19 Kasım’da ajanslara düşen haberlerde merkezi Paris'te bulunan UNESCO'da düzenlenen 19’uncu Taraf Devletler Genel Kurulu’ndaki seçimlerde 21 ülke arasından 121 oy gibi en çok oyu alan Türkiye, 2013-2017 dönemi için BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtının (UNESCO) önemli organlarından Dünya Miras Komitesi üyeliğine seçilmiş olduğunu öğrendik.

Bu güzel haberin ardından aynı gün Dışişleri Bakanlığı’da kamuoyuna yaptığı açıklamada; “Tüm insanlığın ortak mirası kabul edilen, evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları tanıtmak, toplumlarda söz konusu mirasa sahip çıkma bilincini oluşturmak ve çeşitli nedenlerle bozulan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gereken önlemleri almakla görevli Dünya Miras Komitesi'nin, Türkiye'nin de 11 alanda kayıtlı bulunduğu Dünya Miras Listesi'ne ilişkin çalışmaları yönetiyor. Dünya Miras Listesi'nde halen 160 ülkeden 981 SİT alanı ve kültür varlığı yer alıyor.

Türkiye'nin, Neolitik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi, Anadolu uygarlığının birçok katmanını ve çeşitliliğini temsil eden 11 dünya miras alanının yönetimi ve korunması konularında edindiği deneyim ve birikimini, Dünya Miras Komitesi üyesi olarak uluslararası plana yansıtmayı hedeflediğini, kültürel ve doğal varlıkların evrensel değeri ve bunların korunarak gelecek nesillere aktarımının bir insani sorumluluk olduğu" yönünde seçilmenin de ruhuna uygun biçimde Türkiye’nin konumunu ve görevlerini sıraladı (www.aa.com.tr/tr/haberler/253691). Buraya kadar her şey çok normal ve gayet güzel.

Fakat bu seçilmenin ve konuşmanın çok değil 4 gün önce 15 Kasım 2013 günü hükümet temsilcisi Bülent Arınç İstanbul Ayasofya yakınında Halı Müzesi’nin açılışını yaparken Trabzon Ayasofya Camii'nin de ibadete açılması için karar verdiklerini ve bunun üzerine dava açıldığını belirterek;"İznik Ayasofya'da dava açan olmadı. Ama Trabzon'da dava açan da oldu. Ama çok şükür hukuk devleti olan Türkiye'de artık hakimler var. Çok şükür Trabzon Ayasofya Camii de hukuk kararıyla cami olduğu tescil edildi ve böylelikle 2 tane küçük Ayasofya Camii ibadethane olarak faaliyete geçildi. Darısı demeyeceğim, farklı anlarsınız. Ama Ayasofya Ayasofya derken, sanki gönlüme bunlar geliverdi. Bu mahsun Ayasofya'ya bakıyoruz, inşallah güleceği günlerin yakın olmasını Allah'tan diliyoruz" dedi (www.radikal.com.tr/turkiye/arinc_ayasofyanin_gulecegi_gunler_yakin-1161042)

Arınç’ın bu konuşmasından birkaç gün önce de MHP milletvekillerinden Halaçoğlu’da Ayasofya’nın camiye çevrilmesi için yasa teklifi sundu.

FETİH KÜLTÜRÜ

Bilindiği üzere Yenikapı’da keşfedilen yeni eserlerle İstanbul'un kent tarihi en az 8000 yıl öncesi Neolotik çağa kadar uzanmış oldu.Bu yeni keşiften önce Haliç, İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi arasındaki “Tarihi Yarımada” olarak adlandırılan içinde Ayasofya’nın da yer aldığı bölge içindeki tarihi yapılar 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne içinde 4 ana bölüm olarak dahil edilmişti. Bunlar; Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı da içine alan Arkeolojik Park; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve Tarihi Surlardır.

İstanbul’un, Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan coğrafi konumu, iklimi, benzer birçok neden ve güzelliği binlerce yılın gözde çekim merkezlerinden biri yapmıştır.Roma(Bizans) ve Osmanlı İmparatorluklarına yapmış olduğu başkentliliği, farklı din ve kültürleri ile bu şehrin dünya tarihinde silinmeyecek izlerden birisi de Ayasofya’dır.

Fakat yukarıdaki verilen iki örnek dışında Ayasofya bu günlerde yeniden camiye dönüştürülmesi yönünde sistematik  ve yoğun bir çabanın hedefindedir. Bir yandan Dünya Mirası’nı koruma komitesine seçilecekseniz diğer yandan da Dünya Mirası sayılan Ayasofya’yı eksik kaldığı düşünülen fethi tamamlamak için cabalar sarf etmek!

Ayasofya, resmi açılışının yapıldığı 15 Şubat 360 yılından itibaren yaşadığı yangınlar, depremler, yağmalamalar, mimari değişimlerle tarihini koruyarak  bir şehir müzesi olmayı hak eden ilk sıradaki yapılardandır . Öyle ki siz bu müzeyi daha içerden gezmeden dışından açık bir şehir müzesi varlığı ile sizi bir zaman tünelinden geçirir ve tarihin tüm yorgunluğuna rağmen, içerde ve dışarıda  tüm inanç topluluklarına büyük kubbesi altında yer vermek için çabalamış gibidir.
 
Ayasofya’nın ilk öncül kilise yapıları ile birlikte 1653 yıllık tarihi serüveninde yaşadığı, tanık oldukları ile her din ve inançtan halklar için tartışmasız izleri, dünya insanlık mirasındaki yeri, hukuki mevzuattaki konumu üzerine uzun uzun yazmak mümkün olduğu gibi konuya az da olsa ilgi duyanların çok iyi bildikleri bir konudur. Mesele bunun idrakinde olunduğu halde Ayasofya’nın halen bir fetih, cihat kültürü ile camiye dönüştürme çabasının yarattığı yıkımları anlayamamakta! Diğer inanç ve halk toplulukları dillendirmeseler de bu fetih kültürünü varlıklarına yönelmiş açık bir tehdit olarak algılarlar! Hukukun da katlini!