21 Mart Aşık Veysel'in ölüm yıldönümü. 21 Mart 1973 tarihinde bu dünyadan göçüp giden büyük Ozan Aşık Veysel gerek şiirleriyle, gerek türkülerindeki tınısıyla ve gerekse yaşadığı sürede toplumsal ilişkileriyle içinde bulunduğu topluma birçok konuda yol göstermiş, örnek olmuş bilge bir dervişti.

Aşık Veysel 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde, köyünün yakınındaki bir merada anasının süt sağmaya gidişinde, yol üstünde doğmuş. Ebe yok, doktor yok. Yedi yaşına geldiğinde çiçek hastalığından bir gözünü, köy şartlarının getirdiği kazaların birinde de diğer gözünü kaybetmiş. Baharın müjdelendiği, dağların çiçek açtığı, mis gibi kekik koktuğu Newroz günü 1973 yılında onun çok sevdiği ''uzun ince yolu''nun sonuna gelmiş.

Aşık Veysel'i geleneksel halk ozanlarından ayrı kılan en önemli özelliği (diğer şeylerle beraber) alaysılığıdır. İki gözünün de görmüyor oluşu onun için hiçbir zaman yakınma konusu olmamıştır. Bilakis, içinde bulunduğu koşulların niteliğini anlamayan kişilere yaptığı eleştiriyle, ''Yeter gayri yumma gözün kör gibi'' diyerek hicveder.

Veysel'e göre toplumdaki adaletsizliğin kaynağı kendi deyişiyle, kimine yayla köy veren, kimine kuru soğanı çok gören ''kambur felek''tir. Adaletsizliğin ortadan kalkması için haksızlıklara ''gözünü yummamak gerekir.'' der Veysel. O, ülke ve dünya sorunlarından söz ederken içinde bulunduğu durumu kader olarak değerlendirmez. Her şeyi tanrıdan bekleyenleri, geçmişi konuşup geçmişle uğraşanları, dünya düzenine, ''böyle gelmiş böyle gider'', ''dünya geçicidir'' diye aldırmayanları eleştirir: ''İleriyi gören geriye bakmaz/İnsanlık yolundan taşraya çıkmaz/Allah cömert ama ekmek bırakmaz/Oturup geçmişi konuşanlara/ Maziye karışmış yıllar da ay da/Onu tekrar etmek sağlamaz fayda/Gören göze ibret vardır her şeyde/Seyret gökyüzünde yarışanlara/ Veysel der kafanı nafile yorma/Dünya fani diye çöküp oturma/Adım at ileri avara durma/ Yoldaş ol refaha kavuşanlara.''

Aşık Veysel için Tanrı veya yaradan, gücü dünyadaki her güzellikte gören tasavvuf anlayışıyla örtüşür. Ona göre Tanrı, yarattığı insanla birlikte olduğu gibi, gizlerini de insana aratan, insani çabasını azami gayretle gösteren bir güçtür. Kısacası her insan Tanrıyı kendi anlayışına göre kavrar. Kimisi için oruç, niyaz, namazdır. Veysel içinse ''cilveli, nazlı, peşi bırakılmaz, uğruna ölünen'' bir sevgilidir.

AŞIK VEYSEL VE AŞK

Aşk, en az insan kadar yaşlıdır yeryüzünde. Aşka, sevgiye tutulmayan insan var mı yeryüzünde? İnsanın var oluşundan bu yana, onun peşini bırakmayan tek güç: Aşk!...Aşık Veysel'in şiirlerinde işlediği aşk buram buram özlem kokar, Anadolu kokar, kırkbin köy, köyü Sivrialan kokar, öylesine içten...''Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan/Bekletme yolları gel deyi yazmış/Sivrialan köyünden bizim diyardan/Dağlar mor menekşe gül deyi yazmış''.

Aşkın alıp götürmeyeceği bir şey yok Veysel'e göre. Varsın götürsün! Ona düşen, ona batan bilir: Sırılsıklam! Bu yola kendini adayanlar gözünü budaktan esirgemez. Ferhat dağları delmedi mi bu uğurda? Aşk bir kez gelmeyegörsün! Uğruna her şeyini vermeyi göze alan, korku nedir bilmez! Acılar üst üste her an gelebilir: ''Pervane ateşten sakınmaz canı/Uğruna koymuşum başı bedeni/Doldur tüfeğini hedef et beni/Yaram doksandokuz yüz olur gider.''

Sevenin de kendine göre bir sınırı olmalı. Özellikle karşılık bulamıyorsa... Böyle bir sınır ancak, Aşık Veysel gibi her bakımdan gerçekçi bir sanatçıda anlamını bulup meyvesini verir: ''Gönül sana nasihatım/Çağrılmazsan varma gönül/ Seni sevmezse bir güzel/Bağlanıp da durma gönül.''

AŞIK VEYSEL VE DOĞA

Bir tek varlığın parçalarıyız. Bir tek doğanın. Ağacın özü neyse, insanın özü de odur. Kurdu kuşu yapan öğeler, insanı oluşturan öğelerdir. Güneşleri, gezegenleri, kısaca bütün evreni oluşturan tozanlardandır (moleküllerden) hamurumuz. Ölüm doğumun bir sonucudur. Doğmasaydık ölmeyecektik. Doğumla ölüm birbirinden ayrılması imkansız iki güç! Ölümün karşısında açlığın, tokluğun yeri mi olur? Ölüm her şeyin bitmesi, her şeyin birden son bulması: ''Ne var ise sende bende/Aynı varlık her bedende/Yarın mezara girende/sen toksun da ben aç mıyım.''

