DEMOKRAT HABER /
MURAT ÖZÇELİK / LONDRA

St Paul’s metro istasyonundan iner inmez sıra dışı bir durum olduğunu hissediyorsunuz. Normalde şık şıkıdım borsacılar ile bankacılar, bir de makineleri her an gelmiş geçmiş en güzel fotoğrafı yakalamak üzere ellerinde ya da boyunlarında hazır bekleyen turistlerin dışında pek insan görülmezdi buralarda; şimdi ise metronun merdivenlerinden dışarı çıkar çıkmaz hissedilecek biçimde “havada devrim kokusu var”...

Aslında işgal kampının Londra borsasının önündeki Paternoster meydanında kurulması planlanıyordu. Fakat özel mülkiyet olan ve adı Latince “babamız” anlamına gelen meydanın sahipleri, adeta mesleki bir el çabukluğuyla, son dakikada mahkemeden “kamuya kapatma” kararı aldılar ve 15 Ekim Cumartesi günkü eylemin bu meydana ulaşması böylelikle polis tarafından engellendi.

Geçen hafta Cumartesi günkü eylemde engellenen tek şey “babamız”a ulaşılması değildi: göstericileri ihtişamlı St Paul’s Katedrali’nin meydanında kordona alan polis, sık sık giriş ve çıkışları durdurdu. Hatta dışarıda toplanan kalabalığı da ikinci bir çembere alıp “gösteriye katılmak istemeyenler kaybolsun bakiim” biçiminde uyardıktan sonra herkesi içerideki kordona adeta iteledi ve giriş çıkışları tümüyle durdurdu. Biz de içeri girmek için uzunca bir süre uğraştıktan sonra çareyi Emniyet Müdürlüğü’ne twitterdan, “Niye almıyorsunuz milleti be” mealinde bir mesaj atmakta bulduk.

Beklenilmez biçimde emniyet “giriş ve çıkışlarda herhangi bir kısıtlama yok” diye mesaj gönderince cep telefonumdan gözümüze kestirdiğimiz bir memura mesajı göstererek girebildik içeri. Bu arada polise geçici olarak o bölgedeki insanların yüzündeki maskeyi çıkarttırma yetkisi verildiğini ve bir sürü gerginliğin bu yüzden çıktığını da söylemek yerinde olur. Maskelilerin çoğunun tercihi Anonymous grubunun kullandığı gülen keçi sakallı adam maskesiydi.

Aslında bu maske ilk olarak, bireyin sisteme karşı mücadelesini konu olan ‘V for Vandetta’ adlı filmdeki ana karakter tarafından, 17. yüzyılda İngiltere parlamentosunu havaya uçurmaya çalışan (fakat başarısız olan) ve bugün hala her Kasım başında havai fişeklerle başarısızlığı kutlanan Guy Fawkes’ı sembolize etmek için kullanılmıştı.

“BURAYI İŞGAL EDELİM O VAKİT”

Sonra başladı saatler süren bekleyiş; aslına bakarsanız başta “babamız”a ulaşamayan kalabalık “peki şimdi n’olacak” modundaydı ama çok kısa sürede, “e burası da bir meydan neticede, burayı işgal edelim o vakit” halet-i ruhiyesi galip geldi ve çadırlar kurulmaya başlandı. Kalabalığın önemli bir kısmı St Paul’s Katedrali’nin merdivenlerinde oturmayı ya da pankartlarını sergilemeyi tercih etti.

Polis çemberinin içinde kalan tuvaletli tek yerin Starbucks Cafe olması nedeniyle oluşan zaruri kuyruk, hacet gidermek için (“sadece ayakta lütfen” uyarılarına da dikkat çekmek lazım tabii) bir kenara çekilen brandayla biraz azaldı; zaten bir süre sonra Polis’in geçici tuvaletler getirmesiyle Starbucks’da asli işine, vasat ama pek pahalı kahve satmaya, geri dönebildi.

“RAZI MISINIZ EY CEMAAT?”

Bu arada, söz etmeden olmaz, Wikileaks’ın kurucusu Julian Assange da Anonymous maskesini polisin talebi doğrultusunda çıkardıktan sonra göstericilere seslendi fakat doğrudan demokrasinin ruhuna uygun olarak önce birisi çıkıp “Assange’ın konuşma yapmasına razı mısınız?” oylaması yaptı.

BAŞRAHİPTEN POLİSE YÜZ YOK

Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken, doğrudan demokrasinin uygulanabilirliğini göstermek için baştan beri çeşitli çalışma grupları oluşturan ve sonra bir araya gelip gruplarının kararlarını bildiren göstericiler yine böyle bir kararı konuşurken, birden polis Katedral’in merdivenindekileri aşağıya indirip çemberi daha da daraltmak için bir hamle yaptı. Beklenmedik bu hamle karşısında ufak tefek itişmeler yaşandı ama olan merdivenlerde hazırlıksız yakalanan insanlara oldu; yuvarlananlara rağmen neyse ki kimse ciddi bir yara almadı.

Polis, daha sonra yaptığı açıklamada, bu müdahaleyi Katedral’in girişindeki sütunları korumak için gerçekleştirdiğini söylese de, St Paul’s başrahibi polisten böyle bir talepleri olmadığını söyleyerek, polisi insanların protesto hakkına saygı göstermeye çağırdı. Bundan bir süre sonra alandaki sayısını en aza indiren polis, ertesi sabah Katedral’daki Pazar ayini için insanların alanı boşaltması uyarısında bulundu, ama başrahibin “bizim için orada olmalarının bir sakıncası yok” demesi üzerine polislere kuyruğunu kıstırıp uzaklaşmaktan başka çare kalmadı.

