'Modern' dünya bize bedenlerimizden utanmayı öğretti. Uzun zamanlardır, "Her tür edepsizliğin bedenselliğin belirgin emarelerini taşıdığı" bu dünyada, "doğrudan bedensellik iddia eden her ne olursa olsun bir ihlali barındırıyor." [1] Bedenlerimiz, evlerde ve hatta evlerin içindeki bölmelerde 'özgürler' sadece. Dışarısı tam bir zindan; dokunmak sapkınlık, osurmak ahlaksızlık, çıplaklık delilik…

"Biz Montesquieu ve Rousseau'dan gelmedik" diyen AKP ya da Recep Tayyip Erdoğan'ın dünyasında ise evlere hapsedilmiş bu bedenlerimize de huzur yok. Bedene yönelen vahşi saldırı öğrenci evlerine, yurtlara kadar giriyor artık. Başbakan Erdoğan'ın 'kız ve erkek öğrencilerin beraber kaldığı evlerin denetimi' hakkında en son yaptığı açıklamalar da bunu belgeliyor.

Bedeni lanetleyen 'modern' dünyadan 'muhafazakar demokrat bir iktidar' olarak farklılıkları olduğunu ima eden Erdoğan, "Kişilerin müstakil özel evlerinde bir kız ya da bir gencin aynı evde kalması ne denli uygun olabilir?" diye soruyor ve kendi sorusuna cevabı da “herkesin” yerine yine kendi veriyor; hem de bir kadın gazeteciye, kaşlarını çatarak:

"Yok yarın anne olduğunuz zaman, ya da annesiniz bilemiyorum, kızınıza çocuğunuza böyle bir şeyi uygun buluyorsanız, size hayırlı olsun. Eğer bir yasal düzenleme yapılması gerekiyorsa biz bu konu ile ilgili yasal düzenlemeyi yaparız. Valiliklerin bu konuda inisiyatifleri varsa bu inisiyatifleri kullanması gerekir. Çünkü bunun bedeli yarın bizim karşımıza çok farklı bir şekilde gelebilir."

Erdoğan'ın bu sözlerinin öznesi “kadın”dır. Konu her ne kadar “kızlı-erkekli” denilerek dilimize pelesenk ediliyor olsa da burada asıl odak kadındır ve bedeni saldırı altında olan da odur: Evlerde erkeklerle kalmaması gereken, bedenini de alıp çekip gitmesi gereken, evlenmesi gereken, annesi ve babasına biat etmesi gereken, “ahlaklı” olması gereken kadındır/kızdır; erkek değil.

Kürtaj yasağı, “en az üç çocuk” ısrarı, “hamile kadınların sokağa çıkması terbiyesizliktir” sözleri, dekolte meselesi ve saymakla bitmeyecek kadın düşmanlıklarının gelip dayandığı son yer “kızlı-erkekli” yurtlar ve öğrenci evleri olmuştur.

AKP ve Erdoğan'a göre, "Kadınlar erkeklerin bedenlerinden uzak tutulmalıdır, ama her şeyden önce kendi bedenlerinden korunmalıdır" ve nihayet "onlara bir bedenleri olduğunu hatırlatmak bile kabalıktır." [2]

Kadın bedenini hapsetmek ve unutturmak için izlenen yol ise onu erkekten ayırmak olarak karşımıza çıkıyor. Kadının var olmasının yegane koşulu ise ancak ve ancak yine bir erkekle birleşmesiyle mümkün; ancak tek bir şartla: Evlilik.

Yakın zamanda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın aldığı “yeni evlenen gençlere 10 bin liraya kadar kredi verme” kararı, akabinde Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndan gelen “evlenen öğrencinin kredi borcunu silme” müjdesi ve ardına da 'kız ve erkeklerin kaldığı evlerin denetleneceği' tartışmaları…

Hepsi, bir bütünü tamamlayacak ufak adımlardan başka bir şey değil.

Gezi Parkı'nda ağaçlar nasıl gövdelerinden sökülüp parçalandıysa, kadının bedeni de bedenlerimiz de öyle parçalanmak, bölüştürülmek, lime lime edilmek isteniyor.

Ve Gezi'deki doğa katliamına karşı nasıl bir isyan ve direniş şahlandırıldıysa; burada da insanın doğası için, insanın doğal hakları için aynı isyana gereksinim olduğu çok açık…

[1] Sartwell, Crispin. Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik. Ayrıntı Yayınları. Çev. Abdullah Yılmaz. İstanbul. (1999) s.165

[2] Sartwell, C. a.g.e.