Bu ülkenin milliyetçi muhafazakarları, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı lafta sahiplenir de, işin aslı pek bilmez ve okumazlar. Şayet okusalardı, Ahmet Hamdi'de onlar için büyük dersler olduğunu görür, bir medeniyet iddiası ile ortaya çıkıp ırkçı linç güruhlarından başka bir şey üretemeyen karanlığı biraz sorgularlardı. Bugün sokaklarda terör estiren, masum yurttaşlara, işyerlerine saldıran vandal linç güruhlarının büyük çoğunluğunun milliyetçi muhafazakar geleneğin içinden çıktığı herkesin malumu.

Bu utanç verici faşizm iklimi, Tanpınar'ın bir diktatörün düşüşü ardından kaleme aldığı meşhur makalesini hatırlattı. Bu önemli makalede Tanpınar, diktatörü ve bir diktatörün bazı özelliklerini öyle iyi resmediyor ki, anlattığı kişinin yerine bir başka diktatörü koyunca dahi yazı anlamını, açıklayacılığını koruyor. Aşağıda, Tanpınar'ın yazdıklarını, diktatörün ismi çıkarılmış biçimde bulacaksınız. Diktatörün yerine başka bir diktatörün ismini koyunca, yazının hala ne kadar anlamlı olduğunu göreceksiniz. Söz Tanpınar'ın (Yaşadığım Gibi, Dergâh Yayınları, Aralık 2000, Üçüncü baskı):

“Modern diktatörlerin büyük vasfı hâdiselerin peşinde gitmeleridir. …....... de öyle yaptı. En kolay tarafı, herkesin gittiği yolu tercih etti. Bir Avrupa birliğinin, bir Akdeniz federasyonunun sağlam bir uzvu olacak bir ….......'yı kuracağı yerde eski ….......'yı diriltmek istedi. ….......'in harmanisi, ….......'in tacı onu günün hakikatlerinden öbür tarafa çekti. Realiteyi bir opera dekoruna feda etti. Muztarip milletlere el uzatacağı yerde onları bir sansar gibi boğmağı tercih etti.
 
Bir insan sansar olabilirdi. Fakat dünya tavuk kümesi olmağa razı olamazdı. …....... küçük bir hesap meselesinde aldandı.

Fakat o, her şeyde aldandı. Evvelâ dünyayı hesab ederken aldandı, sonra kendi şahsında, kuvvetlerini hesapta aldandı. İyi bakılırsa onun hayatı kadar tamamlanmamış hayat pek azdır. Bir halk adamı olarak işe başladı. Fakat bir zümre adamı olarak iş başına geçti. ….......'ya hizmet etmek istedi. Fakat millet adamı olmak şöyle dursun, sadece bir "condottiere" olarak …....... ordusunda ücretli askerlikle talimini tamamladı. Büyütmek istediği ….......'yı ikiye ayırdı.” (Sayfa 72)

“Söz çok defa büyüklüğü Ööldürür. Çünkü insanı üst üste ve çok kolay zaferler kazanmağa alıştırır. …....... kendi zümresini her gün bir yalan ve ümitle, sözünün sihri ve diyalektiğinin kuvvetiyle avuturken bugünkü sukutunu kendisi hazırlıyordu. Fakat söz korkunç bir silâhtır. O insanı yavaş yavaş soyar, çıplak bırakır.” (Sayfa 73)

“Kendisini bildi bileli mitingte, konferansta, merasim alayında vehminin, kudretinin, kininin, cinnetinin kudurttuğu bir kalabalık karşısında yaşayan bu adam, senelerden beri bütün çizgilerini değiştiren, buutlarını sonsuzluğa doğru uzatan, sözüne, el işaretine, bakışına mucizeli derinlikler veren bu sihirli aynadan, günün her saatinde kendisine yüzbinlerin tuttuğu bu aynadan mahrum kalıyor. Hakikaten hazin bir talih!” (Sayfa 74)

“…....... bu "vaz'-ı sahne''yi benimsemiş adamdı. Siyaset onda bir hitabet ve sahne meselesiydi. Bakışlarını ve jestlerini, gülümseyişini, sözlerini hep bu bünyeden gelen kabiliyet idare ediyordu. Terbiyeli kaplanı, tek masa ve tek statülü geniş çalışma odası, balkondan hutbe, içmek için kaldırdığı bardağı avucunun içinde kıran, sıkmak için kaldırdığı yumruğu bir çiçek koparıyormuş gibi narin bitiren jestler, hepsi orta derecede bir açık hava oyunu, çok defa kaba komiğe kaçan bir tiyatro idi.

Halbuki sahne ve hitabet kadar siyasete zıt şey yoktur. Çünkü her ikisi de insanı "exalte" eder, çıldırtır. Halktan hatibe ve hatipten artiste gelen karşılıklı tesirler insanı çok defa kendi sözünün sarhoşu ve konuşan ağzını bir nevi lakırdı değirmeni yapar. …....... senelerce konuştu, söyledi, tehdit etti. Bu heyecan isteyen kalabalığa tohum halinde serptiği müphem ümitleri, gene oradan dağlar kadar büyümüş topladı. Ve bir gün hâdiselerin karşısında kendisini kendi sözleriyle bağlanmış buldu.” (Sayfa 75)