Bugün yine bir 8 Mayıs. Benim için en kötü günlerden biri. 08 Mayıs 1980 günü, günün karanlıklara dönüşmesine yakın saatlerde, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp fakültesi, 2. İç Hastalıkları bölümünde, anneciğim Dünya’ya gözlerini yumdu. Evde acıları çekilmez duruma gelince, buraya yatırmıştım. Kalp yetmezliği sorunu vardı, solunum (nefes) zorluğu çekiyordu. Durumu belirsizdi. İçim parçalanarak, “Bir diyeceğin var mı anneciğim” diye sordum. “Ne diyeyim oğlum” yanıtını verdi. Bu anneciğimden duyduğum son sözcüklerdi. Benliğimi ısıtan sesini bir kez daha duyamadım. Yapılan iğneler, verilen ilaçlarla acıları dinmişti. Ölümüne çözüm bulunmadı. 3 gün sonra bir Anneler Günü’nde, İstanbul Topkapı’da toprağa vererek, annesiz yaşamaya başladım. Annesiz yaşamak alışılması çok güç bir durumdu. 41 yıl sonra bile alışabilmiş değilim.

Dünyaya baktığım ilk ayna olan sevimli yüzü, renkleri ilk tanıdığım deniz mavisi gözleri, kokuları ilk duyumsadığım, tanıdığım yanakları aklımdan hiç çıkmaz.

Anneciğime sevgim hiç bitmiyor. Her anımsayışımda, gözlerim buğulanmadan, yaşlar yanaklarıma doğru akmadan duramıyorum. Bu elimde olmadan dışa vuran bir davranışım.

Çok güveniyordu bana. Tutunacak tek dal gibi sarılıyor, seviyordu. En güvendiği varlığının ben olduğumu sezinletiyordum. Bu sevgisini, güvenini hiç kötüye kullanmadım. Daha akıllı, daha sevecen, yalansız, gerçekçi duygularla yaklaşıyordum kendisine. Buna yaraşır bir insandı. Çevrede sevilen bir çocuk, genç olmamdan son derece mutlu oluyordu. Yaşamımda yalansız, içten, dürüst davranma alışkanlığımı, anneciğimin sevgisiyle kazandığımı anladım. Bir türlü yalan söylemeyi başaramayışımda, anneciğimin önemli payı var. Anneciğime, başka çocuklarından hep farklıydım. Ben de kendisine, başka çocuklarından hep farklı, daha içten, daha saygılı, daha gerçekçi davranıyordum. Bunlar yapmacık değil, doğal davranışlarımdı.

Bir Anadolu kadınının çektiği çilleri benliğinde yaşadı. Yarı aç, yarı tok günün ışınlarıyla tarlaya varıp karanlık çökünceye dek, elindeki kazmayla, toprakla savaşır, ekinleri ekmeye, biçmeye çalışırdı. Bunları geçimini sağlamak, çocuklarını beslemek için yapmanın dışında başka bir amacı olmazdı.

Kırsal alanda yaşayan kadınlar gibi bilgi dağarcığı çok sınırlıydı. Doğduğu köyün, komşu köylerin dar sınırları içinde yaşamıştı. İstanbul’a yanıma getirdiğimde, kendisi için yeni dünyalar görmeye başlamıştı. Arabamla İstanbul’un güzel yerlerini tümüne yakınını gezdirmiştim. Buralarda yine doğduğu, yaşadığı köyü özler gibi duygular içinde olduğunu sezinliyordum.

Yüreği, yüzü gibi tertemiz, kötülük barındırmayan bir yapıdaydı. Bana göre Dünya’nın en iyi insanlarından biriydi. Çocuklarının, tanıdıklarının biriyle ilgili olumsuz davranışı olduğunda, bu davranışın altında bile iyilik düşüncelerinin olduğunu görürdüm.

Ölüm insanı sevdiklerinden fiziksel olarak ayırıyor, yüreğindeki sevgiyi bitiremiyor.

Anneciğimi her anımsayışımda, İlkyaz’da coşmuş ırmaklar gibi akıyor sevgi selim.

Arada düşlerimde görüyorum, eski bir resmine bakıp birlikte yaşadığımız günleri anıları yeniden yaşıyorum.

Sevgili anneciğimi, yalnızca 8 Mayıs günleri, Anneler Günü kutlamalarında değil, her zaman bitmeyen özlem duygularımla anıyorum. Yattığı yeri yüreği gibi aydınlık olsun, ışıklar içinde uyusun.