Anarşizmi incelemeden önce, anarşizm hakkında bugüne kadar yaygınlaşmış olan genel bir kanıyı hatırlatarak ve bu kanının yanlışlığını ortaya koyarak işe başlamak yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Gündelik konuşmada, yani halk dilinde anarşist denildiğinde ''her türlü düzene başkaldıran, hiçbir düzeni tanımayan veya istemeyen'' kişiler anlaşılır ve bu anlama biçiminin temeli 1789 Fransız Devrimine kadar uzanır. O dönemde var olan toplumsal düzeni yıkmak ve değiştirmek isteyen kişiler için kullanılan bu olumsuz niteleme, zamanla gündelik dile de yerleşmiştir. Oysa anarşizm, sanılanın aksine bir toplumsal düzeni hedefler. Fakat hemen belirtmeliyiz ki, anarşizmin idealize ettiği toplum düzeninde devlete yer yoktur.

Daha açıkçası anarşist denilince, tüm düzenleri reddeden, toplumda karmaşa ve düzensizlik yaratmak isteyen kişiler anlaşılır. Oysa anarşistlerin karşı olduğu, bir toplum düzeni değil, hiyerarşik esaslara dayalı devlet ve onun temsil ettiği otoritedir. Kökeni Eski Yunancaya dayanan anarşizm, ''güç yokluğu'', '' yönetimin, devletin yokluğu'' anlamına gelir. Dolayısıyla anarşizm, bireyin toptan özgürlüğünü, devlet kurumunun yokluğunda da insanların bir toplum düzeni, üstelik daha adaletli ve daha özgürlükçü bir toplum düzeni kurabileceğini savunan ve bu anlamda da düşünsel olarak saygınlığı olan bir ideolojidir.

Anarşizme göre, bütün devletler özgürlükleri kısıtlar. İnsanlar için gereksiz masraflar çıkarır ve devlet, tüm bunlar yetmezmiş gibi yalnızca belli insanların ya da belli sınıfların çıkarlarını koruyup kollayan, diğer insanları da hem sömüren hem de özgürlüklerini zor kullanıcı araçlarıyla kısıtlayan, özü itibariyle kötü bir kurumdur.

Bu ideolojinin klasik temsilcilerinden Pyotr Alexeyeviç Kropotkin (1842-1921), Çağdaş Bilim ve Anarşi adlı eserinde toplum anlayışını sözünü ettiğimiz ilkelerden yola çıkarak şöyle açıklar;

''... Biz toplumu, geçmiş barbarlık ve zulüm düzenlerinin bize mirası olan yasalarla ya da ister seçilerek, ister zorla başa geçmiş egemenlerle yönetilen bir yapı olarak değil, tıpkı adetler, gelenek- görenekler gibi özgürce oluşmuş karşılıklı anlaşma, rıza ilişkilerine dayalı canlı bir organizma olarak görüyoruz.... '' ( P. A. Kropotkin Çağdaş Bilim ve Anarşi, sayfa 75. Çeviren Mazlum Beyhan, Ankara, Öteki Yayınevi. )

Temel açıdan bakıldığında anarşizmin, modern dünyanın özgürlük ve eşitlik vaadinin başarısızlığa uğramasına bir tepki olarak gelişmiş olduğunu görüyoruz. Anarşizmin savunucuları, Fransız Devrimini tüm özgürlük vaatlerine karşın ağır bir ''terör'' döneminden geçerek imparatorluk kurmakla suçlanmışlardır. Onlar ortaya çıkan toplumsal eşitsizliklere dayanan ve bu eşitsizliklerin süreklilik kazanmasına yol açan devlet kurumunun merkezi rolünden kaynaklandığına inanıyorlardı. Kendi başına bırakıldığında doğal olarak örgütlenebilecek olan toplumun üstünde bir kurum olan devlet, tüm özgürlüklerin temelden zedelenmesinin kaynağıydı. Bu anlamda, anarşizmin temel sorununu genel olarak devlet karşıtlığının oluşturduğunu söylememiz mümkündür.

