Kim hangi şapkadan, ne zaman bir anayasa çıkarıp da toplumun önüne koyacak bekliyoruz. Kısa mı olacak, uzun mu olacak, başkanlık sistemi olacak mı olmayacak mı vs. diye.

Tabii bu çerçevede herkesin, –herkesin dedimse siyasi iddiaları olan herkesin demek istiyorum- bir anayasası var aslında. Gönüllerindeki aslanları yani.

Olsun! Ne sakıncası var ki mademki anayasa nasıl birlikte yaşayabileceğimizin kurallarını ifade edecek, o zaman herkesin de bu konudaki görüşünü söylemesinde ne sakınca olabilir ki? Herkes nasıl bir Türkiye istiyor, yani birlikte yaşamak adına hangi düşüncelerinden taviz verebileceğini ortaya koysun ki doğru dürüst tartışalım ve doğru dürüst bir anayasa yapalım.

Bence ülkemiz böyle bir atmosfere doğru ilerlerken, ilerleyenlere bir iki konuyu da ben hatırlatmak isterim.

Bunlardan birincisi anayasayı düşünürken nasıl bir dünyada olduğumuzu düşünerek anayasayı düşünmeliyiz diyorum. Yani ne demek istiyorum:

Bugünün toplumlarına kulak kabartırsak, –hangisi olsa farketmez-, konuşulan konuların başında küresel ekonomik kriz, işsizlik ve yoksulluk gibi konular gelir. Hep mi böyleydi? Belki ama bugün küresel düzeyde yaşanılan ve gelmiş geçmiş krizlere taş çıkartan kriz vurmadan önce birçok insan böyle düşünmüyordu. Herşey yolundaymış hissi yaygındı.

1980’lerden bu yana bütün dünyayı hegemonyasına alan bir iktisat anlayışı yalnızca merkez ülkelerde değil eskinin Doğu Bloku ülkeleri de dâhil birçok gelişmekte olan ülkesinde etkiliydi.

Serbest piyasanın öne çıkarıldığı, rasyonel, rasyonel olduğu için her an kâr ve maliyet hesapları yaparak yaşayan bireyler dünyası olarak özetleyebileceğimiz bu anlayış içindeki aktörler dünyayı öyle bir yere doğru sürüklediler ki, eskinin kamusal araçları olan “regülasyonları” da rafa kaldırarak kârlarını telaffuz dahi edilemeyecek noktalara taşıdırlar.

Sonra ne oldu?

İşte sonra olan, “Ne olacak bu dünyanın hali?” karamsarlığı ve melankolisi oldu.

İşler öyle kötü gitti ki daha dün “merkez bankaları bağımsızdır, bağımsız kalacaktır!” diye tepinenler şimdi çaktırmadan “merkez bankalarının bağımsızlığına aldırmaksızın merkez bankalarına yeni görevler vermekteler. (Siz hiç bu günlerde bağımsızlığı zedelendiğinden dolayı istifa etmiş bir merkez bankası başkanı duydunuz mu?)

Uzatmayalım!

Dünyada iktisadın “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışlı paradigması çökmüş bulunmakta. Bunun teyidi zaman alacaktır ama daha bugünden toplumdaki gelir dağılımı bozukluklarını dert edinen, insanlığın rekabet kadar işbirliğine ve dayanışmaya ihtiyacı olduğunu düşünen, aç insanlar açısından düşünce ve fikir özgürlüklerinin çok anlamlı olmayacağını bilen yeni bir iktisat anlayışı oluşmakta.

İşte böyle bir iktisat anlayışını tartışmadan anayasa yapmak mümkün olacak mıdır? Anayasada “Her koyun kendi bacağından asılır!” anlayışıyla ele alınacak ekonomik konularla anayasamız bugün dünyanın da ülkemizin de içinde bulunduğu gerçeklerle ne ölçüde uyumlu olacaktır?

Dolayısıyla demek istiyorum ki herşeyin “sıfır noktasında” olduğu bir dünyada yaşamıyoruz. Dünya karışık ve sıkıntılı günlerden geçiyor. O nedenle de içinde bulunduğumuz momenti iyi anlamak ve iyi değerlendirmek zorundayız.

Böyle baktığımızda da anayasanın ekonomik olarak işbirliklerini ve dayanışmaları destekleyen, insanların kendi ekonomik geleceklerini etkileyecek kararlara katılımını özendiren, sistemden çok, insana odaklanmış doğru dürüst bir anayasa olması büyük ölçüde içinde bulunduğumuz küresel ekonomik atmosferi nasıl yorumlayacağımıza bağlı. Bir tartışmanın da burada kopacağı ortada.

Anlayacağınız işimiz hiç de öyle kolay değil.