Altan, bugünkü yazısında AKP hükümetine destek olan isimlere önemli eleştiriler yöneltti.

 

Taraf'ta yaşanan kavganın "özel" bir kavga olmadığını isteyen herkesin katılabileceğini belirten Altan, kendi gazetesinin yazarları ile yaşadığı polemiği ise hayli çarpıcı bir şekilde tarif etti:

 

"Diğer gazetelerde genel yayın müdürleri yazarlara “iktidarı sert eleştirmeyin” diyor. Bizim gazetede yazarlar genel yayın müdürüne “iktidarı sert eleştirme” diyor. Bu farklılığın beni eğlendirdiğini itiraf etmeliyim. Tersi beni utançtan öldürürdü" dedi.

 

AKP hükümetini niyetleri değil uygulamalarıyla kritik etmek gerektiğine vurgu yapan Ahmet Altan, Taraf yazarları Yıldıray Oğur, Alper Görmüş, Melih Altınok gibi isimlerin her şart ve koşul altında hükümeti desteklemekten vazgeçmemesini sorguladı. Bu isimlerin AKP ne yaparsa yapsın "olsun niyetleri iyi" diyerek desteğe devam ettiklerini kaydeden Ahmet Altan "Bize bir Atatürk lazım" başlıklı yazısında yer yer yazarlarını tiye aldı:

 

BİZE BİR ATATÜRK LAZIM

Diğer gazetelerde genel yayın müdürleri yazarlara “iktidarı sert eleştirmeyin” diyor.

 

Bizim gazetede yazarlar genel yayın müdürüne “iktidarı sert eleştirme” diyor.

 

Bu farklılığın beni eğlendirdiğini itiraf etmeliyim.

 

Tersi beni utançtan öldürürdü.

 

Bu arada Oral Çalışlar gibi dostlarımız da “kavgaya” katılıyorlar.

 

İrlanda’da bir barda iki İrlandalı kıyasıya bir kavgaya tutuşmuş, üçüncü İrlandalı yanlarına yaklaşmış, “affedersiniz” demiş, “özel değilse ben de katılabilir miyim?”

 

Kavgamız “özel” değildir, müsait olan bütün dost ve müşterilerimizi kavgamıza bekliyoruz.

 

Şimdi dönelim kavgamıza.

 

Kemalist eğitimin muhteşem başarısını teslim etmek zorundayız, “bize bir Atatürk lazım” inancını bu ülkenin çocuklarının damarlarına öyle bir zerk etmişler ki en akıllı bildiğin adamlarla tartışırken bile iş geliyor “bize bir Atatürk lazım”a dayanıyor.

 

Güçlü bir “tek adam” olacak, asıl niyetini saklayarak halktan oy toplayacak, halkı “tavlamak” için faşistleşecek, o tek adam faşistleşip güçlendikçe de biz “barışa” yaklaşacağız.

 

Ben basit bir adamım, karışık işlere pek aklım ermez, benim gördüğüm ve bildiğim şudur:

 

Faşizme yaklaştıkça, faşizme yaklaşırsın.

 

Tabii şu sorular da cevaba muhtaç:

 

Referandum öncesi demokrasi ve barış söylemlerinin şaha kalktığında yüzde 58 destek alan bir iktidar, bugün “gizlice” barışa yürümek ve halk desteği bulmak için neden “milliyetçi” bir dile, Uludere’de gerçekleri saklamaya, Avrupa Birliği’nin demokratik kriterlerinden uzaklaşmaya, medyaya baskı yapmaya, işkencecileri yükseltmeye mecbur?

 

Avrupa standardında bir demokrasiyi benimsersek, devleti şeffaflaştırırsak, bizim aydınların iyice küçümsemeye başladığı bu halk “barış istemiyoruz” diye ayaklanacak mı?

