Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul 2. Bölge milletvekili adayı Ahmet Şık’la 24 Haziran’da yapılacak Cumhrubaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri öncesi değerlendirmelerde bulundu.

Şık, AKP'nin Demirtaş'ın içeride olmasından pişamnlık duyduğunu söyleyerek, "Ancak bırakamayacakları için de ikilemde kaldılar" dedi. 

Bianet'ten Ekin Karaca'ya konuşan Şık, "Erdoğan ve AKP'de simgeleşen kötü yönetim biçimi, mafya iktidarı tüm cumhuriyet tarihi boyunca vardı. AKP ve Erdoğan aslında sonuç. AKP 12 Eylül faşist cuntasının çocuğudur. Onun yarım bıraktığı işi şu an tamamlamaya çalışıyor" ifadesini kullandı. 

Ahmet Şık'ın Ekin Karaca'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Seçim çalışmaları nasıl gidiyor, “acemi siyasetçi” olarak seni neler zorluyor?

Daha önce gelişmeleri gazeteci olarak takip ederken şimdi haber öznesi oluyorum ve bu tuhaf hissettiriyor.

Ben siyaset yapmayı bilmem ki. Gazetecilik daha çok gözlem işi ya, gözlemlemeye çalışıyorum. Ancak kitle karşısında konuşurken çok heyecanlanıyorum. Hala becerdiğim söylenemez.

Tabii herkes beni mahkemedeki söylediklerime bakıp belagati çok iyi sanıyor. Ancak mahkemede yazılı olmayan hiç bir metni dillendirmedim. Oraya bakarak “Ahmet iyi konuşuyor” demek biraz iddialı olur ama öğreneceğim herhalde.

Uzun vadede tekrar gazeteciliğe dönmeyi düşünüyor musun?

Zaman ne getirir bilinmez ama bu dönem risk alınması gereken bir dönem. Siyasetin içindeyken aktif olarak bir yayın organında çalışmayı etik bulmam.

Ancak siyaset geçici, gazetecilik baki benim için.

Peki, sokağın tepkisi nasıl?

Şu ana kadar negatif bir tepkiyle karşılaşmadım. Bazı insanlar kendilerini yakın hissettikleri partide görmek istiyor beni. Ama bu tepkiler de çok sınırlı. Genellikle tepkilerin çoğu "Ben HDP'li değilim ama HDP'ye oy vereceğim” tarzında oluyor.

Hem CHP seçmeni hem milliyetçi seçmenlerden benzer görüşler alıyorum.

CHP seçmenini sormak istiyordum. Tutuklanma süreçlerinle birlikte tanıyan pek çok kişi seni CHP'de görmek istiyordu. Senin HDP'de siyaset yapmanı yadırgayan bir kesim var…

Bu beklentide olan seçmenin, Muharrem İnce her CHP Genel Başkanlığı'na aday olduğunda Türkiye siyasetinin “kanserli uru” haline gelen delege sistemi nedeniyle seçilememesini irdelemesi lazım.

İnce, bu sorun yüzünden Kılıçdaroğlu'nu aşıp genel başkan olamadı ama şu an Erdoğan'ın en büyük rakibi haline geldi.

Bu sorgulama Türkiye’de delege sistemi üzerinden siyaset yapan tüm partilerin de nasıl siyaset yaptığını da gösteriyor.

CHP üzerinden örneklediğimiz bu durum Türkiye’de siyaset yapma biçimin genel sıkıntısına işaret ediyor.

İç demokrasiyi sağlayabilmiş en iyi yapılardan biri HDP'de. Orada da bazı sorunlar var elbette ama farklılıkların en çok yer bulduğu, bir bileşenler hukuku üzerinden kendini var etmeye çalışan ve Türkiye partisi olma iddiasında bir parti. Hedeflerini de çok açık şekilde tarif ediyor.

