"Amerika dev bir hologram; şu anlamda ki,

öğelerin her biri bütün ile ilgili tam bilgi içeriyor."

11 Eylül saldırılarının yıldönümünde 11 Eylül sonrası Amerika’sına ve dünyaya yeniden ve bambaşka gözlerle bakmak gerekiyor. 11 Eylül üzerine o kadar çok şey söylendi ki, gerçeği anlama ve öğrenme şansımızı ebediyen yitirmiş bulunuyoruz.

11 Eylül komplo teorileriyle açıklanabilecek bir olay ya da bir Hollywood senaryosu mu yoksa Amerika’nın dünya hâkimiyetine karşı girişilmiş kahramanca bir eylem mi? Dünyayı komplo teorileriyle okuyanlar için bu soruların pek çok cevabı mevcut ama artık bunların hiçbirinin önemi yok zira olanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin aynadaki suretidir. Dünyanın dört bir yanına sadece film, tüketim kültürü ve fast food değil, kargaşa, savaş ve yıkım da taşıyan Amerika’nın yüzüne tutulmuş bir aynadır 11 Eylül. Amerikan imgesine karşı yapılmış olan bu yıkıcı eylemler, etkileri günümüze kadar süren önemli sonuçlara yol açtı. Batılı yorumcular tarafından “Medeniyetler Çatışması” olarak adlandırılan bu saldırıların peşinden Amerika önce Afganistan sonra da Irak’ı işgal etti, Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek askeri müdahalelerde bulundu ve yıkılan Amerikan imgesini yeniden onarmak için daha çok askeri yöntemlere sarıldı.

Tüm dünyayı bir savaş cephesine çeviren 11 Eylül sonrası yeni Amerika artık bir devlet değil, devasa bir savaş örgütüdür. Büyük yıkımlar ve sürmekte olan savaşlardan öğrendiğimiz başka bir gerçek de şu: 11 Eylül ile birlikte Amerika’nın sınırları bütün dünyayı içine alarak genişlemiştir.

Amerikan rüyası dünyamızın kâbusu haline geldi, bu gerçeği bu rüyanın sahipleri de artık çok iyi biliyor. Hollywood gibi bir rüya ve mit üretme merkezine sahip olmak bu gerçeği hiçbir şekilde değiştirmiyor. Bizim için Hollywood’da ürettikleri rüyalar, içinde yaşamaya mahkûm edildiğimiz kâbusların dehşetini yumuşatmıyor.

HANGİ AMERİKA?

Eskiden herkesin bir Amerika’sı vardı. Herkes bir gün keşfedeceği Amerika’sını beklerdi. Amerika: bir özgürlük ütopyası, düşlerle dolu fantastik bir diyar, keşfedilmeyi bekleyen bilinmeyenlerle dolu düşsel bir coğrafya.

Artık Amerika rüyası bitti. Hepimiz, tüm insanlık bize gösterilen Amerikan rüyasından kanlı ve dehşet dolu bir gerçeğe uyandık. Şimdi bu rüyayı dünyanın her tarafında iş başında ya da emekli diktatörler ve işkenceciler yetiştiren Amerika gerçeği ile karşılaştırın. Ya da bu görkemli ve ışıltılı uygarlığa bir de Guantanamo’dan, Ebu Garip’ten, Ortadoğu’nun herhangi bir noktasından ya da Vietnam’dan bakın.

İşbirlikçilerinin gözünde Amerika, heybeti karşısında boyun eğilmesi ve birlikte hareket edilmesi gereken bir para, güç ve iktidar kaynağıdır. Öylesine göz kamaştırıcı görünümlerle dolu ki, Amerika’ya karşı savaşanlar bile kendilerini onun çekiminden kurtaramıyorlar.

Amerika her defasında yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir uzak diyar olarak bize sunuldukça kültürlerimizi, dillerimizi ve görsel alandaki tartışmasız gücüyle düşlerimizi ele geçirdiği gerçeği ihmal ediliyor.

Amerika çeşitli başlıklar altında incelenebilir: Dünyanın jandarması olarak Amerika, ayakları çamur içinde debelenen çirkin bir dev olarak Amerika, her yanına kan bulaşmış Batı uygarlığının belki de sonunu getirecek girişimlerin sahibi olarak Amerika, girdiği her yeri ele geçirmeye yatkın cezbedici ve ele geçirici viral kültürel yapısıyla Amerika. Başlıkları daha da çoğaltmak mümkün. En çok da 11 Eylül sonrasında tüm dünyada ve özellikle de Ortadoğu’da izlediği politikalarla hepimizin öfke ve nefretinin nesnesine dönüşen Amerika.

