Amerikan toplumunda hakim olan liberal görüşün, liberalizmin tanımında belirleyici olduğu ileri sürülen özgürlük, özerklik ve tüm temel hakların garanti altına alındığı bir dünya görüşü olarak tanımlanan liberalizm olmadığı çok aşikardır. Liberalizmin de çeşidi mi olur diyebilirsiniz elbette. Kuşkusuz bir düşünce sisteminin uygulanışında toplumların sosyokültürel, ekonomik ve siyasal yapısına göre değişiklikler göstermesi çok normaldir. Ama anlatmak istediğim bu değil.

Burada öncelikle liberalizmi genel anlamda tanımlamak gerek diye düşünüyorum:

Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, özerkliğini, temel haklarını garanti altına almayı amaçlayan ve bu nedenle iktidarın sınırlandırılması gerekliliği üzerinde duran bir düşünce olarak tanımlanır. 'Özgür' anlamına gelen Latince 'liber' kelimesinden gelen 'liberal' terimi, aslen özgürlük felsefesine işaret etmektedir. Liberalizm daha çok insan hakları, demokrasi, ekonomik anlamda ise kapitalizm kavramları çerçevesinde tartışılmaktadır dersek daha açıklayıcı olur.

Liberalizm, Batı Avrupa'da Ortaçağ feodal düzeninin yıkılışı ve skolastik anlayışın anlam ve inandırıcılığını yitirmesi ile doğmuştur. O dönem dini içeriğe sahip ideolojiler ve onlara ait değer sistemleri, kapitalizme karşı ilkelliği temsil ediyordu. Rönesans, o dönem en çok da İtalya'da etkisini gösteriyordu... Laikliğe ise gerçek içeriğini kazandıran Fransız Devrimiydi. Beraberinde Aydınlanma Felsefesi Almanya, İngiltere, Avusturya, Hollanda ve diğer tüm Avrupa'yı etkisi altına alarak ekonomideki hakimiyetini siyasi iktidar alanında göstermiştir. Kapitalist sistem liberal dünya görüşünü, topluma özgürlük adı altında kabul ettirerek sömürü sisteminin en temel dayanağını oluşturmuştur.

Gelgelelim ABD'de o dönem geçerli olan ve yazımızın başında belirttiğimiz, tabiri caizse zuhur eden liberalizme. O tarihte ''ABD 'de geçerli olan Protestanlığın özel biçimi, bugüne kadarki Amerikan ideolojisini önemli ölçüde belirledi. Zira, yeni Amerikan toplumu Amerika kıtasını fethe çıkarken, onu bir meşrulaştırma aracı olarak kullanacaktı. Yapılanlar İncil'deki kavramlarla meşrulaştırılıyordu... Daha sonra, ABD, ''Tanrı'nın'' onlara gerçekleştirmeyi emrettiği projeyi tüm dünyaya yayma işine girişti. ''Zira, Amerikan toplumu kendini Tanrı'nın ''seçilmiş halkı'' olarak görüyordu. '' (Samir Amin)

Burada anlatmak istediğimiz Amerikan emperyalizminin yayılmasının nedeni, Amerika'da hakim olan bu dinci gerici, fundamentalist ve cemaatçi ideolojinin etkisi değil. Emperyalist yayılmanın asıl nedeni, sermaye birikiminin ( Lenin'in dediği gibi sanayi sermayesi ile banka sermayesinin yoğunlaşması) sonucu olarak gerçekleşir. Başka bir deyişle gerici ideolojinin Emperyalist yayılmanın en büyük destekçisi ve onunla müthiş bir uyum içinde olduğudur.

Bunu Samir Amin şöyle izah ediyor ; ''İşte bugüne kadarki Amerikan toplumu, bu sekter fundamentalist Protestanlık tarafından biçimlendirildi. Doğası gereği dinci olan bu toplum, tüm gözlemcilerin - kimi zaman safça- ifade ettikleri gibi, hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir toplum olmadı, oradaki laiklik, ''tüm dinlere saygılı olmayla'' sınırlıydı'' (Samir Amin, Liberal Virus Yordam yy sayfa 58)

Liberalizm teorisindeki özgürlük kavramının asıl amacı burjuva sınıfının sömürü sistemini en 'özgür' şekilde sürdürülmesidir. Sermayenin özgürlüğü demek işçi sınıfının en acımasız şekilde sömürülmesi demektir. Amerikan devrimi liderlerinin neredeyse tamamının köle sahibi olması tesadüf değildir. Kölelik konusu Amerikan devrimden sonra yüz yıla yakın bir süre daha devam etmiştir. Hatta, Amerika'da köleliğin yasaklanması, Fransız Devrimi'nin ortaya attığı gibi ahlaki gerekçeye dayanmıyordu. Tersine, sermayenin genişlemesinin ihtiyacına cevap verdiği için köleliğin kaldırılması gerekiyordu. Köleliğin kaldırılmasından sonra siyahlara asgari sivil hakların verilmesi için yüz yıl daha gerekecekti. ABD'de siyahlara karşı ırkçı yaklaşım hayatın tüm alanında halen devam ettiği bilinen bir gerçek.