İstanbul 2. Bölge sosyo-kültürel ve ekonomik olarak çok farklı kesimleri bünyesinde barındırıyor. Sol kimliği bilinen biri olarak çalışmalar sırasında daha mütedeyyin seçmenle karşılaştığında nasıl diyaloglar gelişiyor?

Ben gençleri ve kadınları çok önemsiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun, toplumsal dönüşümü sağlayacak en önemli sosyolojik grup, kadınlar ve gençler.

Türkiye'de hem nüfus hem seçmen yaşı çok düşük. Gençlere sadece vaat veriliyor. O gençlerin beklentilerini karşılayacak herhangi bir adım atılmıyor.

Kadınlar herhangi bir sorun karşısında daha samimi mücadele ediyorlar. Türkiye siyasetine baktığımızda tüm hareketler hep kadın emeğinin sırtında yükselmiş. Çünkü daha samimiyetle mücadele ediyorlar ve gerçekten kadının dokunuşu sertliği ortadan kaldırıyor. Daha makul çözümler üretiyorlar.

Mütedeyyinlerle karşılaşıyoruz tabii ki. Herhangi bir negatif tepki almadım. Yeryüzü sofrasının iftarına katıldım. Bu ülkenin sorunlarına dair ortaklaştığımız arkadaşlarımız var. Meseleye dürüstlük, ahlak ve vicdan açısından baktığında ben o kitleye değebiliyorum. Kendileri de bunu ifade ettiği için ben bunu bu kadar iddialı söylüyorum.

Sorunlara dair ortaklaşamadıkların…

Dindarların öncelikle bu din bezirganlığı yapan iktidarı tartışmaları gerekiyor. Her dinin yasak kıldığı günahları işliyorlar.

2014'te yayınlanan ses kayıtlarının doğruluğundan kimsenin şüphesi yok. Elde ediliş biçimi başka bir tartışmanın konusu ama benim zaten AKP iktidarının yolsuzluk yaptığını düşünmem için o telefon konuşmalarını dinlemeye de ihtiyacım yoktu.

Erdoğan'ın kendisinin ve ailesinin 16 yıl önceki mal varlığı neydi, şimdi nedir? Bunu kabine üyelerinden milletvekillerine, parti başkanlarından bürokrasinin içindeki AKP kadrolarına kadar herkese sormak meşrudur.

Ateist kimliğini gizlemeyen, siyaseten solda duran biri olarak ahlaki, vicdani olarak mütedeyyin kesime dokunabildiğini söylüyorsun. Türkiye'de sol siyasal hareketlere baktığımızda, onların mütedeyyin kesime dokunma noktasında sıkıntı yaşadığı sıklıkla değerlendiriliyor. Yorumun nedir?

Türkiye solunun elbette kendisini sorgulaması gerektiğini düşünüyorum ama öncelikle hakim gücün ne olduğuna bakmak gerekiyor.

Bu ülkenin üstünden silindir gibi geçen bir 12 Eylül 1980 faşist cuntası vardı. O cunta tüm hedefini Türkiye solunun başını ezmek üzerine kurdu.

Geçmişteki darbeleri de dahil ederek söylüyorum, her darbe Türkiye solunu yok etmeye çalışmak ya da küçültmek üzerine kurgulanmıştı.

Bugün biz eğer AKP ve Erdoğan üzerinden bir sorunu tartışıyorsak, 1980 darbesine giden koşulları ve cuntacıların bu siyasal İslamcıları nasıl besleyip, büyütüp, palazlandırdığı üzerinden tartışma yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye solunu ezmek için İslamcılığı pompaladılar. Çünkü hastalık olarak gördükleri solun panzehrinin dindarlaşmak olduğunu düşündüler. Bugün kendini milliyetçi, ulusalcı vs. gibi çeşitli tanımlar içerisinde gören insanların çok güvendikleri ordunun ne olduğunu okuyup araştırmaları gerekiyor.

