Türkiye'de neredeyse herkesin yedeğine alıp fazlasıyla istismar ettiği Alevilik gibi bir başka kimlik yok gibidir.

Soldan-sağa, sağdan-sola hem en çok küçümsenen hem de yanlış algılatmalar ve algılamalarla asimile edilen, baskı altında tutularak hiçleştirilen bir kimlik.

Her geçen gün doğduğu toprakların O’na, O’nun da doğduğu topraklara yabancılaştığı en az 10-12 milyonluk bir halktan ve O'nun acil çözülmesi gereken sorunlarına girizgah yapmaya çalışıyoruz.

HER İLACIN ZEHRİ KENDİNDE OLDUĞU GİBİ ŞİFASI DA KENDİSİNDEDİR!

Modern dünyanın etnik kimlik vurgusu ile kendine dünya atlasında yer edinmeye başladığı yüzyılda Aleviliğe de bu topraklarda zorla Türklük kimliği giydirilmeye ve diğer etnik kimliklere karşı ırkçı refleksler geliştirilmeye çalışılmıştır.

Son haftalarda ise “demokratik açılım” başlığı altında sunulmaya çalışılan “Cami ve Cemevi” birlikteliği ile de Alevilere inanç boyutunda son altın vuruş vurulmaya çalışıldı.

Türkiye'deki İslam dini cemaatlerin büyük bir kesiminin Alevilere yönelik ayrımcı, ırkçı ve bazen de cihatçı bakışlarının çok eski yüzyıllara dayandığı bilinir. Tarih sahnesinde ırkçılığı ve cihatcılığı ile kendisini meşhur edenler arasında Şeyhülislam Ebusuud Efendiden bugüne değin bu yaklaşımdan çok fazla taviz verilmemiştir.

Yalnız şimdiki hedef de cihat fikri ile öldürmek yoktur ama Aleviliğin manevi dünyasını yok sayarak ve ederek, son asimile hareketi vardır. Köklerinden ve manasından kopartılmış Aleviyi hakim İslam Sunni topluluğuna devşirip katma mücadelesi vardır.

Öyle ki muhafazakarlar Osmanlı Padişahı Yavuz'un Alevi kıyımını, Kemalistler de 1937-38 Dersim Soykırımını ne görmek, ne işitmek ve ne de bilinmesini isterler.

Bugünkü Alevilerden neredeyse bütüne yakını Yavuz'un katliamına aynı ortak tepkiyi verirken Yavuz'dan sonra kendilerine en büyük fiziksel kıyım ve asimilasyonu gerçekleştiren ve gerçekleştirmeye devam eden Kemalizm ile onun devamcılarına vermezler.

Oysa ki Aleviler kendisine tarihin en utanç verici katliamlarından birini gerçekleştiren ve kimliğinden kopararak yedek kuvvetine aldığı Kemalizm ile göbek bağlarını koparmadıkça ne Alevi kimliğini özgün biçimde tanınmasını sağlar ne de özünü bulmasını.

Çünkü soykırım kurbanı bir halk kendisine kıyım ve asimilasyon uygulayan ideolojiyi rol model olarak yücelttikçe o halk geleceğinin de ışığını karartıyor demektir.

Sonuçta her ilacın zehri kendinde olduğu gibi şifası da biraz kendisindedir.

ALEVİLERİN HAKLI İTİRAZLARINI VE TALEPLERİNİ DUYMAMAK, DUYMAK İSTEMEMEK!

90 yıllık Kemalizmin Sünni İslam harçlı devlet mekanizmasının, kıyım ve asimilasyondan geçirdiği bir halka anayasasında yer vermemek için en şiddetli direnci gösterecektir. Ak Partinin eski hükümetlerden farkı İslam dini merkezli Kemalist oluşudur.

Mevcut hükümet her ne kadar son beş yıldır Aleviliği kamusal alanda daha çok görünür ve tartışılır kılmışsa da; Aleviler yine de resmi temsiliyet bakımından en üst düzey hükümet temsilcisinden en alt düzey resmi görevlisine kadar aşağılanma ve ayrımcılıktan kurtulamamışlardır.

Ak Parti hükümetleri, Aleviler konusunda devletin klasik 90 yıllık tutumunu fazla sarsmadan ve Kemalizm ideolojisine sıkı sıkıya bağlı kalarak sürdürmüşlerdir.

Yalnızca dini perspektiflerini fazlasıyla dışa vurmaları sebebiyle bu ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi daha belirgin görünmesini sağlamışlardır.

Belki de hayırlı olmuştur. Varolan can alıcı soruna yaklaşımı gizlemeden, perdelemeden bu derece açık açık görünür kılması bazı Alevilere Aleviliğini hatırlattı. Kemalizmin onlarca yıllık Alevileri hedefsiz, kimliksiz, uyuşturmuş halinden biraz olsun sıçramalarını sağlamıştır. Hatta bir kısmında ise gerçek manada hukuki kimlik arayışına itmiştir.

