Dağlık Karabağ ve Azerbaycan sınırında yaşanan çatışma ve hemen ertesinde ortaya çıkartılan Panama belgeleri, Azerbaycan, Rusya ve Ermenistanlı uzmanlar tarafından da dikkatle takip ediliyor.

Panama belgelerinde, babası Haydar Aliyev’in ölümünden sonra 2003’te devlet başkanı olan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve eşi Mihriban Aliyeva’nın çok sayıda paravan şirket kurdukları öne sürülüyor.

Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Birliği’nin yayımladığı Panama belgelerinde 13 yıldır devlet başkanlığı koltuğunda olan İlham Aliyev ve ailesine ait kayıtlarda Aliyev’in ablası Sevil Aliyeva’nın ve kızları Leyla ile Arzu’nun üstüne çok sayıda şirket ve derneğin olduğu da ortaya çıktı.

Amerikan Ermeni Asamblesi bölge analisti Alin Ozinian, Dağlık Karabağ sınırında yaşanan çatışmanın son dönemde yeniden tırmanmasındaki temel sebebin Panama belgelerinde Aliyev ailesine ait yolsuzluk iddiaları olduğunu belirtiyor.

Konuya ilişkin olarak Demokrat Haber’in sorularını yanıtlayan Ozinian, AKP’li yetkililerin Azerbaycan’a yönelik birçok kez destek açıklaması yaptığı Karabağ sınırındaki çatışmada 24 Nisan’ın da bir faktör olduğunu belirtmekle birlikte, meselenin bununla sınırlı olmadığını ifade ediyor.

Ermenistan’ın başkenti Yerevan’da yaşayan Amerikan Ermeni Asamblesi bölge analisti Alin Ozinian ile Karabağ sınırında yaşanan gerilimin perde arkasını ve Türkiye medyasında ele alınış şeklini konuştuk:

·         Dağlık Karabağ ve Azerbaycan sınırındaki gerilim niçin Nisan ayında savaş kalkışmasına dönüştü?

Kesin bir cevap veremem, bunu saldıran tarafa sormak daha doğru olur. Elbette 24 Nisan da bir etken. Fakat bu dönemde daha da önemlisi sanıyorum ki Panama belgeleri.

Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanları resmi bir toplantıya katılmak için ABD’deydi. Önceden hazırlanılmış olan planlı saldırıyı hayata geçirmek üzere Azerbaycan için uygun bir andı.

Türkiye medyasında lanse edildiği gibi aslında aniden patlak veren bir durum yok. 1994’te kabul edilen ateşkesten bu yana Azerbaycan birçok kez ateşkes ihlalinde bulundu. Ülkedeki Ermeni karşıtlığı da böylelikle sürdürüldü.

Panama belgeleri, ağır insan hakları ihlalleri ve rüşvet krizlerinden boğulacak duruma gelen Aliyev rejimi için dikkat dağıtmak için şu an iyi bir dönem. Azerbaycan yönetimi bu yüzden şu an konuyu masada çözmek istemiyor. Bakü’nün diplomaside eli zayıf, ama bu konuda askeri çözüm olmadığını da anlamalı.

·         Karabağ konusunda Türkiye’den yapılan açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye, AGİT Minsk üyesi olarak tarafsızlığını koruması gerekirken, Karabağ konusunda açıkça taraf oldu. Öyle ki, 20 yıldır söylenen “tek millet iki devlet” söylemi son günlerde kontrolden çıktı. Devletin ve hükümetin üst düzey temsilcileri, “Topraklarını alana kadar Azerbaycan’ın yanındayız” açıklamalarında bulundu. Ne yazık ki Aliyev ve Azeri toplumu da buna inandı. Türkiye Azerbaycan için her zaman “büyük abi” konumunda. 20 yılı aşkın bir süredir askeri alandaki işbirliğin de devam ettiği biliniyor.

Türkiye’nin başı bu kadar dertteyken bu konuyla ilgilenmesi olası değil. Basın özgürlüğünün yerle bir edildiği, akademisyenlerin hapse atıldığı, ABD’deki bir konferansta bile rezil olunan günlerdeyiz. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde yaşananları herkes biliyor, bugün evlerin, mülklerin istimlak edilmesine boyun eğmeyen şehirlerin yıkıldığına şahit oluyoruz. Bu arada Ermeniler de paylarına düşeni alıyor, o bölgede bulunan kiliseleri kamulaştırılıyor tabi. Tıpkı Azerbaycan gibi Türkiye de dikkatleri dağıtmak istiyor.