Bu ülkede sola dair çok ağır bir yıkım yaşandı. Elbette solun kitleyle iletişim noktasında ne hatalar yaptığıyla yüzleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak öncelikle bu ülkede dinciliğin, muhafazakarlığın, milliyetçiliğin nasıl bir sistem içerisinde hayatımızda yer ettiğini sorgulamak gerekiyor.

16 yıla yayılmış çok güçlü mafyatik bir iktidara bakıp ülkedeki tüm sorunların kaynağının Erdoğan ve AKP olduğunu düşünen kötü bir muhalefet anlayışı var.

Ben diyorum ki, Erdoğan ve AKP'de simgeleşen kötü yönetim biçimi, mafya iktidarı tüm cumhuriyet tarihi boyunca vardı. AKP ve Erdoğan aslında sonuç.

AKP 12 Eylül faşist cuntasının çocuğudur. Onun yarım bıraktığı işi şu an tamamlamaya çalışıyor.

Pek çok ulusalcı, milliyetçi seçmen AKP'nin meclis çoğunluğunu almaması için HDP'ye oy vereceğini söylerken, Kürt seçmenler arasında da ikinci turda Erdoğan'ın karşısında kim olursa ona oy verme eğilimi dikkat çekiyor. Birkaç yıl önce böyle bir siyasal iklim oluşacağı söylense herhalde kimse ihtimal vermezdi. Toplumdaki bu ortaklaşmayı nasıl okumak gerekiyor? Gezi direnişi sırasında mı atıldı bu ortak mücadele tohumları?

Gezi'nin bu ülkenin siyasetine, seçmen sosyolojisine katkısı tartışılmaz. Ancak Gezi isyanında ortaya çıkan seçmen sosyolojisini ve taleplerini anlayabilecek herhangi bir siyasi parti şu an. Buna HDP'yi de katıyorum. HDP bu ihtiyaca yanıt verebilecek bir programa, tüzüğe, söyleme sahip olmakla birlikte kendi canının derdine düştü.

Gezi'de ortaya çıkan sosyolojiyi anlamayan siyasi partilerin bu ülkede kalıcı olmayacağını düşünüyorum.

Bu seçimler de bunu ispatlayacak. Ben siyasetin sağlayamadığı ittifakın toplumda sağlanması, 18-32 yaş seçmen sayısının 20 milyon olması, kadınların söz sahibi olması nedeniyle çok ilginç sonuçların ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Karşımızda bir illüzyonun illüzyon olduğunu fark eden seçmen kitlesi var. O illüzyon "AKP yenilmez"di. Hayır AKP yenilebilir. Yeter ki, doğru mücadele araçlarıyla ve doğru dille seçmenin karşısına çık, bir mutabakat sağla ve kuracağın ittifakın hedefini de AKP'nin yarattığı tahribatı gidermek olarak tarif et.

16 yıllık bir iktidardan söz ediyoruz. Şu an AKP'nin kaybetmesi durumunda, yeni iktidar 16 yıldır olumsuz gittiğini düşündüğü şeyleri nasıl toparlayabilecek? Toparlanamaması durumunda AKP "Biz gidince böyle oldu” söylemi geliştirmez mi?

Bunu diyecekler zaten. AKP'yi iktidar yapan 2001'de yaşanan ekonomik kriz. O krizin kaynağı yolsuzluk ekonomisiydi. 25 banka battı, vatandaşın sırtına milyarlarca dolarlık dolarlık yük bindi.

AKP onun üzerine gelip, bir yandan geçmiş iktidarları suçlarken bir yandan da kendisini iktidar yapan IMF ve Dünya Bankası politikalarının birebir uygulayıcısı oldu.

İslamcı sermayeyle neo liberalizm arasında köprü görevi gördü. Dolayısıyla uyguladığı politikalarla bir başarı sağladı. Ancak son 5-10 yıla baktığımızda 2001 krizinden çok daha ağır bir krizle karşı karşıyayız.

2001'de 25 bankanın batmasına neden olan yolsuzluk ekonomisinden çok daha ağır bir yolsuzluk ekonomisi var. Şu anda Türkiye'deki krizin tek kaynağı AKP'nin kendisi.