 

“Halk” denen bu insanların bir çılgınlar kalabalığı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 

Peki, hükümeti destekleyenler gittikçe demokrasiden uzaklaşan bu “tek adamlığın” uyguladığı baskı politikalarının bizi “barışa” götürdüğünü nereden biliyorlar?

 

Çünkü o adamın “niyetinin” barış olduğunu “seziyorlar”.

 

“şu güzeller güzeli yar gibi geldi bana

gözlerinde bir mana var gibi geldi bana

bir münasip zamanda, mesela saat onda

buluşalım Kordon’da der gibi geldi bana”

 

Size verilen net bir randevu yoksa, heveskar âşık gibi beklersiniz Kordon’da, konu bir ülkenin geleceği ise somut randevulara gidin bence.

 

Şimdi böyle “niyet okumalarla” hükümet destekçiliği yapmak, somut gerçekleri hiç görmemek, tartışmayı alır “ben öyle seziyorum” türünden bir belirsizlik âlemine taşır.

 

Markar Esayan çok doğru yazdı, eskiden AKP demokrasiye doğru yürürken ulusalcılar “bunların niyeti kötü” diyordu, biz de “niyete değil yaptığına bak” diyorduk, şimdi hükümeti destekleyenlerimiz AKP demokrasiden uzaklaştıkça “bunların niyeti iyi” diyor, biz de aynı cevabı vererek, “niyetine değil yaptığına bak” diyoruz.

 

Çünkü “niyetlere” değil, “kurumsallaşmış” bir demokrasiye ve hukuka güvenebiliriz ancak.

 

Bunun da ölçüleri, “kriterleri” belli.

 

Avrupa Birliği’nin raporunda demokrasinin ölçüleri de, demokrasiden nerelerde sapıldığı da açıkça yazıyor ve AB’nin raporuyla Taraf’ın tavrı ve eleştirileri neredeyse yüzde yüz üst üste oturuyor.

 

Somut konuşalım.

 

Nobel Barış Ödülü’nü alan Avrupa Birliği’nin son raporu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Büyük anayasa profesörü Burhan Kuzu Bey gibi “çöpe” mi atıyorsunuz yoksa ordunun Şam’a gidiş-geliş trafiğini yönetmeye adaylığını koyan AB Bakanımız gibi, Avrupa’nın “kırık aynasında” bizim demokrasimizin böyle göründüğünü mü söylüyorsunuz?

 

Avrupa Birliği’nin eleştirilerine katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz?

 

Bunun cevabı “ama hükümetin niyeti iyi” gibi afakî bir laf değildir, hükümetin kimsenin bilemeyeceği “niyetini” değil, ülkenin demokrasisini, Kürtlerin haklarını, gittikçe artan baskıyı, hükümeti eleştiren yazarların Ali Aker gibi işlerinden kovulmasını, Uludere’nin ortaya çıkmamasını, işkenceci polisin terfisini, Alevilerin ibadet haklarının tanınmamasını tartışıyoruz.

 

Biz, hükümeti bu konularda eleştiriyoruz ve hükümetin eski çizgisine, demokrasiye, Avrupa Birliği kriterlerine dönmesini istiyoruz.

 

Tavrımız çok açık, çok net.

 

Sizin tavrınız ne?

 

Hükümeti eleştirenlere karşı gösterdiğiniz ihtiraslı mücadeleyi, meslektaşlarınızı işlerinden attıran hükümete karşı göstermemenizin sebepleri neler?

 

Ölçülerimizi net ve somut koyalım.

 

Demokrasiyi mi yaşıyoruz, baskıcı bir rejimi mi?

 

Kurumsal demokrasiye ihtiyacımız var mı, yok mu?

 

Avrupa Birliği’nin eleştirileri haklı mı, haksız mı?

 

Niyetleri değil, somut gerçekleri konuşalım.

 

Somut gerçekleri bir türlü konuşamıyorsanız, konuyu hep “niyetlere” kaydırıyorsanız, haklı olduğunuzdan biraz kuşkulanmanız gerekmez mi?