Bir ülkeyi meşgul eden temel meseleler, aynı zamanda akademide üzerinde çalışılmış ve çalışılması gereken temel alanlardır da. Bu hem akademide çalışma yapan bireylerin tercihleri sebebiyle hem de o ülke yönetiminin teşviki nedeniyle böyledir. Dahası birçok devlet önemli gördüğü alanda kimi üniversite veya kurumlara eğitime ayırdığı genel bütçenin dışında yüksek fonlar da ayırarak üniversitenin o alanda çalışma yapmasını istemektedir. Bahsini ettiğimiz çalışmalar, kimi devletlerce kimi kurumlara yaptırılan “Nerede kaynaklar var? Nasıl müdahale edebiliriz? Oradan ne elde edebiliriz?” tarzlı jeo-stratejik çalışmalar değildir. “Şuradan ne koparabilirim” mantığıyla yapılmayan meseleyi tüm boyutlarıyla anlamaya yönelik bilimsel çalışmalardır. Birçok ülke bu amaçla akademiye başvurur.

 

AKADEMİ HENÜZ EN TEMEL MESELEYE EL ATMIŞ DEĞİL

Türkiye’de ise böyle bir durumdan bahsetmek pek mümkün değil. Genel olarak akademik çalışmalara ayrılan bütçenin düşüklüğü bir yana ülke meseleleri ile ilgili akademik çalışmalar yok denecek kadar azdır. Kürtler konusunda ise çalışma (Mesut Yeğen’in hakkını teslim edelim) neredeyse hiç yoktur. Her ne kadar TDK’de Kürtler “Ön Asya’da yaşayan bir topluluk” olarak yer alsa da yarısı Türkiye’de olmak üzere 30-40 milyonluk bir halktır ve onlarla bağlantılı adına “Kürt Sorunu” denilen mesele uluslararası bir boyut kazanmıştır. Bu sorun Türkiye için dışta “de facto” oluşumlarla sınır komşusu olarak içte de ardında bir enkaz bırakarak artık üstü örtülemeyecek en temel mesele haline geldi. Ve akademi henüz en temel meseleye el atmış değil. ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkeler ya da özerk olarak akademileri, Kürtler üzerine çalışmalar yapıyorken Türkiye’nin ve akademisinin bu alanda çalışma yapmamış ve hala yapmıyor olması anlaşılacak gibi değil.

 

“BÖLÜMÜMÜZDE BU KONUDA ÇALIŞAN KİMSE YOK”

Akademi-Kürt Çalışmaları arasında uçurum bile denemeyecek bir durum söz konusu. Kürt Sorunu, Türkiye’nin hem içte hem dışta en temel sorunu ve Kürtler-Kürt Sorunu akademide çalışıl(a)mıyor. Bu çalışılmamanın tarihsel seyrinin “izin verilmeme” doğrultusunda seyrettiği malumumuz . Bugün ise “Tamam izin veriyoruz ama Kürtleri çalışan kimse yok ki üniversitemizde. Kiminle çalışacaksın?” tarzlı cevaplarla çalışmak isteyene yer açılmıyor. Bunu kendi tecrübemden hareketle söylüyorum. Yakın zamanda başvurduğum kimi üniversitelerin doktora programları mülakatlarında bu durumu yaşadım. “Beni almadılar çünkü…” diye bir mağduriyet söyleminde bulunmaya niyetim yok. Üzerinde durmak istediğim nokta mülakatlarda dillendirilen “bölümümüzde bu konuda çalışan kimse yok” cevapları üzerinedir. Nitekim “bilimsellik” açısından haklı da sayılabilirler. Ama bunun bir de öbür yönü yok mudur? Peki o zaman bu konu nasıl çalışılacak? Bunun bir yerden başlaması gerekmiyor mu? Çalışan kimse yoksa bu kişiler nasıl yetişecek? Her çalışmak isteyen soluğu yurtdışında mı alacak? Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir?

 

PAŞALARDAN BAŞKA BİLGİ ALINACAK “UZMAN” BULUNAMAYACAK

Benim önerim Kürtler ile kesişebilecek alanlarda çalışma yapan akademisyenlerle çalışılmak üzere Kürtler üzerine çalışmak isteyenlerin akademide önünün açılmasıdır. Örneğin Milliyetçilik üzerine çalışan ya da Ortadoğu çalışanlar Kürtleri-Kürt Meselesi’ni çalışmak isteyenle çalışabilmeli, akademi de bunu onaylamalıdır. Tez aşamasında Kürtler üzerine çalışmış kimi yurtdışındaki akademisyenlerle irtibata geçilip tezin bilimselliği konusunda destek alınarak sorun çözülebilir. Ama çalışan kimse yok diye bu alandaki çalışmanın önünü açmamak vahim bir durumdur. Bu yapılmayana kadar da Kürt Sorunu konusunda ülkenin içinde bulunduğu durum şaşırtıcı olmayacaktır. Bu durumda örneğin Suriye/Suriye Kürtleri ile ilgili meselede paşalardan ya da gazetecilerden başka bilgi alınacak “uzman” bulunamayacaktır. Oysa ki, yine Suriye örneğinden hareket edersek, eğer Suriye üzerine uzun erimli saha çalışmasını da içine alabilecek akademik bilimsel çalışmalar yapılmış olsaydı gelişen durumla ilgili ne devlet ne de toplumca biz bu denli şaşkınlık yaşardık ve yapılacak politika da belki “stratejik derinlik”li değil ama daha yerinde bir politika olabilirdi.

