17 Aralık’ta başlayıp tüm siyasi yapıya, düşünce dünyasına ve geleceğe yayılacak ciddi bir değişimin işaret fişeğini hep birlikte izledik. Herkesin kafasında aynı sorular dolanıp duruyor; yolsuzluk operasyonları siyaset dünyamızı nasıl etkiler? Sandığa nasıl yansır? Taraflar nasıl davranır? Bu değişimler sokaktaki insanı nasıl etkiler?

Ben başbakan olsam diyerek başlayan cümleleri kuran vatandaşların türlü yorumları, beklentileri ve değerlendirmelerine girmek yolumuzu şaşırtabilir, ancak meseleye gerçek bir yaklaşım bulanık düşüncelere netlik kazandırabilir.

Bu yolsuzluk soruşturmaları ve devamında yaşananlar ülkemizi yöneten erk sahiplerinin üzerinde büyük bir şüphe dalgası yaratmıştır. Her şeyden önce yalnızca ülkeyi yönetenler değil, herkesin dürüst olması beklenir. Devlet yönetiminde sahip olduğu avantajları kendi çıkarı için kullanma tehlikesi yalnızca bizim coğrafyamızda değil, tüm ülkelerde geçerlidir, lakin dini hassasiyetleri olduğunu söyleyen iktidar sahiplerinin daha fazla dikkat etmesi ön koşullardan biridir.

İddialar çok ciddidir. Cümle içinde kullanılan rakamlar dehşet boyutlardadır. Gerçi çalmanın çırpmanın daha doğrusu günahın büyüğü küçüğü yoktur. Yanlışa yanlış demek gerekir. Sözü edildiği gibi bunca büyük bir yolsuzluk yapıldıysa, belediye başkanı, kuryeler, bakanlar, milletvekilleri ve uluslararası bağlantılar kullanılarak çıkar sağlandıysa devletin tepesindeki insandan beklenecek tek şey bir an önce, en şeffaf ve ince eleyip sık dokuyarak, mümkünse olabildiği kadar hızlı bir şekilde varsa suç ve suçluları ortaya çıkarmaktır.

Doğrudur, ülkemiz geliştikçe, güçlendikçe, bölgesinde söz sahibi oldukça “faiz lobileri, dış mihraklar ve emperyalist güçler” önümüzü kesmek için müdahale etmek isteyeceklerdir, onlar yalnız bizim ülkemize değil, kendi çıkarları doğrultusunda birçok ülkeye operasyon yapmışlardır.

Ancak iki konuyu birbirinden ayırmak gereklidir. Dış güçler meselesi ayrıdır ve uğraşmanın yolları farklıdır, yolsuzluk ayrıdır, uğraşılacak yollar da farklıdır.

Devlet yönetim felsefesinin temelini oluşturan düsturların başında Platon’un devlet isimli eserinde geçen sözleri anımsamakta fayda vardır.

Yönetici sınıf, aklı, bilgiyi ve adaleti temele alarak devleti yönetmelidir. Bu nedenle onların da özel mülkiyet ve evlenme hakları elinden alınmıştır; çünkü yönetim işine özel mülkiyet gibi para hırsı karışırsa yönetici adaletli ve eşit yönetimde bulunamaz. 

Günümüz yöneticilerinin elinden evlenme haklarının alınması mümkün olmasa da haksız bir şekilde edinilen özel mülkiyet ve para hırsının rafa kaldırılmış olması şarttır.

Oysa milletvekili olmak için ömrü boyunca milletvekili olduğu için kazanacağı paradan daha fazlasını milletvekili olmak için harcayan adayların varlığı aşikârdır. Bu durumu ifade edebilmek mümkün değildir.

Tabii ki ülkeyi yöneten erk sahiplerinin zengin olmasında, para kazanmasında bir sakınca yok, eğer dürüst bir şekilde kazanıyorlarsa.

Vardığımız sonuç şudur; ortada ciddi anlamda bir yolsuzluk ve rüşvet iddiası mevcuttur. Bunların üstü örtülüp soruşturmayı engelleyecek girişimlerde bulunmak yerine en adil ve özenli şekilde soruşturma yürütülüp varsa suçlular en adil şekilde yargılanmalıdır. Yoksa ne yöneticilere, ne de adalete bir inanç kalır, güven bunalımı yalnızca yöneticileri değil, halkı da çok yıpratır.

Öyleyse özellikle başbakanın dilinde olan komplo teorilerinin yerini adalet sözcükleri yer almalıdır. Eğer ortada iddia edildiği gibi bir yolsuzluk yoksa erk sahipleri yargılama sürecindeki davranışıyla halkın gözünde daha fazla güven tazeleyecek, yerini daha da sağlamlaştıracaktır.

Bu onlara sandığa da yansıyan bir puan kazandıracaktır.

Ne var ki Gezi Protestoları sürecinde de kötü, çok başarısız bir kriz yönetimi gördük. Bugün de yaşanan odur.

Başbakan sanki sorunu büyütecek davranış kalıbı neyse onu özellikle seçiyor gibi bir görünüm çizmekte.

Gezi eylemlerini demokratik bir hak olarak görüp göstericileri yatıştıran, halkın istemediğinin dayatılmadığı, görüşlerine değer verildiği bir tarzda davransa o kadar uzun sürmeyecek, o kadar insan ölmeyecekti.

Tavırları ve yaklaşımıyla sandığa olumlu yansıyan bir sonucu olacaktı, oysa asıl mesele konuşulmayıp dış güçlerden dem vurulunca ve çok sert bir müdahale ile gösteriler bastırılmaya çalışılınca her şey tersine dönmüştür, gerçi gezi ruhu denilen direniş gücü dirilmiş halkın öyle her şeye de olur demediği ortaya çıkmıştır.

Bugün gezi ruhunun etkilediği ve etkileyeceği insanlar olayları gözlemlemekte ve nereye gideceğini merakla beklemektedir. Bugün burada yine aynı sancılı süreç yaşanırsa gezi protestolarından daha ağır ve vahim kalkışmalar çıkabilir.

Oysa Gezi’de olduğu gibi burada da durum çok nettir. Önce soruşturma adil bir şekilde ve şeffaf olarak yürütülsün, sonra da adalet tecelli etsin. Bir banka müdürünün evindeki ayakkabı kutusuna da paraları dış güçlerin koyduğuna insanları inandırmak mümkün değildir.

Dış güçler hep vardı, hep olacak. Onlarla mücadele ile bugün yaşanan yolsuzluk iddiaları farklıdır. Herkesin ihtiyacı olan adalettir. Herkese bir gün lazım olacak erdem adalettir. Adı Adalet ve Kalkınma Partisi olan AK Parti’den beklenen ilk şey, belki de bugün beklenen tek şey adalettir. Adalet olmadıktan sonra kalkınmanın olacağı da yoktur.

Bugün bu fonksiyonunu yerine getirmeyen iktidar partisine halkın vereceği yanıt da şaşırtıcı olmayacaktır.