1935 yılında yapılan seçimlerde meclise tam 18 kadın milletvekili girdi. Bu sayıya göre, Avrupa’dan sonra parlamentodaki kadın adedi bakımından ikinci konumundaydık. Günümüzde yapılan araştırmalara göre ise “siyasette kadın” konusunda 144 ülke arasından 131. sıradayız. Sıla-Ahmet Kural hadisesi sayesinde ülkemizdeki kadın hakları ve kadına şiddet konuları tekrar gündeme oturdu. Hâlbuki biz toplum olarak bu meselelere hiç uzak ve yabancı değiliz. 1980-1990’lı yıllarda sevgilisini veya karısını döven, kurşunlayan, kurşunlatan ve öldüren ses sanatçıları ve mafya liderleri (hatta bazen kadınlar tarafından da) alkışlandı ve takdir gördüler.

“(Erdoğan) bizi damatlarımız nezdinde mahcup duruma düşürdü. Onlar da akıllı çocuklardı” diyerek şahsi bir sitemini dile getiren eski ve gedikli siyasetçi Hüsamettin Cindoruk çok da haksız sayılmaz. Malum olduğu üzere geçtiğimiz senelerde Erdoğan sürekli olarak özünde fevkalade bir felsefe ve stratejik derinlik içeren şu söylemini ifade ediyordu: “eğer Türkiye’de diktatörlük olsaydı, bana diktatör diyemiyor olurdunuz”. Suriye asıllı gazeteci Hüsnü Mahalli bir yazısında Cumhurbaşkanına “diktatör” göndermesi yaptığı için 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Buna göre, eskiden olmayan diktatörlük rejimi artık ülkemizde geçerlilik kazandı mı demek oluyor?

Yapılan en güncel anketlere göre yerel seçimlerde Ak Parti’nin alacağı oy %40’ın altında seyrediyor. İşte bu yüzden, daha önümüzdeki 4-5 ay popülist ve bütçe disiplinine aykırı politikaları ve kararları görmeye devam edeceğiz. Moody’s “2019 Görünümü” raporunda, iç siyasi risklerin İtalya, Brezilya, Türkiye ve Arjantin’in kredi görünümünde baskı yaratmaya devam edeceğine” değiniyor. Fakat Beştepe Sarayının aylık masrafı 1 milyon lira iken, kendisini “bir garip” olarak nitelendiren değerli Cumhurbaşkanımızın aylık maaşı (yine kendi karar ve talimatı doğrultusunda) 74 bin liraya çıkarıldı. Ne de olsa “itibardan tasarruf olmaz” ve kredi derecelendirme kuruluşları bunu anlayamaz...

Türkiye’de şu an 280.000 civarında tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu konuda Avrupa birincisiyiz, ikinci sıradaki İngiltere’de toplam tutuklu ve hükümlü sayısı bizim ancak yarımız kadar. Şimdiye kadar konkordato ilanlarıyla ertelenen borç miktarı 15 milyar TL’yi bulmuş. Dolayısıyla bankaların batık kredi oranları artıyor ve daha da artacak. Metropoll araştırma şirketinin yaptığı ankete göre, “Son iki yıl içerisinde sizin veya ailenizin geçim şartları/refah düzeyi nasıl değişti?” sorusuna %63,2 oranında “Kötüleşti” cevabı verilmiş. Türkiye’de yapılması planlanan 12 milyar dolarlık sözleşme değerinde olan ve devletin 25 yıl içerisinde 31 milyar dolar ödeyeceği 30 şehir hastanesi bulunuyorken, Avrupa Yatırım Bankasına göre, “şehir hastanesi” yatırımları %24 pahalı ve alınan krediler ise devlet borçlanmasına göre %83 daha pahalı. Sadece İstanbul’da (kayıtlı) müteahhit sayısı 60.000’in üzerindeyken, nüfusu Türkiye ile aynı bulunan Almanya’da müteahhit sayısı sadece 3.000. Peki bu rakamlar Avrupa’nın ekonomik lokomotif gücü olan Almanya’nın inşaat işinden hiç anlamadığı anlamına mı geliyor?

Yıllık et tüketimi ABD’de 120 kg iken, AB ortalaması 80 kg, Türkiye’de ise sadece 15 kg. Hal böyleyken, Cumhurbaşkanımız “halkımız çok et yediği için et sıkıntısı çekiyoruz ve et ithal ederek bu sorunu çözeceğiz” tezini dile getiriyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ise "Eti biraz daha az yersek bu iş çözülecek" beyanında bulunuyor. Hindistan’da kişi başına düşen yıllık et tüketimi 5 kg. Dolayısıyla resmi din olarak Hinduizm’i kabul etmek de kesin çözüm olabilir.

Her ne kadar yapılan anketler Ak Partinin oyunun azaldığına ve insanların artık ekonomik şartlarının kötüleşmesinden yakınmaya başladıklarını gösterse de ve bu yerel seçimde Cumhur İttifakı söz konusu olmamasına rağmen, memleketimizde mevcut bulunmayan muhalefetin tarih yazan beceriksizlikleri nedeniyle büyük bir ihtimalle hiçbir şey değişmeyecek. Ankara’da 1994 senesinde Melih Gökçek’in ilk kez ve çok ufak bir oy farkıyla büyükşehir belediye başkanı seçilmiş olduğu seçimleri hatırlarsak, Melih Gökçek’in bu başarısının tek ve gerçek mimarı, Ankara’da irili ufaklı 3 ayrı sol partinin 3 ayrı aday göstermiş olmasıydı. Ardından, Melih Gökçek çeyrek asır boyunca Ankara’ya hükmetti...

Haluk Şahin’in bir kitabından alıntı yaparak bitirelim: “Tarih boyunca insanlar hep savaşların içine Tanrıları yerleştirmişler. Tek farkla; o zamanlar Tanrılar kendi aralarındaki kavgaları insanlar üzerinden yapıyordu. Şimdi ise insanlar kendi aralarındaki kavgaları Tanrılar üzerinden yapıyorlar. Hatta bazen aynı Tanrı üzerinden… Hele bu bizim coğrafya birbirini öldürerek aynı Tanrı’nın cennetine gideceğine inananlar ile dolu…”