·         Sınırda şu an durum nedir? Yakın vadede nasıl bir durum gözlemleniyor?

Ateşkes olmasına rağmen şu an bile Azerbaycan tarafı saldırılara devam ediyor. Ciddi bir silahlı çatışmadan bahsediyoruz. Saldırıdan bir gün sonra Azerbaycan tarafından açıklanan “tek taraflı ateşkes” bir reklam saçmalığıydı. Açıklandığı an bile Mardakerd yönünde Azerbaycan tarafının saldırıları devam etti. Siviller, hatta okullar Azerbaycan tarafından hedef alındı, çocuklar öldü ve yaralandı. 

6 Nisan’da varılan ateşkes uzlaşısı, durumu barışçıl yolla çözmek için yeni bir fırsat. Azerbaycan bunu değerlendirmeli. Karabağ’daki yerel halk 1988 yılında bir karar verdi ve referandumla kendi kaderini tayin hakkını kullandı. Azerbaycan ve Türkiye de halkların kararına saygı duymayı öğrenmeli. Karabağ diplomatik ve gerektiğinde askeri yolla kendini korumaya çalışıyor, buna devam edecek. Azerbaycan yönetimi ise “Karabağ bizimdir” türküsünü söyleyip, işi savaşa vuruyor, komik olan o alanda da yeniliyor.

·         Türkiye medyasında, “Saldırıları Ermenistan başlattı” gibi gönüllü bir ortak algı var. Bu durum gerçeği yansıtıyor mu?

Bölgeyi ve durumu bilenler, Karabağ’ın askeri yola başvurmayacağını çok iyi bilir. Ayrıca, Azerbaycan tarafında savunma bakanı ve başbakan düzeyinde, “geri alacağız, saldıracağız” gibi tehditler hep vardı.

Ateşkes ihlalinden sonra bile bazı Azerbaycanlı yetkililer, “Kendi toprağımızda askeri tatbikat yapıyoruz, orası bizim. Ermenilere sorun, orada ne işleri var?” dedi.

Polat Bülbüloğlu, Pravda gazetesinde yer alan açıklamasında, “Bırakın Azerbaycan Karabağ’ı geri alsın” dedi. Tüm bunlardan sonra kim saldırdı, kim başlattı tartışmaları gerçekçi değil.

·         Türkiye medyasındaki Karabağ haberlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Görece ve kısmi olarak “muhalif basın” gibi duran medya kuruluşları bu konuda nasıl bir sınav veriyor?

Bugün muhalif basından bahsetmek oldukça güç. Eleştiri dışında varlığından bahsetmekten söz ediyorum yani. Muhaliflerin de kendi “hassas” noktaları var. Buradaki en büyük sıkıntı basının bir olayı her zaman karşılaştırma üzerinden anlamaya, anlatmaya çabalaması. Bu üzerinde çok konuşulacak bir konu elbette. En büyük sıkıntı -ki bu bakış açısı ya da yorumdan değil, tam anlamıyla bilgisizlikten kaynaklı- sorunun idrak edilmesi.

Örneğin bahsettiğin muhalif basın, “Azerbaycan-Ermenistan çatışması” diyor. Hayır, bu öncelikle Karabağ-Azerbaycan çatışmasıdır. 1994’te “Ermenistan ve Azerbaycan arasında imzalanan ateşkes” diyor, hayır, bu Ermenistan’ın da katıldığı ama Karabağ ve Azerbaycan arasında imzalanan ateşkestir.

Haber dilinde “işgal altındaki” gibi bir takım ifadeler kullandığınızda zaten konuya olan ilginin yönü ve taraflı olduğunuz açıkça görülüyor. Gazeteci, evrensel bir hukuki hak olan kendi kaderini tayin hakkını yorumlayamıyor, okuruna aktaramıyorsa durum vahim demektir.

·         Yani Kıbrıs’taki gibi durum söz konusu olmamasına rağmen Türkiye medyasında Karabağ hakkındaki haberlerin tarihsel ve siyasi arka planı bilinçli olarak tahrif ediliyor diyebilir miyiz?

Basın, en az ders kitapları kadar tarih bilincinin sadece çökertilmesine değil, yeniden türetilmesine, “fason bir tarih” oluşturulmasına yardımcı oluyor. Burada sadece basın çalışanını suçlamıyorum bu zaten akılcı da değil, ama Türkiye’de basın “basın” gibi hareket edemiyor. Kendine politik bir rol biçiyor. Ve bu politika içinde ne yazık ki Ermeniler ile ilgili çok kırmızı çizgi var. (Hrant Kasparyan / Demokrat Haber)