Adalet deyince Eskişehir Atatürk Lisesi'nde okuduğum yıllar aklıma gelir. Atatürk Lisesi deyip de geçmeyin. Önemlidir. Ünlüsü çoktur.

Szi bakmayın benim bi halt yemediğime, mezun olduğum lisenin gurur listesi epey kabarıktır. Eski Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’dan tutun geçmişin Polat Alemdar’ı Cüneyt Arkın’a, Prof. Dr Yılmaz Büyükerşen’den eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e nice mezunu vardır.

Lisedeyiz, ergenlik çağımız, doğal olarak deli doluyuz tabi. Şimdi “adalet, adalet” deyince aklıma hep bizim Atatürk Lisesi'nde sabahları hayranlıkla baktığımız okul sekreterimiz Adalet Hanım geliyor.

Yatılı okul çocuğuyuz, ilgi alanımız hep bizden büyük, hep olgun kadınlar. Yaşıtımız mı yok? Elbette hayır. Eskişehir’in diğer okullarına haksızlık etmek istemem ama kentin en güzel en havalı ve en sevecen kızları bizim lisedeydi.

Düşünün, Bediüzaman Sadi Nursi’nin hapishane penceresinden bakıp On Birinci Şuâ, Üçüncü Mes’ele’de hallerine daha 1935 yılında ağladığı liseli kızların artık torunları mı olur torunlarının torunu mu bilmem ama işte onlarla 2000’lerde birlikte okuyoruz. Ezcümle, rahat ve özgür bir ortamdayız.

Ama okul sekreterimiz Adalet Hanım var işte. Her daim güzel, alımlı, havalı ve iyi kadın. Sarı saçları, uzun topukları ve parlayan yüzüyle sabahları hayranlıkla baktığımız Adalet Hanım.

Şimdi adalet deyince Roboski'de öldürülen 34 cana anma yapan ailelere verilen 3 bin lira para cezası geliyor aklıma.

Uzun tutukluluk süreleri nedeniyle sevdiklerinden uzak ömür tüketen insanların çığlığı yankılanıyor beynimde.

Parasız eğitim istedikleri için hayatı karartılan üniversiteli öğrencilerin sessiz çığlıkları düşüyor önüme.

Maden ocaklarında, havalandırma bacalarında, gemilerde, barajlarda yitirilen emekçilerin kimsesiz ailelerini hatırlıyorum birden.

"Al işte bu parayı. Başka ne yapacağım? Parayı al, cebinden düşürme" diye tembihlenen kanser hastası kızın çaresizliğine bakıyor gözlerim.

İnsanlığım, kızı Ceylan’ın ellerini, ayaklarını, bedeninin parçalarını yerden toplayan annenin feryadında, 13 yaşına 13 kurşun sıkılan Uğur’un masumiyetinde kayboluyor.

Gaz fırtınasından kaçışan insanların tedirginliğinde ürperiyor kalbim. Yerlerde sürüklenenlerin haykırışına tekme tokat, jopla girişenlerin acımasızlığını görüyor gözlerim.

Kaçarken birbirine dolanan ayaklar, sokaklarda geceleyen insanlar, büyüyen nefret, % 50 tehditleri, hesap soracağız nidaları ve muktedirlerin tecavüzüne uğrayan adalet tanrıçası Themis geliyor aklıma.

Bir şey öğrenmek için tv’ye bakıyorum. Evet, buz üzerinde sıçrayıp çok iyi kayıyorlarmış. Göğüslerinin üzerinde yüzgeç kanatlarının yardımıyla kızak gibi kayarak yapıyorlarmış bunu. Yalnız üreme mevsimlerinde yumurtlamak için karaya çıkıyorlarmış. Yanılmadınız, penguen belgeselinden söz ediyor bilinmeyen hayatlarını keşf ediyordum bunlar olurken.

Sonra, “Big Brother” çıkıyor sahneye. Konuşuyor. Çılgınca alkışlar var meydanda. Kimseyi umursamayan “ben bilirim, ben bilirim” havasında.

Adalet Hanımı mı sordunuz, evet, onun bize masumca, çocuğuymuş gibi ilgilenmesine, bakmasına, ”ben bilirim, ben bilirim” havasıyla ne anlamlar yüklemiştik.

Ne mi yapıyor Adalet Hanım? Allah uzun ömür versin o da çoktan gençlik fotoğraflarına bakıp iç çekiyordur. Bizim "Yetmez ama evet" dediğimize şimdi iç çektiğimiz gibi.