23 Haziranda 2. İstanbul seçimini hezimete uğrayarak kaybeden AKP için siyaset cephesinde öne çıkan gelişme, AKP yönetiminin bu yenilgiden ders çıkaracağı şeklindeki yorumlar gündeminin başat gelişmesi olmuş durumdadır. Zira, yapılan seçimin sadece belediye seçimi olmadığı, kaybedenin de sadece Binali Bey'in olmadığı bu seçimde, gerçekte kaybeden tek adam yönetimiydi, yürütmenin tek adama bağlanmasıydı, yargının talimatla karar vermesiydi, iktidarın ekonomi ve dış politikasıydı, saray eşrafıydı, eş dost kayırmasıydı, israf yönetimiydi, kamu kaynaklarının aile bireylerinin kurduğu vakıflara peşkeş çekilmesiydi, günlük yaşamın ve eğitim sisteminin siyasal İslam politikasına aktarılmasıydı, muktedirlerin kendileri gibi düşünmeyen herkesi aşağılaması ve ötekileştirmesiydi. İşte AKP kurmaylarına göre ''beklenmedik'' bu ağır yenilginin parti yönetimi ve hükümet kabinesinde illaki bir sonucu olacak söylemlerinin siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisine göre bir karşılık bulacaktı elbette.

Konumuzu ilgilendirdiği ölçüde, bilimsel manada, fazla detaya girmeden kısaca irdeleyecek olursak; Siyaset bilimi, siyasal otorite ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlenmesinde rol oynayan davranışların bilimi iken, siyaset sosyolojisi, siyasal otoritenin kurumsal bir biçimde düzenlenmesini, siyasal otoritenin işlevlerini ve siyasal düzenin sosyal gelişmeler sonucu dönüşümünü inceleyen sosyolojinin alt dalıdır. Yani siyaset bilimi daha çok yönetim aygıtları, kamu yönetimi mekanizmaları ile seçimler, kamuoyu, baskı grupları ve siyasal davranışlarla ilgilenirken, siyaset sosyolojisi ise siyasal olguların sosyolojik analizi ve daha çok siyaset, toplumsal yapılar, ideolojiler ve kültürler arasındaki karşılıklı ilişkilerle ilgilenmektedir. Bir başka ifade ile, siyaset bilimi kamu yönetimi ve yönetsel örgütlerin nasıl etkin kılınacağı ile ilgilenirken, siyaset sosyolojisi yönetim bürokrasisinin baskı ve zorlama öğeleri ile ilgilenir.

Siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi hakkında kısa ama önemli gördüğümüz bu bilgiler ışığında 2002'den bu yana ülkeyi yönetmekte olan AKP hükümetlerini tahlil ettiğimizde, AKP'nin içindeki çeşitli kliklerin dönem dönem sözüm ona sert kavgaların yaşandığı süreçlerden geçerek, kurumları ve dengeleri tek adam rejimi lehine değişikliğe uygun hale getirmenin hazırlık aşamasını bir yıl önce tamamladığını, 24 Haziran 2018 genel seçimi ile de tek adam rejiminin tescillendirildiğini görüyoruz. İşte böyle anti demokratik siyasal sürecin hakim olduğu siyaset anlayışının sonucu olarak AKP, hiçbir zaman tam demokrasi, bağımsız adil yargı, toplumu temsil eden katmanların kültürel farklarının eşit yurttaş temelinde kendi kimliklerini ifade etme ve özgürce yaşama, kadın, toplumsal cinsiyet, çocuk, yaşlı, engelli, ekolojik sorunlar gibi toplumsal sorunların kaygısını taşımamış ve böyle bir derdi olmamıştır. O çok övdükleri tek adam rejiminin bir yılda nasıl iflas ettiğini hep beraber gördük.

AKP iktidarda olduğu sürede dışarıdan yoğun sıcak para akışıyla tüketim ağırlıklı kalkınma modelini benimsemiş, inşaat sektörünün abartılı olarak pompalanması ve ülkenin bütün birikimlerinin elden çıkarılması temeline dayalı ekonominin bugün içine düştüğü kaçınılmaz kriz ile yüz yüze olduğumuzu birçok AKP çevresi de kabul etmektedir.

Toplumsal olarak yaşanmakta olan ekonomik ve siyasi krizden yapısı gereği AKP ile çıkmanın mümkün olmadığı her geçen gün daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Zira AKP yönetimi şimdiye kadar, enflasyon meselesi ile baş edememiş, ülkenin en önemli sorunu, Kürt sorununda şiddet yönteminden başka çözüm önerilerine kulaklarını tıkamış, toplumu adalet ile, hukuk ile tanıştırma noktasına getirememiştir.

23 Haziran seçimi sonrası yapılan açıklamalara baktığımızda da Erdoğan'ın sert, popülist ve çatışma kültürünün hakim olduğu ayrıştırma, kamplaşma, kavga ortamının günlük yaşam haline geldiği bir siyasetin şiddetini arttırarak izlemeye devam edeceğinin işaretlerini görüyoruz.

AKP ülke sorunlarını çözme, toplumsal barışı sağlama ve mutlu insanların yaşadığı bir ülke yönetme amacı ile programlanan parti olmadığı için ortada yapısal bir sorun olduğu objektif bir gerçekliktir. Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız siyaset ve sosyoloji biliminin gerçeklerine tamamen zıt bir AKP ile, onun, yasamanın, yargının, medyanın çok büyük bir bölümünün, yürütmenin kısacası TC etiketi taşıyan her şeyin ve herkesin tek egemeni konumundaki tek adamla tümüyle özdeşleşmiş bir durumdadırlar.

Bu siyasi yönetim anlayışı doğal olarak demokrasiden fersah fersah uzaklaşan siyasetin hırçınlığını, sınır tanımazlığını günlük yaşamın bir parçası haline getirmiştir. Yaşanan toplumsal gelişmelere baktığımızda barış istemenin ne anlama gelebileceğini ve savaş seviciliğinin bir iktidarı ne kadar zalim kılabileceğinin sürpriz olmadığını bize göstermektedir.

Oysa yaşadığımız toplumsal süreç toplumsal muhalefet güçlerine çok önemli ve büyük sorumluluklar yüklüyor. AKP'nin başında olduğu mevcut siyasal İslamcı rejimle meşru mücadele yöntemleri ile kitlesel olarak köklü bir hesaplaşmaya girilmelidir. Bu mücadele sürecinde gerçek çoğulcu demokrasiden, özgürlüklerden, laiklikten, hukuktan, adaletten, bağımsız yargıdan, eşit yurttaşlık ilkesinden yana olan herkes kendi saflarını genişletmenin, kendi bünyelerine bu ilkeleri benimseyen yeni unsurları eklemenin derdinde, çabasında olmalıdır.

AKP yönetiminin ezmediği, ötekileştirmediği, hiçbir toplumsal kesim kalmamıştır. O yüzdenden ki, gerçek manada eşitlik ve özgürlüğün, ülkede yaşayan insanların kimliklerinin gizlenerek değil, aksine özgürce eşitlenerek yaşanabilmesini savunmak tüm muhaliflerin vazgeçilmez ilkesi olmalıdır.