Naçizane diyorum ki; “Ateşkes” çağrısı yapanlar, Barış Bloku’na dahil olanlar hemen, derhal bir seçim stratejisi belirlemeli ve seçim/seçmen güvenliğini sağlamak üzere harekete geçmeliler.

Yani, çatışmasızlık kararı, sadece çatışmanın taraflarına ya da ısrarla el artıranların inisiyatifine bırakılamaz.

Son duruma bakılırsa, “Ateşkes” çağrılarına KCK’den gelen yanıtlar “Müzakere sürecine dönmeye hazırız. Ama devlet de operasyonları durdurmalı” çerçevesinde, AKP devletinden gelen yanıtlar ise çatışmasızlık sürecinin öncesinden de daha geride, adeta 90’ların diliyle ifade edildiğine göre pek umut verici bir tablo içinde değiliz.

Doğrusu bu ateşkes çağrılarının illaki de bir “denge” tutturmak ve “objektif” görünmek kaygısıyla iki tarafa da AYNI TONDA yapılmasının da, savaş cephesinin işine yaradığını düşünenlerdenim.

Aynı şekilde, “Savaşı kimin başlattığının önemi yok, kimin bitireceği önemli” yaklaşımını da benzer nedenlerle doğru bulmayanlardanım.

Nedeni basit; iktidarı garantilemenin yolunu savaşta ve şehit mitinglerinde görenler, “tekrar seçim” için meclisi çalıştırmayanlar ancak, bu politikayı değiştirirse çatışmasızlık mümkün olabilir.

Bazıları HDP Eş Genel Başkanlarının da KCK’ye, şu dillere pelesenk olan “’Ama’sız,’Fakat’sız silahları hemen susturun” çağrısını hatırlatabilir. Elbette doğru yaptılar. Artık sadece Kürt halkının değil, farklı halkların ve inanç gruplarının temsilcisi olarak meclise girmiş bir siyasi partinin yapması gerekeni yaptılar.

PKK ise pek çok kez ilan ettiği ateşkeslere rağmen, devletin sözüne güvenip gelen bütün barış heyetlerinin içeri atılarak, 10 yıllar boyunca cezaevlerine kapatıldığı, defalarca verilen sözlerin hiç birinin tutulmadığı bir devlet deneyimi karşısında, bir silahlı örgütün verebileceği yanıtı verdi.

Sonuncu “Barış Süreci”nin niye bittiğini hala izah edememiş olan AKP’nin savaş kararını ise neredeyse ağır çekim izledik.

Tam da bu nedenle, onca cenazeye rağmen kamuoyunun yüzde 70’i barış sürecine destek vermeye devam ediyor. Bu desteğe, barış taleplerinin artık acılı haykırışlara döndüğü apaçık görülmesine rağmen, AKP 90’ların dilini de yöntemlerini de terk etmeye niyetli görünmüyor.

Tersine, bir kadın gerillanın cesedine işkence yapılarak Kürt halkının önüne atıldı. Amaç neydi?

Kürtleri daha da tahrik ederek çatışmaları yükseltmek, hatta henüz çatışmalara katılmadığı belirtilen eğitimli, profesyonel PKK gerillalarını da sahaya çekerek ülkeyi tam bir kaos ortamına sürüklemek mi?

Şemdinli başta olmak üzere pek çok yerde 10 binlerle ifade edilen Kürt yurttaş, evini köyünü terk etmek zorunda bırakıldı.

Siz bu on binleri, oy kullanamamaları nedeniyle HDP’den eksilecek oy oranı olarak da okuyabilirsiniz.

Yine “Bordo Bereliler”den sonra bölgeye özel komando tugaylarının sevk edilmeye başlaması, Erdoğan’ın silahların susmasına bile razı olmayıp betona gömülmesini isteyerek ateşkes koşullarını “imkansız”a çevirmeye çalışması, bölgede neredeyse OHAL ilan edilmedik yer kalmaması önemli soruları gündeme getiriyor.

Seçim sandıkları güvenlik güçlerinin denetimine verilecek, seçmenin oy kullanabileceği koşullar ortadan mı kaldırılacak?

Bu oy oranlarını ne kadar etkiler bilemiyorum ancak, anket sonuçları seçmenlerin ısrarla tercihlerini değiştirmediğini gösteriyor. O zaman belki de asıl sorulması gereken şu:

Gizli gündem savaş gerekçesiyle seçimleri tümden iptal etmek mi?

Bu sorular ortadayken, keşke PKK 8 Haziran öncesi olduğu gibi militanlarını geri çekse, ateşkes çağrılarına olumlu yanıt verse, bu kez devlet istediği için değil demokratik kamuoyu, özellikle de “Barış” talebinde bulunan kesimler için silahları sustursa.

Belli ki bu kendiliğinden olmayacak.

Bu durumda çatışan tarafların dışındaki kesimlere iş düşüyor.

Aydınlar, kanaat önderleri, savaş karşıtlarının acilen bir heyet oluşturarak, hükümetle, partilerle, Kandil’le ve mümkünse İmralı’yla görüşmeleri başlatmak üzere harekete geçmesi hayati önemde.

Uluslararası kuruluşların, siyasetçilerin, uluslararası kamuoyunda etkili isimlerin de, taraflar üzerinde hem ulusal hem uluslararası kamuoyu baskısı oluşturulması için devreye sokulması, bütün diplomatik yolların denenmesi gerekiyor.

Olacakları görürken, çağrı yapmakla yetinemeyiz.

Kaybedilen her saniye savaşın boyutlarını büyütüyor ve ülkeyi geri dönülemez bir noktaya sürüklüyor.