Bugünkü yerel seçimin sonucuna giden yolun önü 16 Nisan halkoylamasında açıldı aslında. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) seçim esnasında kanuna aykırı olarak aldığı mühürsüz zarf ve pusulaların geçerli olacağı kararıyla seçimin şaibeli hâle gelmesi kitlelerde hayâl kırıklığı yaratmıştı. Seçimin sonucu Cumhur İttifakı iktidarının gerilediği anlamına gelmiyordu ama Erdoğan tüm devlet olanaklarını seferber etmesine karşın İstanbul ve Ankara’da üç puan gerilemişti.

Yani iki metropol Cumhur İttifak’ına ‘hayır’ demişti. Hattâ devlet ajansı AA ile manipülasyon girişimiyle sonuçların ilân edildiği akşam “atı alanın geçmesiyle” adı anılan Üsküdar’ın ittifaka sürprizi ‘hayır’ idi. 1995’te siyasal İslâm’ın farklı isimdeki partilerle yerelden başlayan yükselişinin düşüşe geçtiğinin habercisi olabilirdi bu. Yerelden gelip yerelle gidebilirlerdi.

Aslında siyasî iktidar bugüne kadar izlediği otoriteryan siyaset ile önemli bir şeye vesile oldu. Yönetim tarzının yarattığı sorunlardan rahatsız olan toplumsal kesimler görece politikleşti. Farklılıklarına rağmen bütünsel bir tavır içine girebildi. İnsanlar kibirlenme böbürlenme hareketlerine/hakaretlerine maruz kalırken kendilerini ifade etmenin yollarını aramaya koyuldu bir yanda da. Bununla birlikte Cumhur İttifakı’nın hamlelerinden 16 Nisan referandumunun sath-ı mâiline girildiğinde, muhalefet partileri hiçbir şey yapmadıysa açmazlarını çıkmazlarını, ideolojik farklılıklarını geri planda tutarak meseleyi parti meselesi olmaktan çıkarma stratejisiyle “demokratik bir gelecek” tasavvurunu halk kitlelerine yaymaya çalıştı. “Gezi ruhu”na benzer bir sinerji çıktı ortaya.

Evet, karamsarlığa sürükleyen çok şey vardı: hak arama yolları kapalı, kurumlar işlevsiz, seçimler şaibeli, siyasî temsil sınırlı/sorunlu, grev yasak, eğitim dayatmacı, medya sansürlü, ekmek yok, emek örgütsüz, geçler işsiz, öğrenci parasız; hayat pahalı, günler kederli, gelecek kaygılı; yaşam keyifsiz, sıkıcı ve tatsızdı! Ve ertesi gün yerel seçim vardı.

Bugün tam bir hafta oldu seçim geçeli beri. İstanbul’da AKP’nin talebi üzerine alınan somut delile dayandığı şüpheli çifte standartlı geçersiz oyların sayımı kararına göre sayım işlemi hâlâ devam ediyor. Seçim gecesi AA’nın haber vermeyi durdurduğu anlarda “kazandık” açıklaması yapanlar ertesi sabah seçim sonucuna itiraz etti. Hem kazanılıp hem itiraz edilen; hem itiraz edip hem sokaklara billboardlar yerleştiren şizofreni hâli sürüyor. İş bir ara Büyükçekmece’de seçimi iptal ettirmeye kadar geldi ancak talepleri reddedildi. Şimdi yüzsüzce tüm oyların tamamen sayılmasını istiyorlar.

Seçim öncesindeki barışçıl, temkinli ve sükûnetli duruşunu seçim gecesi ve sonrasında da devam ettiren Ekrem İmamoğlu’nun binlerce oy farkıyla kazandığı seçimin sonucunu değiştirmek için türlü yollara başvuruyorlar. AKP’li aday, gâfil avlanıp da seçim gecesi alelacele kazandığını açıklayan kendisi değilmiş gibi şimdi, mazbatayı almadan kendini başkan olarak nitelendirdiği için seçilmiş olan muhalefet adayını suçlayabiliyor. Oysa bugünkü merkezî iktidarın temsilcilerine göre sandık her şey: “Demokrasi sandıkta başlar, sandıkta tecelli eder.”

Şimdi? Saray organları seçim sonucunu “sandık darbesi” diye yayarak, troller sosyal medyada “oy hırsızlığı” etiketleri açarak algı oluşturmanın derdinde. Dün referandumda mühürsüz pusula ve zarfların geçerli sayılmasıyla ortaya çıkan şaibeyi görmeyenler bugün itiraz yollarını kullanıyor. Kullansınlar tabiî ama belirtmek de gerek: Dün YSK’nin mühürle ilgili kararında etkisi olanlar da yine aynı siyaset odağının temsilcileriydi. Seçmen listeleriyle ilgili ortaya çıkan iddialara kulak tıkayanlar da.

Önceden seçim geceleri hemen sonuç ilânıyla işi “oldu bitti”ye getirenler şimdi “millî irade”yi geciktirmekle uğraşıyor. Asıl soru şu: Sonuç tam tersi olsaydı, muhalefetin itirazı kabul görür müydü? YSK’nin Muş, Balıkesir, Uşak, Çifteler, Malazgirt gibi il ve ilçeler başta olmak üzere çifte standartlı kararları İstanbul’dakiyle büyük bir tezat taşıyor. İşte itiraz mekânizmasının demokratik ve âdil işlemediğine yönelik somut veri.

