendini o kadar radikal bir şekilde dışa vurmuştur ki, bu durum tarihsel bir olgu haline gelmiştir. Öyle ki, ''Rönesans insanı'' kavramı işte bu dönem ortaya çıkmıştır.

Rönesans insanı, doğayı ve toplumu, evrende karşılaştığı her şeyi araştırmak, açıklamak ve kelimenin en geniş anlamında ihtiyaçlarına göre değiştirmek ve dönüştürmek istemektedir. Örneğin, günümüzde dünyayı kasıp kavuran covid-19 virüsünün panzehiri olan çeşitli aşıların yakın zamanda bulunması ki, -ileriki günlerde bu aşılar covit-19'un uğrayabileceği mutasyonlarına göre çeşitlilik gösterecektir diye düşünüyorum- Rönasans insanının eseridir. Uçağı, gemiyi, treni, otomobili, radyoyu, telefonu, bilgisayarı, televizyonu, onlarca katlı gökdelen tarzı binaları, içinde yaşadığımız evlerimizi, insanlığın, hatta hayvanların ve bitkilerin bile karşılaştığı çeşitli hastalıklara deva olan ilaçları bulan yine Rönesans insanıdır... Kısacası; Rönesans insanı, doğayı bile yeniden yaratmak istemektedir. Bu mirasın devamcısı olan Aydınlanmacılık, evreni, doğayı, toplumu ve insanı, her şeyi kendine içkin açıklamaya yönelmiştir.

İşte bu nedenle Aydınlanmacılık, adalet kuramını, kaderciliği temel alan ve her şeyin önceden belirlendiğinden hareket eden dini çerçeveden kurtarıp, dünyevi bir çerçeveye oturtmuştur. Bundan böyle adaletin ne olduğunu, varlığı bilimsel manada, somut olarak kanıtlanması imkansız “bazı ilahi güçlere” gönderme yaparak açıklamak mümkün değildir. Her şart altında, adalet, bizzat insanın kendisinin yaptığı ve yıktığı bir kuram ve kurum olarak temellendirilmeye çalışılmıştır.

O halde, Aydınlanmacılığa göre, adaletin kaynağı, toplumun kendisidir. Herhangi bir ''doğaüstü güç'' değildir.