Geçtiğimiz günlerde bir öğretmen arkadaşım sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşımda bulunmuş:

“Öğrencilerimi okul kütüphanesine götürdüm geçen gün. Şöyle konuştuklarını öz hakiki kulaklarımla duydum: "Oğlum bak Aşk-ı Memnu, aaa Yaprak Dökümü, tüm diziler roman olmuş lan..."

Ben de, ‘normal’ diye yorum yaptım. Benim yoruma ateş püskürenler olmuş ama öğretmen arkadaşımın öğrencilerinden biri şöyle bir yorum yapmış:

“Hocam, bence çocukların geleceğiyle oynuyorsun. Kitap okusunlar da bizim gibi mi olsunlar? Lise mezunu olsunlar yeter. Sonra ticarete atılırlar, zengin olurlar. Kitap okuyup 'eğitimli' olan bizlerin kaderini de onların iki dudağının arasından çıkacak kelimeler belirler. Marks emmi hayatın bu diyalektiğini görememiş; biz Engels değiliz ki babamızın fabrikalarını bırakıp devrim peşinde koşalım.”

Bu paylaşım bana girişimcilik kursundaki öğrencilerimle yaşadığım bir diyaloğu hatırlattı. Öğrencilerime hayallerini sormuştum. Ebeveyn olanlar çocuklarına iyi bir gelecek kurma hayallerinden söz etti. Biraz açmalarını istedim; iyi okullarda okutmaktan falan bahsettiler. Neymiş efendim, iyi okullardan mezun olurlarsa bütün iş kapıları açılacakmış kendilerine. Ben de onlara çocuklarını okutmamalarını söyledim. İlk duyduklarında biraz garipsediler. Çocuklarını okutmak, yüksekokullara göndermek yerine meslek edinebilecekleri alanlara yönlendirmeleri önerisinde bulundum. Arkadaşımın öğrencisinin paylaşımında olduğu gibi, illaki okutacaklarsa da zanaatkarlık öğrenirken, meslek lisesi ve benzeri yüksekokulları tercih etmelerinin daha doğru olacağından bahsettim. Sözlerimi şöyle sürdürdüğümü hatırlıyorum:

“Üniversite mi? Hiç gerek yok. İş öğrensin, çalışsınlar. Ondan sonra çok canları istiyorsa okusunlar. Bakın bir tavsiyem daha var. Çocuklarınızı özenip de, küçük yaşlarda yok efendim piyano kursu imiş, bale imiş, tiyatro imiş, bu gibi etkinliklere sakın göndermeyin. Hele kitap, hiç okutmayın: İlla okuyacaklarsa marketler sepetlerinde 1 liraya 5 liraya satılan kitaplardan alın. Televizyonda opera, kitap ve tartışma programı falan varsa hemen düğmeye basın kapatın ya da Fatih Ürek’in, Seda Sayan’ın olduğu bir kanalı bulup izletin. Gerçi onlar artık çok geç saatlerde yayınlanıyor da. Zaten bu aşamalardan sonra çocuklarınız en fazla üniversitelerin kafelerine gider.”

Ben böyle kaptırmış giderken bir öğrencim, hayli şaşkın bir yüz ifadesiyle, “Hocam bizi mi deniyorsunuz” dedi de, kendime geldim. Ama kendisi okumuş olsaydı asgari ücretle sürünmek zorunda kalmayacak olduğunu iddia eden bir başka öğrencimin sözleri üzerine tekrar coştum: “Eğer okumuş olsa idin, fakülte mezunu olarak asgari ücretle çalışıyorum diye daha çok mutsuz olacaktın. Hiç okumasaymışım da vakit kaybetmeseymişim keşke diyecektin. Okumamış olan ama hayata senden daha erken başladığı için işi öğrenen amirinin yerinde olmadığın için okuduğun yıllara acıyacaktın.” diye cevap verdim. Sözlerimi, “İki elini de göğüs hizasında açıp gözlerini belerte belerte, ‘Aaa okumak lazım’ diyen ve bana idealizmi aşılayan kişiyi bulursam yapacağımı biliyorum.” şeklinde bitirdiğimi hatırlıyorum.

Tabi o kadar cümleyi hiç susmadan ve teklemeden yarım saati aşkın süre içinde art arda sıralamamdan dolayı öğrencilerin gözleri de iyice yuvalarından fırlamıştı. Neyse ki ikna oldular; sayemde onların çocukları mutsuz okumuşlar yerine mutlu cahiller olacak.