 

BATI YAKASI “TERÖRİSTE AĞLANIR MI, AĞLANMAZ MI?”YI TARTIŞADURURKEN

Türkiye’de sorun çözmeye yönelik mekanizma şu şekilde işliyor. Sorun anlaşılmadan polisiye-askeri tedbirlerle çözülmeye çalışılıyor. Bu tedbirlerin gerektirdiği devasa bir bütçe ayrılıyor. Sorun çözülemeyince daha çok tedbire ve daha çok bütçeye başvuruluyor. Sorun bu şekilde dağdan yuvarlanan kartopu gibi gittikçe büyüyor, çığ haline geliyor. Sorunun anlaşılamadığı bu noktada bile akla gelmiyor ya da dikkate alınmıyor. Kürt Sorunu konusunda Türkiye tam da bu durumu yaşıyor. Kürtler üzerine akademide çalışılmaya izin verilmedi (Beşikçi örneği). Sorun hep askeri tedbirlerle çözülmeye çalışıldı ve gittikçe büyüdü, içinden çıkılmaz bir hale geldi. Bu durumda bile bu meselenin anlaşılamadığı dikkate alınmıyor. Anlamaya yönelik kenarından-köşesinden soruna el atan birkaç akademisyen ise KCK’den içeri alınıyor/alınmaya çalışılıyor. “Teröriste de ağlayabilmeliyiz” diyen bile söylemsel lince maruz kalabiliyor. Bu durum meselenin anlaşıl(a)madığını göstermesi açısından önemlidir. Örneğin batı yakası “teröriste ağlanır mı, ağlanmaz mı?”yı tartışadururken doğu yakasında yaşanmış şu olay yıllardır dilden dile dolaşmaktadır.

 

“NİYE DEMEDİNİZ TERÖRİST OLDUĞUNUZU”

Bir gün bir köye gerillalar gelir. Tek başına yaşayan yaşlı bir teyzenin kapısını çalarlar. Teyze kapıya gelir ve teyze ile gerillalar arasında şu konuşma geçer:

 

(Konuşma Kürtçe geçmektedir. Batı yakası için Türkçe’ye çevireyim.)

 

-Kim o?

-Biziz anne, “heval” (Arkadaş,yoldaş).

-Heval kimdir oğlum tanımıyorum sizi.

-Anne, biz gerillayız.

-Gerilla nedir?

-Anne PKK’liyiz, Apocuyuz biz.  Apocuları duymadın mı?

-Yok duymadım. Tanımadıklarıma kapıyı açmam. Gidin lütfen.

 

Gerillalar ne yapsak diye düşünürken bir gerilla durun hallederim diyerek teyzeye seslenir:

-Anne teröristiz biz. Terörist, terör.

 

Kapı açılır. Teyze gerillaları tek tek kucaklayıp öperken şöyle der:

-Oooy oooy. Oğlum şimdiye kadar niye demediniz terörist olduğunuzu. Anneniz kurban olsun size yavrularım. Gelin, gelin, gelin…

 

BATI YAKASINA GERÇEKLER ANLATILMALIDIR

Şimdi bu olaydaki teyzenin/teyzelerin psikolojisi, olayın dilden dile dolaşan sosyolojik boyutu anlaşılmadığı/anlaşılmak istenmediği müddetçe Kürt Sorunu’nun çözümü mümkün değildir. Bu olay tüm boyutlarıyla anlaşılırsa sorun büyük oranda çözülmüş olacak aslında. Bunun için de gerçekçi bilimsel çalışmalar gerekiyor. Çığın altında kalmadan yapılması gereken sorunu askere-polise havale eden denklemi bir an evvel tersine çevirmektir. Askeri harcamaların yönünü ilkin bu meseleyi sosyal, politik, psikolojik tüm boyutlarıyla anlamaya yönelik yapılacak akademik çalışmalara yönlendirmeli ve Kürtler/Kürt Meselesi’nin akademide çalışılmasının önü açılmalıdır. Bunla başlayarak eğitimde, basında, sinemada, tiyatroda batı yakasına gerçekler anlatılmalıdır. Bu, gelinen noktada Kürt Sorunu konusunda daha sağlıklı düşünebilme ve politika üretebilmenin en etkili yoludur.

 

(Demokrat Haber’in notu: Bu özgün içerik kağıttan medya tarafından da istenildiği gibi alınıp kullanılabilir)