Anarşizmin toplum anlayışında devletin dışlandığı, fakat toplumsal düzen düşüncesine yer verildiğini görüyoruz. Zaten Kropotkin'e göre anarşi (anarşizmi kastediyor) başkalarını kendi iradesine bağlayan hiçbir saltanatı, despotu, kulluk ilişkisini kabul etmediği gibi, sürekli olumluya doğru bir değişimi, daha doğrusu ilerlemeyi kabul eder.

Kropotkin'de toplumcu yönü öne çıkan anarşizmin, ilk olarak Alman filozof Max Stirner tarafından savunulmuş olan bireyci bir başka biçimi de bulunur. Farklı geleneklerden oluşan bireyci anarşizm, bireysel bilincin ve bireysel çıkarın, herhangi bir kolektif organ ya da kamu otoritesi tarafından engellenmemesi gerektiğine inanır. Yani Stirner'in felsefesi bireyci anarşizmin egoist biçimidir. Stirner'e göre tanrı, devlet, ahlak kuralları ve toplumu dikkate almadan istediği gibi özgürlüğünü yaşayan bireyin, toplum üyelerine karşı hiçbir sorumluluğu yoktur. Stirner, mülkiyeti haklarla değil, güç ve kudretle sahip olunan varlıklar olarak görür. O, merhametsizliğe saygının gösterileceği egoistler birliğini, insanları bir araya getirecek örgütlenme modeli olarak görür. Stirner'e göre, her bireyin kendi özgürlüğünü savunması tüm insanların gelişimi için bir ön koşul anlamındadır. Başta Stirner olmak üzere bireyci anarşistlere göre toplum hayatı, diğer insanlarla karşılıklı yarar ve dayanışma çerçevesinde kurulacak bir ortaklığa dayalı olmalıdır. Vurguyu eşitlikten çok özgürlükler lehine yapan bu yaklaşımın savunucuları, 20. yüzyılda anlam değişikliğine uğrayıncaya kadar liberter olarak adlandırılmışlardır.

Ayrıca anti militarist ve savaş karşıtı olması bakımından anarşizmin devlet karşıtlığı ilkesini tutarlı sonuçlarına vardırmaya çalışan pasifist anarşizm geleneğinden de bahsetmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Anarşizm'de önemli bir yere sahip olduğu görülen yeşil anarşizm'den de kısaca söz etmek gerekiyor. Daha çok 20. yüzyılın ikinci yarısında artan çevre sorunlarının bir ürünü olarak da görülebilecek olan yeşil anarşizm, özellikle doğa-insan ilişkisi üzerinde duran bir anarşist düşünce hareketi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hareketin temel sorunu, sanayi öncesi toplumu, hatta bazen tarım öncesi toplumu yeniden canlandırmaktır. İnsanları doğal yaşama yabancılaştıran teknoloji ve ilerleme düşüncesiyle ifade edilen sanayi toplumu bu hareketin eleştirilerinin ağırlık merkezini oluşturur.

Anarşist fikirlerin gelişiminde önemli fonksiyonları olan bazı düşünürler, modern siyasal dünyamızda özgürlük ve eşitlik adına yürütülen politikalara ilham kaynağı olacak bazı düşünceler ileri sürmüşlerdir. Bu anlamda, öncelikle ''mülkiyet hırsızlıktır'' görüşünü ileri sürerek modern kapitalist toplumdaki eşitsizliklerin kaynağını eleştiren Fransız filozof Pierre - Joseph Proudhon'u ( 1809- 1865) anabiliriz. Rus anarşist Mikhail Aleksandroviç Bakunin ( 1814-1876), kendi anlayışını ''sosyalizm olmadan özgürlük imtiyaz ve adaletsizlik, özgürlük olmadan sosyalizm kölelik ve vahşettir'' şeklinde özetlemiştir. Diğer Rus anarşist Pyotr Kropotkin ise anarşizmi, ''hükümetsiz komünizm'' olarak tanımlamıştır.