Ne yazık ki Kürt meselesi gibi Alevilerin de hukuki güvence ve tanınma talepleri çözüm bulmadıkça kaos ve kandan beslenenlere sürekli gün yüzü doğacaktır. Kaostan iktidar devşiren bu yapılar, Alevilerin ayrımcılıktan ve hak gasplarından doğan haklı öfkesini sokağa taşıyarak kendilerine politik malzeme yapmaya devam edeceklerdir.

Hükümet, darbe ve kaos heveslilerinin eline düşen bu kozu kullanmasının önüne, gerçek manada demokratik özgürlük açılımı ile rahatça geçebilecekken tam aksine kendi oy seçmenini muhafaza etmek ve Alevi asimilasyonuna devam ederek bu gerilim hattını besledikçe ülkenin geleceğini heba ettiğini söylemek isteriz. Bu gerilim hattından kendisine ancak bir seçim dönemi daha çıkar devamı kara delik gibidir.

CAMİ VE CEMEVİ İÇ İÇELİĞİ VE MAAŞLI ALEVİ DEDELERİ İLE ALEVİLİĞE SON DARBE

Aleviler için buluna buluna İzzettin Doğan'ın başını çektiği derin mühendislik projelerini hayata geçirerek, adına Büyük Alevi Açılımı demek Kaostan kaçtığını iddia eden Hükümetin aslında kaos için bir nevi paratoner işlevi üstlendiğini söyleyebiliriz! Çünkü; bu atılımla yaşam destek ünitesine bağlı gibi yaşayan Aleviliğin tüm yaşam destek ünitelerinin güç kaynaklarını kapatmak demektir.

Alevilik ister İslam içi ister İslam dışı kabul edilsin ya da görülsün, Aleviliğin kendine özgün inanç ve ritüelleri vardır ve bu kaynağını resmi bir devlet ideolojik formasyonundan almaz.

İbadetgah olarak görülmeyen bir inanç mekanını cami avlusuna Ali Kenanoğlu'nun tabiri ile “Cami'nin müştemilatı” olarak yerleştirmeye çalışmak iki eşit hukuki statüsü bulunan ibadetgahların yan yana durması gibi değildir. Biri diğerinin müştemilatı haline dönüştürülerek yaşamsal ve inançsal olarak birinin diğerine dönüştürülmesi yani asimile edilmesine tekabül eder.

Öyle ki Alevilerin empati hassasiyetleri dahi hesaplanarak tasarlanan bu projede; bu mekanlara gelen Alevi kadınların giyim tarzlarının değiştirilmesinden, ibadet sırasında haremlik ve selamlık biçiminde ayrışmasına, “cümbüş evi” yakıştırılma ve aşağılanmalarından kaçınmak için önce semahın olmazsa olmazı saz ve sözün zamanla kısılmasına daha sonra da sonlanmasına doğru evrilecek yaşamsal bir yok oluştan bahsediyoruz. Müştemilat olarak yapılandırılan cemevi cemaatinin zamanla camiye kayması da kaçınılmaz olacaktır. Kişilerin kendi seçimleri ile kilise, cami veya havra cemaatine dahil olması başkadır bu şekildeki Ali Cengiz oyunları ile bir halkın inancını yok etmek başkadır. Öyle ki bu geçişi ve dönüşümü sağlamlaştırmak için devletten maaş ve resmi formasyonla Alevi dedeleri yetiştirmek ve buralara yerleştirip görev vermek ise bambaşkadır!

Yaklaşık 20 yıl öncesinin İzzettin Doğan ve Vakfının (Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı) yayın organı Cem dergisinde ortam hazırlığı yapılan bu projeleri hayata geçirerek Alevilerin tümüyle asimile etmeye; demokratikleşme değil olsa olsa demokratik adımlarla kültürel soykırım uygulaması denilir.

Hükümet, Alevilerin asimilasyonu söz konusu ise; 12 Eylül 1980, 1990 ve 2000'li yılların Kemalistlerin, Susurlukçuların ve Ergenekoncuların vazgeçemediği partnerle işbirliğini girişmiş olması sanırım teferruat olarak görmektedir! Yukarıda belirttiklerimiz yanında bir başka vahamet budur.

Aleviliğin giderek kimliksizleştirilmesi onun kendisine olan yabancılaşmasını da artırmış, artırmakla da kalmamış meseleyi daha çok griftleştirmiştir. Bu zaaflardan yararlanan iktidar sahiplerinin gerçek niyetleri Alevi meselesini çözmek ise öncelikle Alevi kimliğine, inancına ve ritüellerine saygı duyup uymakla yükümlü olduklarını bilmeli ve uluslararası insancıl hukukun gereğini yerine getirerek Alevilerin hukuki statülerini bir an önce sağlamaları gerekir.