Kimsenin neden, neye dair, ne için yaşadığının farkında olmadığı devrin acısıdır bu aslında göğsüme oturan.

Hayatın merkezine yerleştirilen mülkiyetçilik, toplumun bütün ilişkilerini bu merkezden yürütme telaşı, aslında ömrün bir kaç günden ibaret olduğu gerçeğini kavramaktan uzaklaştırıp sadece sıradan önemsiz bir bilgi seviyesine çekmiştir.

İnsanlığın birbirlerini sınıflara, ırklara ve inanışlara bölerek hayatı bu düzen çerçevesinde algılamasının altında yatan gerçek de yine aynı merkezden çıkmadır.

Günlük konuşmalarda dilimizden düşürmediğimiz empati sadece söz olarak kalan hiç bir zaman layıkıyla eyleme dökülmeyen bir kavram olarak kaldı.

kimse birbirini gerçekten anlamak istemiyor, kimse kimsenin derinini görme derdinde değil yüzeysel bir bakışla her şeyi görüp anladığını sanma ukalalığı var sadece.

Dünyadaki sistemlere ve sistemlerin devamlılıkları için yaptıkları zulme hâl ile değil söz ile isyan ediyor gibi görünmeye çalışmanın da başka bir sebebi yok.

Evet ateş sadece düştüğü yeri yakıyor !

Biz de bize vuran sıcaklıktan rahatsız olan vicdanımızı rahatlamak adına acıyla süslü cümlelerimizi devreye sokuyoruz.

bizim duyarlılığımız kıvılcım bize sıçramadan hâl boyutuna geçmeyecek hepimiz biliyoruz.

Ortadoğu'da sınırları yeniden şekillendirmek adına acımasızca katliamlar yapılırken biz coğrafyanın uzaklığını hesaplayıp bize dokunamaz da duruyoruz.

ve çok iyi biliyoruz ki parmak sallayıp sövdüğümüz kapitalizm hepimizin hücrelerinde çoktan yerini aldı bile.

Biz sadece kendine acıyan, kendi hayatının idamesinden endişe eden insanlarız.

Başkaları için kaygılarımız ancak mikro düzeyde yer bulabiliyor makro gelecek kaygılarımız arasında.

Kendisinden başka kimseyi anlamayan ve dinlemeyen, anlaşılmak ve dinlenmek isteyen garabet bir güruhuz artık.

Bizi bu saatten sonra şiir bile kurtaramaz..

Algı referanslarımızı çoğaltabilseydik eğer bir belki kalacaktı yarına dair ama yapmadık yapmak istemedik tek referans üzerinden algı yürütmek daha çok işimize geldi çünkü bütün bireysel menfaatlerimiz o referansta duruyordu.

Yıllardır tüm sosyolojik boyutlarının bilincinde olduğumuzu sandığımız beklenen kaosa bilinçsiz bir şekilde bodoslama daldık yine en gençlerimizin öldürüleceğini bile bile.

Beklenen kıyamet Ortadoğu'dan kopup olanca hızıyla bize doğru gelirken, biz sürecin fotoğrafı içindeki karanlık elleri hâlâ görmemekte fazlasıyla ısrarcıyız.

Kobanê'nin neden düşmemesi gerektiğini de belki de bu yüzden tam olarak kavrayamıyoruz.

Kobanê düşerse aslında tam olarak düşecek olan bir daha ayağa kalkamayacak insanlık olacaktır.

Ki insanlığın adım adım kendi düşüşüne doğru aldığı yolu, sokakların birbirlerine neden düşman olduklarını bile daha tam olarak bilmeden birbirini öldürmeye çalışan insanlarla dolu olmasına bakarak anlamamak mümkün değil.

Zalime çanak tutup zulme isyan eden insanlara acımasızca saldıran, katleden devlet artık dünya kamuoyunda da çete hükmündedir.

İktidarın, devleti kullanarak kendilerini ve edinimlerini kurtarmak, bölgede emperyal güçlere bende bu süreçte söz sahibiyim diyebilmek amacıyla yaptığı bu provokasyonda kaç insanın öleceği çok da umursadığı bir durum olmadığından ölenler sadece rakam olarak yazılıyor günlük tarihe.

ve biz mazlumlar, fakirler olarak ölümün cebinde devletlerin menfaatleri için ilk canı alınacaklar listesinde ilk sıralarda yerimizi muhafaza ediyoruz.

Yine de zulme karşı bir savaş varsa biz asla tarafsız kalmanın alçak sessizliğine bürünmeyeceğiz.

ve yine çok iyi biliyoruz ki emperyalizmin, mazlumların kanı üzerinden kapitalizmi diri tutmak için yaydan çıkardığı ok dönüp dolaşıp mutlaka bir gün kendisini vuracaktır.