Fitch’in 2019 enflasyon beklentisi %19 iken ve hâlihazırda hormonlu düşürülmüş haliyle enflasyon oranımız emirle ve cebren %25’ten %21’ye indirilmişken, TCMB’nin kendi resmi sitesindeki 2019-2020-2021 yılları enflasyon tahminleri halen ”%5”. Maalesef bu durum başta iş dünyası tarafından en ciddiye ve dikkate alınması gereken kurum olan TCMB’ye karşı olan güvenini zedeliyor. Şurası artık belli ki, Merkez Bankası tahminlerini ve aksiyonlarını tamamen Cumhurbaşkanının ideolojisi, inisiyatifi ve hedefine paralel hale getirmiş durumda bulunuyor. Bu yetmezmiş gibi, bir de piyasalara (sanki enflasyon kayda değer ölçüde ve sürekli olarak düşmüş ve düşüyormuş gibi), Merkez Bankasının bir faiz indirimi yapabileceği haberleri pompalanmaya başladı ve bu da Türk Lirasına karşı yabancı para birimlerinin ateşini yükseltti. Doğrusu Türkiye’de ekonomi yönetimi ve para politikaları otoritesi hiç bu kadar ‘öngörülemez’ olmamıştı… Daha dün iktidara yakın gazetelerin haberleştirdiği operasyon bilgisini Erdoğan bugün doğruladı ve bu da Türkiye’nin CDS’sini (risk primini) 400’lere dayadı (398). Bu risk primi Almanya’da 30-40 iken, sair Avrupa ülkelerinde 50-60 civarı, bir Avrupa ülkesinin en kötü durumunda 120-130’lara çıkabiliyor. Dünya üzerinde risk primi en yüksek birkaç ülkeden biriyiz...

Bir zamanların “yavru muhalefeti” MHP görüş ve önerilerini dile getirmek üzere TBMM’de yapılan bütçe görüşmelerinde söz bile alma gereği duymazken, parti içinden birtakım ‘çatlak’ sesler de çıkmıyor değil. Bir MHP milletvekili “millet beni Ak Partiye itaat edeyim diye seçmedi” diyerek parti yönetimine karşı serzenişini dile getirdi. Tabii ki Ak Parti özellikle dış politikalarında MHP’nin desteğine muhtaç ve beklenti içinde...

Ak Parti’nin Paris’te baş gösteren sarı yelekli eylemlerine karşı yorum ve tutumları çok enteresan. Bir yandan, Ak Parti Sözcüsü Çelik, "Vandalizmle demokrasi bir arada yaşamaz. Biz, vandalizme de karşıyız, göstericilere karşı aşırı güç kullanılmasına da karşıyız" derken, öte yandan, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Bizim polisimizle alay edenler, zulmettiğini söyleyenler, kendi polisleri şimdi neler yapıyor. Bizim polisimiz insaflı” yorumunda bulundu. Yani bir şekilde kötülükte, zalimlikte ve yanlışta yarış söz konusu. Ayrıca havuz medyası denilen yazılı ve görsel medya sarı yelekli eylemlerinin Avrupa basın ve medyasında yeterince yer almadığında ısrarlı. Oysa gerçek ve fiili durum bunun tam tersi, Avrupa’da yaşayan Türklerin de bildirdiğine göre, başta Fransa olmak üzere bütün Avrupa’da neredeyse başka bir şey konuşulmuyor. Sansürün “s”si bile söz konusu olmadığı gibi, her iki tarafın da ifadeleri, istekleri ve beyanları aynen, hiç kırpmadan ve yorumlamadan televizyonlardan dile getiriliyor, gazetelerde ise sütunları dolduruyor. Yani bizdekinin aksine, tam bir “şeffaflıktan” bahsedebiliyoruz. Bunun neticesinde, Macron geri adım atmaya başladı. Mahcup, üzüntülü ve ağlamaklı bir surat ifadesiyle yaptığı halka sesleniş konuşmasında, eylemleri ciddiye aldığını ve en azından bir orta yol bulmak adına gereken adımları atacağını, lüzumlu tavizleri vereceğini söyledi. Şimdilik asgari ücrete yapacağına söz verdiği 100 Euro artış pek yeterli gelmiş gibi gözükmüyor. Yine bizdekinin aksine, sarı yelekli protestoları Macron’un elinde bir koza, kutuplaştırma aracına ve safları sıkılaştırma manivelasına dönüşmüyor. Macron’un kibirli, nobran ve inatçı tutumu halk nezdindeki desteğini ve oylarını %18 gibi önemli bir orana kadar düşürdü, bir daha seçilme şansını neredeyse sıfıra indirdi. Elbette Fransa, İngiltere ve bütün Avrupa’daki siyasal ve ekonomik değişiklikler bizi doğrudan etkiliyor, Avrupa bizim başlıca ticari ortağımız. Örneğin AB ile çekişmeli bir boşanmanın eşiğinde bulunan İngiltere Türkiye’nin en çok ithalat yaptığı 6. ve en çok ihracat yaptığı (Almanya ve Irak’ın ardından) 3. ülke konumunda. İngiltere AB’den çıkarken Kuzey İrlanda’nın AB’de kalacak olması bu sürece ayrı bir boyut katıyor...

Dünyada en çok hakarete maruz kalan lideri olan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği günden bugüne kadar, yani sadece üç sene içerisinde, 68.827 kişi hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” gerekçesiyle soruşturma açıldı, bunların 12.839’u davaya dönüştü. Sözcü gazetesi yazarları Necati Doğru ve Emin Çölaşan hakkında 'FETÖ silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek yardım etme' suçlamasıyla 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılarak iddianame düzenlenmiş olması, unutmaya çalıştığımız şu gerçeği bir kere daha hatırlattı; ‘Son dönemeç’ denilen, muhalefetin kaybetmek için elinden geleni yaptığı ve iktidar partisine rengârenk fırfırlı ve kurdeleli bir hediye paketi şeklinde sunduğu 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra, havuz/yandaş medyanın dışında kalan (toplama oranla %5 civarı) birkaç gazete ve televizyon kanalı da susturulacak ve seslerini duyurmasına izin ve olanak verilmeyecek. Bundan sonra ise sıra, RTÜK’e verilmiş olan yetkiyle, youtube üzerinden genelde işten atılan gazeteciler ve yayıncılar tarafından yapılan yayınlara ve programlara gelecek. 2023’e kadar ve ondan sonraki dönemde daha neler göreceğimizi ve yaşayabileceğimizi ancak Reis bilir... Türkiye kendisinin kesin ve karşı konulamaz iradesine teslim olmuş durumdadır...