Mehmet Salmanoğlu, Salman Altunöz, Vasi Köse, İsmail Zubari ve diğerleri

İsveç’te bir Süryani aile demişti; Dünya’nın en güzel yemekleri Antakya’da yapılırmış. Şehrin içinde olan bir kimse muhtemelen bunu ayırt edemez. Mukayese edemez. Sanır ki tüm yemekler öyledir. Lezzetlidir. Tüm kitap sitelerinde sadece üç tane Antakya yemek tarifi kitabı buldum. Oysa velev ki bir ekip kurulsa yemek ansiklopedisi yapılır...

Yine o aile demişti. Şehrin sözlü ve yazılı kültür derlemecileri olmalı, olsaydı iyi olurdu. Zira insanlar aktarmıyor sonraki kuşaklara, ne sözü, ne türküyü, ne maniyi, ne ağıtı, ne enteresan insan hikayelerini…

Unutuluyor.

Unutmak bir çeşit Alzheimer hali. Yaşanmış ama farkında değil.

Düşündüm… Kim yapabilir bunları…

Belediyeler? Allah korusun, bu sözüm bir anayasa kadar kesindir, bir şeye belediye karıştı mı onu mundar eder. Her türlü belediyenin aklı, reklam ve rantın ötesine gitmez. Asla bu iş belediyeler gibi aciz ve kullanılmaya müsait bir kuruma teslim edilemez. Zaten onların karıştığı her iş mundar olur. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

O zaman kim bunları derleyebilir?

Gönüllüler ve sivil kurumlar.

Kim bunlar?

Halkı ile haşır neşir olmuş, tarihsel ve sosyolojik üretilen tüm birikimin farkında olan insanlar. Duyarlı insanlar. Başta eskiden toplumsal politikanın içinde yer almış insanlar. Popüler politik popülizmin ağına düşmemiş, yaşadığı köyün, mahallenin, şehrin tarihsel sürecine vakıf, dün bugün ve yarın bilincine sahip inanlar…

Var mı bu insanlar?

Allahıma kitabıma bu insanlar Antakya coğrafyasında binlerce ifade edilecek kadar çoklar.

Altunözü’nde bile elli isim saydım kendi kendime. Defne’de iki yüz isime kadar varabildim. Hele Reyhanlı, hele İskenderun… Şükür bu insanlardan çok ne var?

Bu hayat akıyor ağabeyler, ablalar. Sonraya ne kalır diye düşünüyor insan.

Bu Hristiyan komşumuzun mutfağında neler pişmiş neler, şu Yahudi evlerde ne ritüeller var, şu bizim Alevilerin ne zengin folkloru var. Ya Türk (Sünni) komşularımızın evlerinde yapılan tatlıların tadı nerede var?

Şu Antakya coğrafyasına bakın hele. Türk (Hanefi, Şafi), Arap (Alevi, Sünni, Hristiyan, Bahai), Hristiyan (Rum, Katolik, Ortodoks, Protestan, misyoner), Yahudi, Ermeni, Kürt (Alevi, Sünni), Çerkes, Dom (Aşiret), Afgan(Kırgız, Özbek) ve Laz. Allah aşkına var mı öyle bir coğrafya Türkiye’de? Var mı öyle bir zenginlik…

Antakya’da bir dernek var. Ortadoğu Arap Halkları Araştırma Enstitüsü-Derneği. Bu adamlar koca koca kelli felli adamlar. Kurmuşlar derneklerini. Acaba bu Antakya coğrafyası folkloru adına ne ürettiler şimdiye dek? Ben söyleyeyim size, üç beş panel, üç beş araştırma… “Ya Ğay Bu Şum….” der bizim Antakyalılar BES bu kadar mı? Koca koca kelli felli etekli adamlar, kadınlar…

Mizah kaldırır bir yanı olmasa da, durumu ancak mizahla açıklayabiliriz.

Bakın bu coğrafya Hitit, Eski Mısır, Makedonyalı Büyük İskender, Romalılar, İslam Orduları, Selçuklular, Bizanslılar, Osmanlılar görmüş bir coğrafya. Öyle kadim…

Şimdi bu topraklara borç ödemek gerekir. Tarihe borç ödemek sözlü ve yazılı tarih, kültür, ekin derleme ile mümkün olur.

Lazım olan şeyler ise şunlar. Gönüllülük, kağıt, defter, telefon ile çekilen kaydedilen materyaller, Youtube kanalları ve sosyal medya sayfaları. Bu kadar. Ne kadar maliyetsiz. Ne kadar mümkün…