Sözü yine Samir Amin'e verelim : '' Siyahlar 1960 yıllara kadar linç ediliyor ve Amerikalı aileler ölümleri izlemek için piknik yapıyorlar ve aralarında bir önceki linçle öldürülenlerin fotoğraflarını değiş tokuş ediyorlardı... Bu durum daha sonra ''adalet'' dağıtımıyla sürdü. Çoğunluğu siyah, binlerce insan idam edildi ki bunların en az yarısının masum olduğu biliniyordu, ama bu durum kamuoyunu isyan ettirmiyordu. Peşi sıra gelen göç dalgası da Amerikan ideolojisinin oluşmasında ve güçlenmesinde etkili oldu. Elbette göçmenler kendilerini göçe zorlayan baskı ve sefaletten sorumlu değillerdi. Tam aksine kötülüklerin kurbanıydılar. Fakat koşullar -göç-, onları geldikleri yerde ait oldukları sınıfın koşullarını dönüştürmek için verdikleri kolektif mücadeleden uzaklaştırdı ve gittikleri ülkenin kişisel başarı ve bireysel kurtuluş ideolojisine katılmalarını sağladı. Söz konusu katılım, bu işi mükemmellikle yapan Amerikan sistemi tarafından da özendirildi. Bu durum henüz yeteri kadar olgunlaşmamış sınıf bilincini geciktirdi, zira, her yeni göç dalgası politik bilincin kristalize olup somutlaşmasına sekte vuruyordu. Fakat bir yanda Amerikan toplumundaki ''cemaatçiliği'' özendirip güçlendiriyordu. Çünkü, ''bireysel başarı'' güçlü bir topluluk aidiyetini dışlamıyordu (İrlandalılar, İtalyanlar, vb. ) aksi halde bireysel soyutlanma katlanılamaz bir hal alırdı. Bu tür bir aidiyet de - ki Amerikan sistemi onu hem kullanıyor, hem de özendiriyordu- sınıf bilincini köreltip, yurttaşlığın gerçekleşmesini önlüyordu.

Paris halkı ''güneşi fethetmeye'' hazırlanırken (bununla 1871 Paris Komünü'nü hatırlatmak istiyorum), ABD'de peşi sıra gelen yoksul göçmen kuşaklarının (İrlandalılar, İtalyanlar, vb. ) oluşturdukları çeteler, egemen sınıflar tarafından kurnazca manipüle ediliyorlar ve birbirlerini öldürüyorlardı.

İşte ABD'de geçerli ideolojiyi İngiltere ve Kanada'dan ayıran nedenler burada aranmalıdır.'' (Samir Amin Liberal Virüs yordam yayınları sayfa 59 ve 60).

Sonuç olarak Liberalizm her ne kadar özgürlük, temel insan haklarının savunulması, devletin birey karşısında sınırlandırılması olarak izah ediliyor olsa da, toplumsal düzeni olan kapitalizmin sömürü toplumu olduğunu gizlemiyor. Çünkü, kapitalist toplumdaki temel çelişki; ''Üretim aletlerinin özel mülkiyeti ile üretici güçlerin toplumsal niteliği arasındadır. ''(Karl Marks). Siz emtia üretecek üretim aletlerine sahip değilseniz gerçek manada özgür olamazsınız. Liberalizmin tanımlamaya çalıştığı özgürlük kilisenin ve krallığın iktidar olduğu ortaçağda gerçeği yansıtan düşünce tarihinde bir olgu. Daha da ötesi burjuvazinin sınıf olarak ilerici barutunun tükenmediği tarihsel döneme tekabül eder. Buna kimsenin itirazı yok. Ancak Amerika'da ise liberalizmin 18. yüzyıldaki özgürlükle eş anlamlı niteliğinden söz etmenin ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Bugün Amerika'da Evanjelistler (siz evangelik okuyun, hangisi doğru karar veremedim) başta olmak üzere bazı dini cemaatlerin yönetim erkinde etkili olduğu bilinen bir gerçek. Kısacası anlatmaya çalıştığımız insanlığın Avrupa merkezli Rönesans ve Reformlarla başlayan ve devrimlerle devam eden aydınlanması Amerika'da aynı şekilde yaşanmamıştır.

Dünyadaki bütün darbelerin, bütün kitlesel katliamların, bölgesel savaşların, sistematik işkencelerin, kanın, şiddetin, devletlerin mazlum halklara uyguladığı terörün arkasında ABD'nin olduğunu aklı başında kimsenin inkar edemeyeceği gün gibi, güneş gibi ortadadır. Hakiki manada hiçbir zaman liberal bile olamayan ABD'nin özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi insanlığın en önemli değerleri hakkında söz söylemeye hakkının olmadığı çok açıktır.