“Bu bir kriz değil, manipülasyondur. Sahte bir dalgalanmadır. Gelin bu faizleri düşürelim” sözleriyle gönüllere su serpen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın içinde bulunduğumuz ve iliklerimize kadar hissettiğimiz ekonomik krizi “milli duruşla kolaylıkla atlatılabilecek geçici ekonomik bir türbülans” olarak nitelendirerek ve “katiyen bir panik ortamının söz konusu olmadığına” parmak basarak, günümüze biraz olsun neşe ve mizah kattı... Sabah gazetesi dün ilk sayfadan bir haber yaptı, başlığı şöyle: “Para harcamadan mutlu olmanın 9 sırrı”. Sanki bizi bir şeylere hazırlıyorlar... Aman oyuna gelmeyelim, hiç para harcamadan dış güçlerin yarattığı ekonomik krizden etkilenmemek suretiyle evimizde sessizce oturarak ve Başkanlık nutuklarına pür dikkat kulak kabartarak da, evet, inşallah, Bizans türbülansına, Haçlı spekülasyon ve manipülasyonlarına karşı pekâlâ direnebiliriz!

Bugün yine bir Türk usulü kabare izledik televizyon ekranlarından. TCMB’nin faiz kararının açıklanacağı gün ve üstelik açıklamanın yapılmasından sadece saatler önce Cumhurbaşkanı Erdoğan yine beklenmedik bir biçimde Merkez Bankasına eleştiriler yöneltti. “Merkez Bankası faiz arttırıyor, sonra enflasyona biz katlanıyoruz” dedi, “Merkez Bankası bağımsız ya, ya bu Merkez Bankasının enflasyon tahminleri ne zaman tutmuş ki be?” diye sordu ve “faiz sebeptir, enflasyon netice” şeklindeki dâhiyane teorisini tekrarladı. Yani bilerek ve isteyerek panik yarattı. Bunun üzerine, dolar yükselişe, borsa düşüşe geçti. Ardından saat 14:00 itibariyle Merkez Bankası politika faizini tam 6,25 puan arttırdı. Tabii dolar geriledi, borsa hafiften coştu. Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya’nın Cumhurbaşkanından izin ve onay almadan bu kararı almış olduğu düşünülebilir mi? Pardon hangi ülkede yaşıyorduk biz?

Türk tipi bir “ahbap çavuş kapitalizmi” diye nitelendirilebilecek bir sistem içerisinde debeleniyoruz. Hatta neoliberalizmi bile zaman içerisinde kendi hususiyetlerimize göre yonttuk. Kamuya taşıt alımları 2010 yılında 265,7 milyon lira iken, 2016 yılında bu rakam 2,3 milyara çıkmış (1,1 milyarı hava taşıtı). Yani iktidarın gücü sağlamlaştıkça ve arttıkça, makam giderleri de aynı ölçüde fazlalaşmış.

Cumhuriyet kurulduğunda bir öğretmen maaşı 20 altın ederken, bugün 2 Cumhuriyet altını ediyor. 2002’de özel okulu sayısı 1235 iken, bugün 2018’de 11.830. 2002’de özel okullara giden öğrenci sayısı 222.992 iken, bugün 1.321.000. Ak Parti iktidarları teşvikiyle, eğitim sisteminde özel okulların payı %3’ten %10’a ulaştı.

2002’de İmam Hatip Lisesi sayısı 450 iken, 2017’de tam 3 katlık artışla 1452 oldu. 2002’de İmam Hatip öğrencisi sayısı 71.100 iken, bu sayı 2017 yılında 645.318’e ulaştı. Artık günümüzde toplamda liselerin %15’i İmam Hatip Lisesi. Sadece öğrenciler değil, bazen öğretmenler ve okul idarecileri, müdürler bile bir eğitim öğretim yılının başlangıcında kendilerini İmam Hatip lisesi öğretmeni veya idarecisi olarak bulabiliyorlar...

PISA testlerinde daha 2003 yılında fen, okuma becerisi ve matematik alanlarında 23. sıradaydık. Aradan 12 yıl geçti, 2015 yılında fen alanında 52., okuma becerisinde 50. ve matematik alanında ise 49. sıraya geriledik (72 ülke arasından). PISA örneklemine dâhil edilen liseler arasında en başarısız olanlar meslek liseleri ve meslek liseleri arasında ise en başarısız lise türü imam hatip liseleri oldu. Bununla beraber, İmam Hatip liseleri milli eğitim bütçesinden Fen Liselerinden tam 16 (on altı) kat daha fazla pay aldı. Fen Liselerinin öneminin düşürülmesi amaçlandı. İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin sadece beşte biri üniversiteye yerleşebildi.

Dünyada yıllık 4,5 milyon patent başvurusu yapılırken, bunun yalnızca 100 bin kadarı bize ait. Patent başvurularında Çin’in dünya üzerindeki payı %40,2, Türkiye’nin ise %2,4. Ürünlerini genel olarak kalitesiz olarak değerlendirdiğimiz bir ülke olan Çin’in ihracatında ileri teknolojinin payı %27 iken, Türkiye’nin ihracatında ileri teknolojinin payı sadece %1,9. (Dünya ortalaması: %17).

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel "Ben de, Menderes de, Erdoğan da jakobeniz. Çünkü gücü paylaşmayı sevmiyoruz" demiş, o dönem Başbakan olan Erdoğan ise "Jakoben değilim, üstelik siyasette tekilci anlayışı hiçbir zaman savunmadım. Her zaman kolektif akıldan yana oldum" şeklinde yanıtlamıştı. Güç zehirlenmesi baskıcı yönetimlerin temel sorunudur. Ne derler, bilirsiniz: “Elinizde bir çekiç varsa, her şey çivi gibi görünür…”