Artık Amerika gerçeğini başka açılardan ele almanın ve görmenin vaktidir. Amerika dev bir Hollywood stüdyosu olduğu kadar, dünya için korku ve şiddet üreten bir savaş karargâhıdır da.

BAUDRİLLARD’IN AMERİKA’SI

Baudrillard’ın hiper gerçeklik deneyimi ışığında gözlemlediği Amerika’ya bakmak çok ilginç olacaktır. Daha doğrusu hem Baudrillard’ın kitabına hem de Amerika’ya bakmak. Tam da 11 Eylül’ün yıldönümünde belki de 11 Eylül’ü ve sonrasını daha iyi anlamamıza yardımcı olacak bir kitap Baudrillard’ın Amerika’sı. Fast Food’uyla, Kolasıyla, kültürel ve görsel alanı ele geçiren Hollywood sinemasıyla, dünyanın dört bir yanındaki siyasal süreçlere doğrudan ya da dolaylı bir şekilde müdahil olan postmodern imparatorluk tutumuyla hepimizin hayatına bir şekilde sızan Amerika’yı bizzat içinden anlamaya çalışmalıyız.

6 Mart 2007 günü Paris’teki evinde 77 yaşında yaşamını yitiren Baudrillard’ın popüler bir filozof olmaya başladığı dönemlere ait bir kitap Amerika. Dünyada en çok okunan ve ilgi gören Baudrillard kitaplarından biri de Amerika. Türkçeye 1996’da çevrildi. İkinci baskısı yapılan kitabın Türkiye’de hak ettiği ilgiyi bulduğunu söyleyemeyiz. Oysa kitap hem Baudrillard’ın kuramlarını anlamak hem de bu kuramlar ışığında bir ülkenin, bir kültür ve tarihin nasıl incelendiğini görmek bakımından güzel, verimli bir kaynak.

Baudrillard Amerika’yı anlamak için müzelerine, üniversitelerine, kültür kurumlarına ya da hükümet binalarına gitmemiş; otoyollarında, motellerinde, jeolojik yapısında yapmış gözlemlerini. New York sokaklarında tek başına yemek diyen, kendi kendine gülen, sağlıklı kalma takıntısıyla ortaçağ işkence aletlerine benzeyen aletlerle spor yapan insanlarını gözlemlemiş.

Yıldızsal Amerika dediği şeyi incelemiş Baudrillard. “Ben yıldızsal Amerika’yı araştırdım, hiçbir zaman sosyal ve kültürel Amerika’yı değil; otoyollarında saçma ve salt özgürlüğü sergileyen Amerika’yı araştırdım; töreleriyle, zihniyetleriyle derin Amerika’yı değil, çöldeki hızıyla, motelleriyle, madensel yüzeyleriyle Amerika’yı araştırdım. Bunun için senaryonun hızını, televizyonun kaygısız refleksini, boş bir mekânda çekilmiş günlerin ve gecelerin filmini, göstergelerin, imgelerin, yüzeylerin ve yollardaki belirli, alışılmış davranışların şaşılacak derecede duygusuzca art arda gelişlerini, Avrupalı kulübelerine kadar gerçekte bizim olan nükleer ve çekirdeği çıkartılmış dünyaya en yakın şeyi araştırdım”.

New York sokaklarında dolaşırken Baudrillard’ın gördükleri bir çeşit kıyamet provası gibidir. “Her şey taklit olarak yeniden ortaya çıkıyor. Görünümler fotoğraf, kadınlar seks senaryosu, düşünceler yazı, terör moda ve medya, olaylar televizyon olarak. Her şey sanki bu tuhaf amaç için varmış gibi görünüyor. İnsan kendi kendine acaba dünyanın kendisinin de başka bir dünyada yapılabilen reklâmı dolayısıyla mı var olduğunu sorabilir.”

Irkların, kültürlerin, cinsiyetlerin tuhaf bir sentezi olan Amerika ışıltılı ve olağanüstü hızlıdır. Amerika kültürünün böyle uçucu, geleneklerin sınırlayıcılığıyla karşılaştırıldığında özgürleştirici ve ele geçirici doğası Amerikalıların düşünce yeteneğinin zayıf olmasıyla açıklanıyor. Amerika’nın tarihsel bir mirasa sahip olmaması, bir nevi köksüzlüğü bizimki gibi geleneklerin ve tarihin yüküyle ağır bir toplumsal kültürel iklimde yaşayan geleneksel toplumlara karşı çözücü, dağıtıcı bir güç kazandırıyor Amerika’ya.

Kaynak: Amerika - Jean Baudrillard, Ayrıntı Yayınları