Oyların yeniden sayımı işlemiyle belki zaman kazanıyorlar belki de sonucu değiştirebileceklerini zannediyorlar. Bırakmak istemedikleri rant, belediyeler aracılığıyla bunca zamanki akçeli işler ve evet, ufukta tamamen kaybetme olasılığı belirdiğinden. İstanbul özelinde duyuru panolarıyla, “belediye meclisinde çoğunluk” söylemleriyle, “topal ördek” benzetmeleriyle, iş yaptırmam gözdağlarıyla, sık sık ülke genelinde önde olduklarını dillendirmeleriyle psikolojik üstünlük kurmak, algıyı oraya çekmek ve İstanbul, Ankara dâhil, Antalya, Adana, Artvin, Ardahan gibi illerde yerel iktidarın el değiştirdiği gerçeğini örtmek üzerine bir “strateji” izliyorlar.

İstanbul Türkiye’nin çok büyük bir bütçeye sahip olan belediyesi. Şehir kapitalin merkezi. Kentsel dönüşüm projeleriyle, imar yetkilerinin kullanılmasıyla en büyük rant İstanbul’da dönüyor. İBB, siyasî iktidarın şimdiye kadar ihalelerle, tarikat cemaat vakıflarına, derneklerine maddî ve aynî “yardımla” buralardan siyaset devşirdiği, sözün özüyle “Ak partizanlığın” doğduğu yer.

Ama İstanbul, aynı zamanda tarihsel ve kültürel zenginliğinin yanı sıra yıllarca Türkiye’nin pek çok ilinden göç alan ve bugünkü sosyo-ekonomik/sosyo-politik yapısı ortaya çıkan “küçük Türkiye.” Farklı dilleri, farklı kültürleri, farklı inançları, farklı yaşam tarzları, farklı renkleriyle milyonlarca insana “yurt” İstanbul ve “kavganın şehri.” Değişik ekonomik, sınıfsal, siyasal kesimler bir arada yaşıyor İstanbul’da: Bir yanda plazaları, rezidansları, iş merkezleri, “AVM”leri, “kral daireleri”, yalıları, villaları, saraylarıyla meyyal lüks, şatafat, zenginlik, müreffeh refah bir kent görüntüsü verir. Bir yanda gecekondularıyla, işçi, göçmen mahalleleriyle, işsiz gençleriyle, yalınayak çocuklarıyla, arka sokaklarıyla yokluk, yoksulluk, çaresizlik yaşanır... Vedat Türkali’nin dizeleri hâlâ güncel: Kenar mahâllelerinde, yumurta masalıyla büyütülür çocukların. Hürriyet yok! Ekmek yok! Hak yok! Kolların ardından bağlandı, kesildi yol başların; harâmîlerin gayrısına yaşamak yok!

Bunun için siyaseten “Türkiye’yi kazanmanın yolu İstanbul’dan geçer.” Sınıfsal, kültürel siyasal çeşitlilik tek başına yönetmeye izin vermiyor artık İstanbul’u. Referandumda mevcut iktidarın yönetimin tamamen tekelleşmesi “projesi”ne İstanbullunun ‘hayır’ itirazı; yerel seçimde ise mahalle meclisleri kurmayı vadeden, “İstanbul’u İstanbullularla birlikte yönetme sözü veren” adayı tercih etmesi elbette tarihin akşına uygun bir gelişme.

İstanbul’da şimdiye kadar yönetim, insanların -başta ulaşım, kentsel dönüşüm, şantiye görüntüsü, hafriyat kamyonları olmak üzere- sorunlarını değil sermaye sınıfının imar-arazi meselelerini çözmek üzerinden yürüdü. Artık, “aşkla” bağlı olunan şehirlere “ihanet” derecesine ulaşan rant velinimeti üzerinden siyasal destekle, yıkıcı can alıcı etkileri olan kapitalizmi kutsayıp yücelterek ve demokratik mekânizmaları kilitleyerek tek karar verici konumda idare etme pratiği halkın çıkarına, iradesine, demokratik değerlere ters düşüyor. Yaşam alanlarını, kültürel ve tarihî dokuyu yok ediyor; doğayı tahrip hayvanların yaşamını ise tehdit. Deprem toplanma alanları bile betonla yığılı.

Çağdaş demokrasinin ve insanca yaşamın ön koşulu halkların dört-beş yılda bir yapılan seçimlerle iktidarı değiştirerek değil yalnız, iktidar, politikalarını eylerken, kentte devasa paralarla uygulanacak -hayatı kolaylaştıracak veya zorlaştıracak- her projeden vergilerle yönetilen ülkenin geleceğinin şekillendirilmesine değin birincil söz sahibi, karar verici, denetleyici olabilmesinden geçiyor.

“Şehirlerin kaderini yöneticilerin belirlediği” bir anlayıştan ziyade “halkın şehirlerde kendi kaderini tâyin edebildiği” bir gelecek tasavvuru öne çıkıyor. Bu ideale/iradeye kibirli, gerginleştirici, dışlayıcı, otoriter, sürekli kavga eden, hor gören bir siyaset tarzı ve lider tutumu değil, ortak akılla hareket etmeyi öneren, mütevazı, muhalefetini espriler üzerinden kurabilen, söylem trafiğiyle oyalanarak gerçek gündemi kaçırmayan, farklı düşünce, inanç, yaşayıştan kesimleri saygıyla kucaklayan, bağırıp çağırmadan da hak aranabileceğini gösteren lider imajı yanıt veriyor.