Suruç Aileleri İnisiyatifi ve Ankara 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, düzenledikleri panelle, saldırılarda yaşamlarını yitirenlerin yakınlarını bir araya getirdiler.

10.02.2019 tarihinde, Taksim Hill Otel’de, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF), Ankara Barış Mitingi Çağrıcıları, HDP ve CHP milletvekilleri ile Diyarbakır, Atatürk Havalimanı, Gaziantep, Reyhanlı, Sultanahmet, Taksim, Reina kıyımlarında zarar görenlerin katılımıyla bir panel yapıldı. Gezi Parkı eylemleri sırasında polisin attığı biber gazı kapsülünün başına denk gelmesi sonucu yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın ailesi, hak savunucuları, emek ve demokrasi örgütü temsilcilerinin de katılım sağladığı etkinlikte, “Yaşadık”, “Gördük”, “Vazgeçmiyoruz” başlıklarıyla üç ana oturum yapıldı.

Gaziantep’teki düğüne yapılan saldırıda oğlunu kaybeden Kasım Yavuz, “Adalet ve barış istiyoruz. Birbirimizle yaşamak istiyoruz” dedi. Adalet ve barış istemek, bir yurttaşın en doğal hakkı. Bunun altında, üstünde bir şeyler aramanın anlamı yok. Ülkenize adalet ve barış getirin, buna karşı gelenleri küresel düzeyde benimseniş hukuk ilkelerine göre, yasal yollarla etkisizleştirmeye çalışın.

10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehtap Sakinci, 10 Ekim dava dosyasına giren polis kamerasından çekilen fotoğraflara ilişkin bir slayt gösterisi sundu. Sakinci, “Her platformda katliamı unutturmayacağımızın sözünü verdik. Yaşamanın pratikteki en zor karşılığı bu. Çünkü yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Biz unutmuyoruz ama bizim gibi düşünen insanların da unutmaması gerekiyor. Hiçbir katliamı unutturmayacağız” dedi.

5 Haziran’da Diyarbakır’da gerçekleşen HDP mitingine dönük bombalı saldırıda yaralanan, iki bacağı olmayan, genç bir kadın olan Lisa Çalan, “5 Haziran çözülmezse Suruç, Ankara, IŞİD’in hiçbir davası çözülmez. Çünkü orada başladı.” dedi.

100 yıllık tarihsel süreçte yaşanılan bunlar gibi çok sayıda yüzleşilmesi gereken kıyım yaşandı bu topraklarda. Sivas Olayları, Çorum Olayları, Kahramanmaraş Kıyımı gibi yüzlerce kıyımın, hiç birinin gerçek sorumluları ortaya çıkarılamadı, hiç birisiyle yüzleşilemedi. Bu nedenle baskıların, kıyımların ardı arkası kesilememekte.

Bu konuya açıklık getiren İkbal Eren, “Büyüklerimden hesap soruyorum. Eğer dedelerim Ermeni aydınların gözaltında kaybedilmesine, TKP’li 15 gencin Karadeniz’de kaybedilmesine, Sabahattin Ali’nin kaybedilmesine göz yummasaydı biz Cumartesi Anneleri olmazdı. Kayıplar yaşanmazdı. Öyleyse bu hataya düşmeyelim yan yana durmayı becerebilelim. Korkup sokağa çıkmaz, hak, adalet arayanın yanında olmazsak bir gün adaletin bize de lazım olacağını görürüz. Hak ve adalet arayan herkesin yanında olmalıyız.” dedi.

Avukat Kazım Bayraktar ise Suruç, Ankara ve Diyarbakır katliamlarının hukuksal sürecine ilişkin bilgi verdi. Bayraktar, "Bu katliamlarının faili siyasal iktidar demek yetmiyor. Tetikçilerin yanında devlet kurumlarının içindeki uzantıları, işbirlikçileri, devlet kurumlarının kendi kurumlarındaki uzantılarını nasıl kullandığı artık meçhul değil" dedi.

2015 yılına kadar takip edilmesine ve birçok bilgiye erişilmesine karşın soruşturma açılmadığını söyleyen Bayraktar, “Diyarbakır katliamından önce emniyetin soruşturma için yazılı talimat istediğini ancak cumhuriyet savcılığının izin vermediğini” aktardı. “Diyarbakır katliamından 2 gün önce bombacı Orhan Gönder'in otelde yoklandığını ancak tutuklanmadığını ve katliamdan bir gün sonra yerinin hemen tespit edildiğini” belirten Bayraktar, "Çünkü takip altındaydı ve yeri biliniyordu zaten" dedi.

"Ankara katliamcılarının bombacıları için bütün yollar resmen açıldı" diyen Bayraktar, telefonları dinlenmesine rağmen Ankara'ya kadar geldiğine dikkat çekti.

"Bu katliamların hepsi devletin bilgisi içinde yapıldı" görüşünü savunan Bayraktar, bu bilgilerin dava dosyasında olduğunu ekledi.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: “Haziran Diyarbakır patlamasının çok gündem olmadığını, patlamalar sürecine Suruç ile müdahil olabildiklerini” söyledi. Fincancı, “400 vekil vermediğimiz için katliamlar süreci ve sokağa çıkma yasakları başladı. Yalnızca bombalar ve katliamlar değil çatışma sürecinin başlamasıyla binlere yakın insanların ölümüyle karşılaştık. Bu süreçte siviller ölmeye başladı. Ve ölen sivil sasıyı 350’yi aşmış durumda. Patlamalar bizi evlerimizin içine hapsetti. Üzerinden 3 yıl geçtikten sonra buluşuyoruz” diye konuştu.

Tarihçi/Yazar Erdoğan Aydın, “Vahşet çetelerinin yönelimlerinin sistematik olarak iktidara muhalefet eden hak talep edenlere yönelmiş olması doğrudan bağlantılı. Bu katliamların iktidarın sıkıştığı her durumda gerçekleştiğini gördük. Hak ve barış talep edenleri sistematik olarak kıran bir strateji var. Bu toprakların katliamları Osmanlı'ya kadar dayanıyor. Dünden bugüne katledilerek asimile edilerek geldik. Bu günlerden dayanışma ile birlikte mücadele ile çıkılacağına inanıyorum” dedi.

Bir ülkenin gençleri, insanları devletlerinin belirlediği sınırlar içinde düşünmeyebilirler. Düşünmek zorunda olmamalılar. Devletin düşüncelerine, çıkarlarına aykırı düşünceleri olan insanları, devlete göre düzgün olan yola getirmenin, toplumsal kurgulara uyumlu yurttaşlar olmalarını sağlamanın yolu, onları türlü yollarla ortadan kaldırmak, kolunu, bacağını koparmak mı olmalı? Eksiklikleri, yanlışlıkları düzeltecek, insancıl yollar, yöntemler bulunamaz mı? Bunlarla yaşamın ortak noktaları bulunarak uzlaşılamaz mı? Bunları ve toplumu korkutarak kalıcı, akılcı çözümlere ulaşılamadığına ilişkin sayısız deneyim birikimi var bu toprakların.

Her türlü eşitsizliğe, ayrımcılığa, ötekileştirmeye, kıyıma uğrayanlar adaleti bulutların arasında, ötesinde değil, yeryüzünde aramaktalar. Karlı dağların tepelerinde, bir tutam gül, uçsuz bucaksız çöllerde bir yudum su arar gibi. İnsan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçebildiği yer burası. Bunu özlemekteler.