Neo liberal politikaların acımazsızca uygulandığı günümüz kapitalist sisteminde asgari ücretin artırılmasını talep etmek burjuvazi ve onların hükümetleri için çokta ciddiye alınacak bir mevzu değildir. Bu nedenle sendikaların hükümetlerden müzakere yolu ile asgari bir ücret talep etmesinin bir karşılılığı yoktur.

Yıllardır aynı senaryoyu izlemekten emekçiler çok yoruldu. Yandaş ve devlet sendikası rolünü çok iyi oynayan Hak İş ve Türk İş birbirini tamamlayan iki kardeş sendikadır. Bunlar işçi sınıfının güvenmesinin mümkün olmadığı yapılardır. Emekçilere karşı işlenen suçlarla ilgili dosyaları oldukça kabarıktır. DİSK ise bu oyunu ne kadar çok bozmaya çalışırsa o kadar çok itibar kazanır.

İkinci Dünya savaşından sonra dünyadaki dengelerin değişmesi ile birlikte İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes'in ekonomi politikası ve görüşlerinin uygulamarıyla, aslında kapitalist sistemin sürdürülebilir bir sistem olması için işçi sınıfına bazı sosyal ve ekonomik hakların ‘kazanıldığı’/verildiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde Evrensel nitelikte sözleşmeler, Anayasal düzeyde bağlayıcı iç hukuklar, ILO sözleşmeleri ile ‘sosyal devlet’ kavramı güçlendirilmiştir. Bu kavram yıllardır sosyal demokratlar tarafından ve hata sosyal mücadeleler içinde bulunan toplum kesimleri tarafından savunula gelmiştir. Günümüzde anayasalarda yazılı ’sosyal devlet’ hukuku üzerinden hak talep etme dönemi artık neredeyse sistemi yeniden üretmeye dönüşmüştür.

Özellikle de kapitalizmin küresel şirketler eliyle devletleri kontrol altına aldıkları bu dönemde uygulanan neo liberal politikalar devletin ‘sosyal’ niteliğini tasfiye etmektedir. Emekçilerin geçmişteki kazanımlarına sahip çıkma adına sosyal devlet politikalarına tekrar dönülmesini talep etmesi, aynı zamanda kapitalizme teslim olması anlamına gelir. Bu nedenle Asgari Ücret tartışmalarında insanlık düşmanı kapitalist sistemden insanca yaşanacak ücret talep etmenin hiçbir karşılığı yoktur.

Kapitalizmin kendi ürettiği ve sonradan kendinin tasfiye ettiği sosyal devlet olgusuna sarılarak muhalefeti büyütmek de bu nedenle mümkün değildir.

Kamuda örgütlü sendikalar kendilerini ‘memurların’ mücadelesine adadıkları için Asgari Ücret tartışmasında hiç taraf olmamaktadırlar. Memur Sen ve Kamu Sen asgari ücret oyununda rolleri gereği izleyici durumundalar. Hâlbuki milyonlarca kamuda çalışan emekçinin ücretleri insanca yaşam ücretinin çok altındadır.

Sendikalar Erdoğan’ın, Erdoğan sendikaların jestini beklerken biz muhalifler “ne yapmalıyız” konusuna sürekli kafa yormalıyız.

Mevcut örgütlenmelerle mücadeleyi büyütmenin mümkün olmadığını artık biliyoruz. Sistemin belirlediği gündemler üzerinden mücadeleyi güçlendirmek de mümkün değil. Çünkü sistem bütünlüklü politikalarla, aynı anda ücretlere, doğal yaşama, kentlere, tarıma, hayvancılığa, farklı kimliklere, inanç gruplarına, kadınlara, gençliğe, sanata, bilime saldırmaktadır.

Saldırıları püskürtebilmek için farklı alanlarda lokal düzeyde dağınık olarak mücadele eden bütün güçlerin birliğini sağlamak gerekiyor. Kanal İstanbul’a itiraz etmenin, hükümetin dayattığı asgari ücreti ret etmek anlamına geldiğini bilerek mücadele etmeliyiz. Toplumsal mücadeleler içerisinde üretilen bilgilerin toplumsallaşmasını sağlamak aslında toplumun kendisi için ortaya çıkardığı bir mücadele programıdır. Gerçek birlik ve muhalefet bu söz birliği üzerinde şekillenir.

Kapitalizme karşı toplumsal mücadelelerin yarattığı değişim ve dönüşüm devrimci mücadelenin ta kendisidir. Özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesi kapitalizmi geriletmekle mümkündür. Bu nedenle kapitalistlerin temsilcilerinden hiçbir şey talep etmemeliyiz. Talep etmek neoliberal politikalara teslim olma anlamına gelir ki muhalefetin en zayıf noktasıdır. Asgari ücret talep etmek değil, sömürüye kafa tutmak, rakamlarla kafa karıştırarak umutsuzluğu güçlendirmek değil, sömürüye rest çekmek esastır.