Hükümet, 12 Eylül darbecilerinin okullarda başlattığı zorunlu din dersi uygulamasını kaldırmamakta kararlı. Zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2007 yılından bu yıla kadar birbiri ardına çıkardığı ihlal kararlarına rağmen kararlığında ısrarlı.

Mahkeme’nin kararlarından çıkarılabilecek sonuç; verilecek bir din dersinin din kültürü ve dinler tarihini içerecek ve tüm dinleri objektif biçimde ele alacak içerik ile ancak öğrencilerin seçimlik ders listesine sunulabileceğini mümkün kılmakta. Seçmeli denildiyse, zorunlu bir seçimliğin değil öğrencinin ve velisinin birçok seçenek içerisinden özgür tercih yapabilmesine olanak sağlayacak olmasına dikkat etmek gerekiyor.

İdareye bu kadar özen ve yükümlülükler yüklenirken hükümet ne yapıyor?

Hükümetin zorunlu din dersi uygulamasını kaldırmama konusundaki direncinin yanında bu dersin zorunluluk sahasının daha fazla genişletebilmesi için de elinden gelen her şeyi yaptığı anlaşılıyor.

Bu hafta Antalya’da gerçekleşen 19. Milli Eğitim Şurası kararlarında, zorunlu din dersi uygulamasını ilkokul 1. 2. ve 3. sınıflara indirmeye, hatta hızını alamayıp okul öncesi dönem çocuklara vermeye kararlı oldukları görüldü.

Hükümet çevreleri için bu da yetmiyor karma eğitim sistemini toptan kaldıracak kararların bir sonraki Şura’dan çıkarabilmesi için şimdiden alt yapı oluşturup, kamuoyunu ısındırmaya çalışıyorlar.

Hedefin tüm eğitim sistemini imam hatipleştirmek olduğunu saklamıyorlar. Zaten mevcut halde birçok klasik mahalle okulları öğrenci ve velilerin isyanlarına rağmen İmam Hatip’e dönüşmüş durumda.

AİHM KARARLARINI HÜKÜMET UYGULAMAK ZORUNDA MI?

Bu soruyu biraz hukuk sistematiğini benimsemiş bir yöneticiye yöneltmenin bile aslında ona hakaret etmekle eş anlamına gelmesi lazım. Evet hiç tartışmasız tüm Türkiye idarecileri AİHM kararlarını uygulamak zorundadır. Cemevi’ne yapılan ayrımcılık içeren tüm idari tasarruflarını sonlandırmaları için adım atmaları zorunluluğu gibi.

Fakat hükümet bu kararları uygulamıyor ve uygulamadıkça da zorunlu din dersi uygulamasının hedefindeki Alevilerin kimliklerinden arındırılması süreci tüm hızıyla devam ediyor. 2007 yılında AİHM’nce verilen Hasan Zengin kararına rağmen hükümet bu yönde somut hiçbir adım atmadığı gibi şimdi de bu zorunluluğu okul öncesine kadar indirgeme çabası içerisinde.

Çocuklarına zorunlu din dersi verilmesini istemeyen tüm aile fertlerinin ve özellikle de Alevilerin hukukun artık icrası için bir şeyler yapması gerekmez mi?

Avrupa Konseyi üyesi Türkiye’nin AİHM’in verdiği kararların yargısal icrasını ve hukuki meşruluğunu sağlamak için tüm Türkiye vatandaşlarının bir çaba içerisine girmesi de en meşru haklarııdır.

Nasıl mı?

Şöyle; AİHM kararları hem Avrupa İlerleme raporlarında hem de Türkiye Anayasası’nın 2004 yılı değişikliği ile getirilen 90/5. maddesi gereği ulusal yasalardan önce uygulama önceliği olan ve uyulması gereken norm/kararlardır. Zorunlu din dersi gibi bir zorunluluğu Anayasal normla da getirseniz öncelikle uymanız gereken temel haklar ve özgürlükler konusundaki uluslarası sözleşmeler ve AİHM’in vermiş olduğu bu yöndeki kararlardır.

Bu nedenle mesela Dersim’de tüm Alevi ailelerin önümüzdeki dönemden başlayarak çocuklarının zorunlu din dersine girmemesi için harcayacakları kolektif bir çabanın hukuksal meşruluğu tartışılamaz. Çünkü; AİHM’in verdiği bu kararlar aynı zamanda Alevi toplumunun doğrudan yaşam hakkına ilişkin bir sonuçtur.

Yani sistemin hukuk dışı uygulama ile devam ettiği zorunlu din dersinden Alevilerin çocuklarını kurtarma çabaları bir tür direniş hukukunun da parçasıdır. Bu çabalarına sivil toplum kuruluşlarından, eğitim sendikalarına, demokratlardan siyasal partilere kadar geniş bir çevrenin Alevi ailelerinin olası böyle bir çabasına destek vererek hukukun icrasını sağlamaları pekala mümkündür. Çünkü artık bu saatten sonra Alevilerin hukukun icrasını sağlamayan kültürel soykırımcı idarelerin çocuklarını asimilasyon politikalarına maruz bırakmalarına seyirci kalması düşünülemez.

Dersim gibi bir bölge ya da herhangi bir il ya da mahallede tüm öğrenci velilerinin topluca yapacağı böyle bir hukuki girişimin sonucunun tüm Türkiye’ye sirayet edeceğine de kimsenin şüphesi olmasın. Hukukun icrasını sağlamaya yönelik meşru böyle toplu bir davranışa karşı hükümetin olası her türlü keyfi tasarrufunun iptali ve yetkili bazında cezai sorumluluğunun doğacağını da hatırlatmakta yarar var.