Doğadan geldik. Dönüp dolaşacağımız yer yine doğa. Sezgileriyle bunun bilincindedir Aşık Veysel. Bizi kucağında besleyip büyüten doğa, yine kucağına düşürecek. Sonsuz uykumuzun durağı, varımız da yoğumuz da... Tek sevgilimiz toprak : ''İşkence yaptıkça bana gülerdi/Bunda yalan yoktur herkes de gördü/Bir çekirdek verdim dört bostan verdi/Benim sadık yarım kara topraktır.''

Doğanın bu verimliliğini sezen Aşık Veysel, Sivrialan'da ilk meyve bahçesini yetiştirir. İşin başlangıcında ona inanmayan köylüleri ; ''O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz'' derler.

Doğanın bütün görkemliliğini üzerinde taşıyan ağaçlar!... Ağaç yalnız meyve vermez, doğanın seslerini de duyurur bize. Veysel'deki bu doğa sevgisi onun şiirlerine ayrı bir özellik verir: ''Bahar gelir yaprak açar yaz olur/Aşka düşen ateş olur köz olur/Kaval olur keman olur saz olur/Türlü türlü seda verir ağaçlar''

Aşık Veysel'in inancıyla bütünleşmiş davranışları, onun şiirlerinde de görülür. Doğanın içinde, doğayla baş başa, yan yana ve onunla birlikte yaşar. Doğadaki her şeyin; ateş, ot, böcek ve insanın birbiriyle kaynaşmasını gözlemler. İnsanın insanla durumunu değil yalnız, insanla eşya arasındaki ilişkileri, duygulanmaları, etki-karşı etki durumlarını da ele alır. Böylece Aşık Veysel insana, doğaya, çevresine ilgiyle bakar: ''Sen petek misali, Veysel de arı/İnleşir beraber yapardık balı/Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı/Ben babamı, sen ustanı unutma.''

AŞIK VEYSEL VE SINIFSAL BAKIŞ

Esas olarak Aşık Veysel'de sınıfsal bir bakış, bir duruş yok. Veysel dair, toplumsal düzenden bu manada bir şikayet göremiyoruz. Burada amacımız Aşık Veysel'i eleştirmek değil elbet. Bir durum saptaması. Veysel hem toplumsal konumu, hem de yaşadığı yöre bakımından sınıfsal bakış edinememiştir. Ancak insanlar arasındaki eşitsizliğin ve bu eşitsizliğin insanların işlerinden doğuşunun da farkındadır. Bu ayrımı, hümanist bir bakış açısıyla yorumlar: ''Beni hor görme gardaşım/Sen altınsın ben tunç muyum/ Aynı vardan var olmuşuz/Sen gümüşsün ben sac mıyım/ Tabiata Veysel aşık/Topraktan olduk gardaşık/Aynı yolcuyuz, yoldaşık/Sen yolcusun, ben bac mıyım.''

Yazımızın son bölümünü, Aşık Veysel'in toplumdaki eşitsizlikler konusundaki karşı duruşunu;

''Der Mahzuni Veysel büyük ozandı/Halkın değil, kendi derdini yazandı'' diyerek sitemkar şekilde yetersiz bulan büyük ozan Aşık Mahzuni Şerif'in Aşık Veysel için yazıp türküleştirdiği onbir kıtalık şiirinin bir kaç kıtası ile tamamlamak istiyorum.

Mahzuni : ''Koca Veysel, sen ahrette, yani gerçek dünyada, ben yalan dünyada... Sözlerim senin emrin üzerine oluyor. Ben Mahzuni olmuşsam, tarihi geleneğim Pir Sultan'dan, sözlerim senden, sesim Davut Sulari'den ve yüreğim halktandır. Sana saygılar : ''Ahrette selamım olsun Veysel'e/ Neden sadık yarın kara topraktır/Yiyen yedi konan göçtü dünyadan/Neden sadık yarın kara topraktır/ Toprağın üstünde ağalar gezer/Onlar ekip biçer bağrımı ezer/Başına çalınsın bir karış mezar/Neden sadık yarın kara topraktır/ Ben dünyadan doya doya giderim/Tarihten sızarak soya giderim/Kafam kızar ise Ay'a giderim/Neden sadık yarın kara topraktır/ Koyun vermiş kuzu vermiş ot vermiş/Fakirin hakkını neden kıt vermiş/Fakirler ot yutmuş, beyler et yemiş/Neden sadık yarın kara topraktır/ Babanın gözüne girmez ışıklar/Işıklar da insanın özünü paklar/Hiç kimseye köle olmaz aşıklar/Neden sadık yarın kara topraktır/ Hakaret değil sana muradım/Yıllar yılı Veysel'imi aradım/Benim sadık yarım anam avradım/Neden sadık yarın kara topraktır/ Topraktan yapılır kılıçla kama/Toprağın güneşi benzer akşama/Mahzuni Veysel'in körpesi ama/Neden sadık yarın kara topraktır.''