Anarşizmin temelinde devlet karşıtlığı ve toplumun doğal düzeni gibi ortak değerler olmasına rağmen anarşizmin, somut siyasi anlayışında en belirleyici rolü ve köklü anarşist geleneği anarşist komünizm görüşü temsil etmiştir. Anarşist komünizm, toprak ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, gevşek bağlarla birbirine bağlı olan yerel siyasi topluluklara devri yoluyla kaldırılmasını savunan bir anarşizm türüdür. Sosyalist gelenekten merkezi bir iktidar aygıtı olan devleti hiçbir aşamada gerekli görmemeleri yoluyla farklılaşırlar. Bu durumda Marksizm ile anarşist komünizm arasındaki en önemli ayrım devlet konusunda ortaya çıkmaktadır. Marksistler komünizme geçiş için proletarya diktatörlüğünü gerekli ve zorunlu görürken, anarşist komünistler böyle bir ara aşamanın gerekli olmadığını düşünürler.

Anarşizmde etkili olmuş bir başka akım ise, sanayi işçilerinin örgütlenmesi ve bu örgütler aracılığıyla yönetimi devralmasını savunan anarko-sendikalizm akımıdır. Ayrıca savaş karşıtlığı üzerinden geliştirilen ve zorunlu askerliğe karşı çıkış için temel oluşturan vicdani ret hakkının bir insan hakkı olarak tanınmasında anarşistlerin etkisini belirtmeliyiz. Zira vicdani reddin militarizme karşı bir duruş olarak yaygınlaşmasında ve savunulmasında anarşistlerin rolünün yadsınamayacağı aşikardır.

Yazımızın bu bölümünde anarşizm ideolojisine yöneltilmiş olan eleştirilerden kısaca bahsetmek gerekiyor. Haklarda eşitlik ve bireysel özgürlüklerin en geniş şekilde tanınmasını idealize eden anarşizm ideolojisine yöneltilen eleştiriler, bu ideolojinin devletsizliğe ve otoritersizliğe yaptığı vurgu üzerine yoğunlaşmıştır. Bu eleştirilere göre, devlet olmasa bile toplumda zor kullanma çeşitli biçimlerde kendini göstermeye devam edecek, hatta kurumsal kısıtlamaların olmadığı bir ortamda bazı bireyler veya kendiliğinden organize olan gruplar (siz çeteler okuyun), büyük ölçüde çıkarlarını dayatacak baskıcı bir devleti ya da alternatif bir otoriter örgütü oluşturmaya elverişli miktarda kaynağı ele geçirme olanağına sahip olacaklardır. Öyleyse, devletsiz bir toplumda böyle bir riskle karşı karışa kalmak yerine, adaletli ve tüm bireylerin ihtiyaçlarını gözeten doyurucu ve kabul edilebilir bir devlet oluşturmaya çalışmak daha yararlı sonuçları olacak bir seçenektir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, anarşizme karşı devletin varlığını savunanların anladıkları devlet, faşist devlet değildir.

Sonuç olarak, toplumsal eşitsizliklerin derinleştiği, özgürlüklerin son derece kısıtlandığı insanlığın yaşamakta olduğu günümüz toplumsal mücadele ortamında anarşizm ideolojisinin insanlığın düşünsel dünyasında ufuk açıcılığının bir hakikat olduğunu söylememiz gerekiyor. Daha açıkçası, insanlığın günümüzde kapitalist sömürüye ve militarizme karşı mücadelede anarşistlerin en sert muhalefet işlevini üstlendiğini ve dünyada hala devam eden küreselleşme karşıtı hareketin belirleyici bir bileşeni ve etkin bir ideoloji olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Düşünsel bağlamda veya eylemsel olarak, görüşlerine katılırsınız veya karşı çıkarsınız, ancak anarşizmin insanlığın düşün dünyasında açtığı derinlik, ona hak ettiği saygınlığı kazandırdığını teslim etmeliyiz.