Olası iktidar değişikliğinde, gelecek iktidarın yapacağı ilk şey bütün kamu kurumlarında çok ciddi bir mali denetim gerçekleştirmek ve sonuçlarını şeffaflıkla kamuoyuna açıklamak olmalı. “Bizim aldığımız enkaz böyle, bunlar böyle yolsuzluk yaptılar, şu kadar insanın parasını böyle yağmaladılar. Biz enkaz devraldık ve bunu hep birlikte başaracağız” demek zorundalar.

AKP’nin bu seçimlerde geçmişe kıyasla etkisiz olduğu söyleniyor. Vaatlerini geliştiremiyorlar mı?

AKP'nin vaatlerine bakıyorsun, sanki iktidara talip muhalefet partisi gibiler. 16 yıldır kendi yarattıkları krizleri çözmek üzerine vaatlerde bulunuyorlar.

Erdoğan ve AKP, kendi seçmenlerini salak yerine koyuyor. Hani hep rakiplerini suçluyor ya, “Siz halkı anlamıyorsunuz, elitistsiniz vs.” Ya sensin o. Bu vaatlerle seçmenin karşısına çıkmak, "Sen salaksın, ben seni kandırıyorum" demek.

Tüm suçlarını, günahlarını dinin, bayrağın arkasına gizleyeceksin; sadece kendi krizlerini çözmeyi vaat edeceksin, sonra da oy talep edeceksin.

Sahada geçmişte AKP'ye oy vermiş olan seçmenle karşılaşıyor musun? Onlar ne düşünüyor?

Geçmişte AKP'ye oy vermiş olan ve şu anki durumdan yakınan insanlarla karşılaşıyorum.

Geçmişten bir örnek vereyim. 2014'te yolsuzluk soruşturmaları sırasında, bir arkadaşımızın AKP seçmeni olan, evde mantı hazırlayarak geçimini sağlayan mütedeyyin annesi şöyle bir sorgulamaya girdi: “Ben bu partiye oy verdim, benim oyumla iktidar olmalarına katkıda bulundum. Dolayısıyla onların günahına ortak oldum.”

Her AKP seçmeni eğer kendilerini dindar, mütedeyyin diye tanımlıyorlarsa, bu sorgulamayı yapmak durumunda.

Tayyip Erdoğan, Kürt sorunu olmadığını söyledi. Son olarak da “Kürt demiyorum, Kürt kardeşlerim diyorum” ifadelerini kullandı. Erdoğan ve AKP’nin seçim öncesi Kürt meselesine bakışını nasıl yorumluyorsun?

Kürtlerin varlığını ancak kendi seçmeniyse ve dindar ise kabul ediyor. Cemaat de böyle yapıyordu.

Savaşı şiddetlendireceksin, Kürtleri aşağılayacaksın, sonra da kalkıp Kürtçe klip yapacaksın, Kürtlerden oy talep edeceksin ve bunu talep ederken de “Kürt sorunu yok” diyeceksin.

Şu anda AKP-MHP ortaklığı dışında Türkiye'de Kürt sorunu yok diyen başka herhangi bir parti yok. MHP'den kopan milliyetçileri temsil eden Akşener bile Kürt sorununun varlığını kabul ediyor.

Evet, Kürt sorunu vardır ve yaşı cumhuriyet tarihinden daha eskidir.

Biraz tarih bilen bu sorunun varlığını kabul eder ve mevcut yöntemlerle bu sorunun çözülemeyeceğini anlaması gerekir.

35 yıldır, terörist dediğin bir yapıyla savaşıyorsun ve çözüm olmuyor. Demek ki burada sosyolojik temeli olan ve siyasal çözüm gerektiren başka bir mesele var.

