Bir yer düşünün herkesin kendi dinini açıkça yaşayabildiği,

İsteyenin camiye, kiliseye ya da havraya gittiği,

Dinin güçlü olduğu ama sorun haline gelmediği,

Hiç kimsenin bunu artık sorgulamadığı bir yer…

 

Yüzyıllar öncesinde sorunlarını çözmüş, içinde bulunduğu ülkesinin de komşu ülkesinin de fırtınalarının kayıp geçtiği bir yer.

 

İstanbul’da belki şehrin artan gürültüsünden belki artık çekinildiğinden çocukken duyduğum çan sesinin hala kısılmadığı, günün iki saati semasında yankılandığı,

Havrasında ibadet edenlerin huzur içinde ibadet sonrasında sokakta sohbet edebildiği,

Camilerinde Hristiyan azizleri Yuhanna ve Pavlos’a, Yahya ve Yunus Hazretleri diye dua edilen bir yer…

 

Ezan, çan, hazan sloganın birleştiği yer burası: Antakya…

 

Bugünlerdeyse sokakları gergin bu şehrin.

Nedeni bölgedeki Arap baharının kışa dönüştüğünü kapı komşusundan seyretmesi,

Ve sınırı tek aşanın savaştan seken kurşunlar olmaması…

 

Sokaklarında gazeteciler dolaşıyor artık Antakya’nın.

Hepsi çatışmaları buradan izlemeye gelmiş.

Yanlarına birer Arap tercüman ile bilgi almaya çalışıyorlar.

 

Bölgede ilk kez bu kadar açıkça konuşuluyor mezhepler arasındaki gerginlik.

Bu kadar yüksek sesle dile getiriliyor.

Musa Dağı’nda çekilen acılar bile sokaklarda bu kadar dile gelmezken,

Şimdi kendilerinin olmayan acılar yükleniyor sokaklarına…

 

Antakya’nın en büyük korkusuysa Suriye’deki kıvılcımın evlerine düşmesi…

Peki bu güvercin tedirginliğine karşı ne mi yapıyorlar?

Bölgedeki kavganın fitilini ateşleyen nedene, dinlerine sarılıyor herkes.

Belki bu kez barış getirir diye…