BAŞRAHİP PES ETTİ

Maalesef işgalcilerle Katedral arasındaki iyi ilişkiler bir haftayı doldurmadan bozuluverdi. İşgalci sayısının günbegün artması, Katedral başrahibinin tavrında olumsuz değişikliklere yol açtı. Cuma akşamı bir açıklama yapan başrahip, işgalcilerin kalabalıklığından kaynaklandığını iddia ettiği sağlık ve güvenlik sorunları nedeniyle Katedral’i ziyaretçilere kapatma kararı aldıklarını söyledi. İşgalciler hemen, itfaiyenin ve belediye sağlık ve güvenlik memurlarının başrahiple aynı düşünmediklerini, ve işgalcilerden kaynaklanan herhangi bir tehlikeden söz etmediklerini açıkladılar ama başrahip, Katedrali ziyaret eden sayısının işgalciler nedeniyle çok düştüğünü ve bu nedenle para kaybettiklerini söyleyerek kararında ısrar etti. Baştan beri işgalcilerin Katedral’in giriş çıkışlarını açık tutmak için gösterdiği –bana sorarsanız aşırı- özene rağmen böyle bir karar verilmesi ister istemez akla “acaba başrahip borsacılar ve polis tarafından baskı altına mı alınıyor” sorusunu getiriyor.

ELEKTRİK BİSİKLETTEN

Cumartesi gününden bu yana işgalciler adeta bir işgal köyü görünümünde sürdürüyorlar alandaki varlıklarını. Çeşitli taleplerden oluşan bildirgelerini uzun uzun burada anlatmak yersiz ama bütün taleplerin son derece ayakları yere basan ve gerçekleştirilebilecek talepler olduğunu söylemek gerek. Çarşamba akşamı itibarıyla çadır sayısı 190’a ulaştı ve işgal köyü, çadırlarda kalan her yaştan insan, çevreden geçen turistler, oralarda çalışanlar ve heyecanla sırt çantasını yüklenip bu hareketin parçası olmak isteyenlerle dolup taşıyor. Hatta Salı akşamı gelen amatör bir müzik grubu işgalcilere moral konseri bile verdi; üstelik ses düzeninin elektriğini kasları sağlam birileri tarafından pedalları çevrilen bir bisikletten üreterek.

İşgal köyünün en büyük sorunu birdenbire soğuyan havalar ve çadırları yerlerinden sökercesine esen rüzgar. Yakında yağışların da başlayacak olması ihtimali – ki Londra’da buna ihtimal değil kesinlik denebilir- bile işgalcileri aylarca orada kalma kararlılığından geri döndürecek gibi görünmüyor.

“AYNI TARAFTA OLDUĞUMUZU FARK ETSİNLER YETER”

Sürekli bir hareketlilik var: köşelere çekilip saatlerce tartışan çalışma grupları, çöp köşesinde geri dönüşüm kutularının doğru kullanılması için çöp atanları göz hapsinde bulunduran görevliler, mutfak çadırından yemek yiyen ve çay içenler, gazetecilerin bitmek bilmez sorularına cevap vermeye çalışan temsilciler, köşede çaldığı tulumuyla gelen geçenlerden “sadece hisse senedi ve Yen kabul edilir” döviziyle katkı isteyen müzisyen, yüzlerindeki maskeyi çıkartmayan öğrencilerle gelip sohbet eden pahalı takım elbiseli adamlar ve şık şıkıdım kadınlar...

Hareketin ruhu ise herkesin tavrında belli ediyor kendisini. Mutfak çadırında bakınırken, orada kalmadığı her halinden belli olan bir kadınla, orada kalan bir işgalci genç kız geldiler ve mutfak görevlileri kadına da çay vermek istedi. Kadın “ben burada kalmıyorum” diye çayı geri çevirmeye kalkınca mutfak görevlisi genç, son derece ciddi ve bir politik duruş yaptığının farkında bir edayla “buradaki hiçbir şeyin bir fiyatı yok. Burada kalmak da hiçbir şeyin bedeli olamaz zaten” dedi.

Ben çok hoş buldum bu tavrı; konuştuğum insanların çoğunda da buna benzer bir duruş gözlemledim: örneğin konuştuğum bir gösterici, “biz ve siz aynı tarafta, %99’un içindeyiz ama herkesin gelip burada işgal hareketine katılmasını beklemiyoruz. Biz kalabiliyoruz ama kalamayanlar, aynı tarafta olduğumuzu ve doğal duruşlarının bizi desteklemek olduğunu fark etsinler yeter” diye açıkladı duruşlarını.

BERABER ÜRETİLECEK BİR ÇÖZÜMÜ TERCİH EDİYORLAR

Konuştuğum her 3 kişiden biri, “bu sadece anti-kapitalist bir hareket değil” vurgusu yapmayı gerekli görüyor. Aslında herkes cümlesine “Bir şeyler ters gidiyor ve bir değişiklik gerekiyor. %1’in para hırsının bedelini %99 ödüyor. Ama bu değişikliğin ne olması gerektiğine kimse adına karar veremeyiz biz” ön uyarısıyla başlıyor.

Önceden üretilmiş ve formüle edilmiş bir çözüm yerine beraber üretilecek bir çözümü tercih ediyor Londra’nın işgalcileri; her ne kadar çadırlardan birinin üstüne iliştirilen bir döviz devrim talebini haykırsa da: “Devrim zaten kaçınılmaz. Neden şimdi olmasın?”