Öte yandan AKP, Kürtler arasında kendisinden kopan muhafazakar seçmenin farkında. Kopuşu sağlayan unsurlardan birisi HDP'nin 2015'ten bu yana o seçmenin de nabzını tutabiliyor olması, ikincisi de Suriye'deki iç savaşta AKP'nin üstlendiği rol, oradaki Kürt hareketine karşı cihatçıların yanında saf tutması ciddi kopuşa neden oldu.

Şimdi daha büyük bir kopuş gerçekleşecek. Bu seçim AKP’nin Kürt seçmenden en az oy aldığı seçim olacak. HDP'ye oy vermeyecek seçmenin Saadet Partisi alternatifi var. Bence Erdoğan'ın önüne giden ve kamuoyuna açıklanmayan o araştırmalar bunu gösterdiği için Erdoğan ırkçılığa daha çok sarıldı.

Kürtleri bir nefret öznesi haline getirmek üzerinden batıdaki milliyetçi seçmenin oyunu almak istiyorlar.

Ama bu oyun da tutmuyor. Afrin harekatı Türkiye'de iç siyasete yönelik bir mühendislik çalışmasıydı. Şimdi seçim var ve Kandil'e operasyon düzenliyoruz diyorlar. Muhalefette olan milliyetçi seçmenin partisinin lideri Meral Akşener bile "Biz yoksul çocuğunun kanının siyasete malzeme yapmayacağız" dedi. O da tutmayınca iş geldi Suruç'a... Bu provokasyon da tutmadı.

Demirtaş'ın cezaevinden yürüttüğü propaganda stratejisini nasıl değerlendiriyorsun?

Şaşırtıcı bulmuyorum. Demirtaş'ın hak savunucusu avukat olduğu dönemden tanıyorum.

Demirtaş çok zeki ve entelektüel birisi. Okuyan, yazan, okudukları üzerinden teoriyle pratiği birleştirerek siyaset üretmeye çalışıyor. Gerçekten esprili de birisi. O mizahi yaklaşımını da hapishaneden propaganda aracına dönüştürdü. E zaten elinde başka olanak da yok. Bence doğru yol seçti ve ben AKP'nin Demirtaş'ın içerde olmasından çok pişman olduğunu düşünüyorum. Ancak bırakamayacakları için de ikilemde kaldılar.

Demirtaş, yerinin de siyaset olduğunu herkese kanıtladı. Çünkü çok parlak ve bu ülkenin özlemini çektiği siyasetçi profilini çiziyor. Bunu da HDP adayı olarak değil, gazeteci olarak söylüyorum.

Demirtaş'ın kamusal karşılığı ve aldığı oy arasında uçurum olduğu kanaatindeyim. Kamusal karşılığı daha fazla olmakla birlikte, bu oya yansımıyor. Burada yıllardır çatışmayla süren bir sorun nedeniyle devletin ve medyasının toplum nezdinde yarattığı kirliliğin çok önemli faktör olduğunu düşünüyorum. İnsanlar ezberleri üzerinden HDP'ye ve Demirtaş'a yönelik bir takım önyargılarla hareket ediyorlar.

Önceki seçimlerden farklı olarak muhalefetin de gündem belirlemeye başladığını görüyoruz. Muhalefet partilerinin performansını nasıl değerlendiriyorsun?

Muhalefet böyle bir siyaset yürütmeye mecbur kaldı. Seçmen sosyolojisi değişti, her ne kadar medya baskılanmış olsa da insanlar bir şekilde gelişmelerden haberdar.

Erdoğan da her diktatör özentisi gibi medyayı kontrol ediyor. Tüm toplum üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyor. Toplumu sessizleştirmenin medyayı sessizleştirmekten geçtiğini biliyor.

Ancak gözden kaçırdığı şey şu: Sessizlikte insan daha iyi duyar. Dolayısıyla insanlar görüyorlar, duyuyorlar, tanık oluyorlar.

Muhalefetteki adaylar da bunu gördü ve siyaset yapma biçimlerinin değişmesi gerektiğinin artık onlar da farkında.