Açlık grevleri ve grevlere destek eylemleriyle sıkışan Erdoğan’ın buna ilk cevabı Kürt Sorunu’nda her zaman izlediği Kürt Hareketi ile Kürtlerin arasını açma stratejisine sarılmak oldu. “Bakın 17 Temmuz’da kuzu kebabını bir güzel götürmüşler…” minvalindeki açıklamanın altında bu gaye yatıyordu. Tarihinin de önemli olmadığını düşünüyordu belli ki. Kısacası Kürtlere “Bakın bunlar ama dün ama bugün kuzu kebapları ile günlerini gün ediyorlar ama siz, çocuklarınız açlığa yatıyorsunuz. Onlara tepki gösterin. Yollarınızı ayırın, benim yolumun takipçisi olun” diyordu. “Kürt kardeşlerimin bunlarla işi olamaz, bunlar Zerdüşt” demenin bir başka uyarlaması. Lakin beklediğini bulamayınca dahası kuzu kebabını yiyenler de açlık grevine yatınca bu sefer çareyi “idam” şantajında buldu. “Siz böyle yaparsanız ben de sizi idam edebilirim” diyor Erdoğan. Meydan okuyor.

Bunu açıkça söyleyemediği için de idamı meşrulaştırmaya çalışıyor. Meşrulaştırma yöntemi de şöyle: “ ‘Ölümler karşısında, öldürmeler karşısında gerekirse idam cezası yeniden masaya getirilmelidir' dedim. Çünkü devletin, öldüreni affetme yetkisini biz kendimizde görmüyoruz. Bu yetki öldürülenin ailesine aittir, bize ait olamaz. Bununla ilgili düzenlemeleri yapmak gerekir.”

Yetkiyi devletten alıp öldürülenin ailesine teslim ediyor Erdoğan. Bin yılların ürünü olan yasayı, hukuku temelden yıkıyor. Bir örnekle sormak gerekir. Diyelim ki bir kişi öldürüldü ve öldürülenin ailesine soruldu. Aile büyük oranda “onu öldürelim” diyecektir. Peki bu aile tarafından öldürülen kişinin ailesine de sormak gerekmez mi bu durumda? O aile de ‘evet’ demeyecek mi? Ve bu zincirleme böyle gitmeyecek mi? Kan davası değil mi bu? “Yok değil, bunun sınırı ‘terör suçlusu’ olmaktır” denilecekse bu “terör suçu”nun sınırını kim koyacak? Devlet mi? Ölüm sınırını koymayan devlet “terör” sınırını niye, nasıl koyuyor?

Erdoğan açıkça şunu söylüyor bize: “Kimin terörist olup olmadığına ben karar vereceğim. ‘Kimi ailelere bakın bu kişi(ler) çocuğunun ölümünden sorumlu. Ne diyorsun, öldürelim mi?’ diye soracağım. Evet derlerse gerekeni devlet eliyle hukuka uygun şekilde yapacağım” Ama durun bir dakika. Erdoğan kime terörist diyor? Geçmiş açıklamalarına şöyle bir bakıldığında Erdoğan’ın terör tanımının içine anadil talebinde bulunandan parasız eğitim isteyen gençlere; öğretmen Metin Lokumcu’dan 4+4+4 eğitim sistemine karşı çıkanlara, 29 Ekim’de yürüyenlerin bir kısmına kadar geniş bir kesim, hadi netleştirelim, ona muhalif herkes giriyor. Yani Erdoğan kendisine muhalif her kesimi “terör”le ilintilendiriyor. Bu durumda herhalde bu “terörist”leri ne yapacağını da kendisini destekleyen %50’ye soracak. Nitekim sormaya başlamış. Anketler yapmanın yanı sıra meydanlarda da dile getirmeye başladı: “Halk idam istiyor.” Özetle Erdoğan, kendi taraftarı %50’nin eliyle kendisine muhalif %50’yi idam ettirme tehdidinde bulunuyor. Geçtik “ileri demokrasi”yi. Hukuka, hukuk devletine bakar mısınız?

Ortaçağ bile değil ta kabile dönemi hukuksuzluğudur bu. Veya Müslümanlığı ile övünenlere bir şey anlatır mı bilinmez ama İslam öncesi Cahiliye Dönemi’dir. Hukuk diye, yasa diye bir şey yoktur bu ilk kabile dönemlerinde. Güçlü güçsüzün malına, eşine, eşyasına el koyar. Kimin gücü kime yetiyorsa onu alt eder, öldürür. Kabile mensupları bakar ki çare yok. Kargaşa, kan durmayacak. Kendi aralarında bir anlaşmaya varırlar. İlk yasadır bu. İlk hukuk. Kabileler buna uyacak, uymayan kişi(ler) o anlaşmaya göre ceza alacaktır. Yasanın oluşumu ile en kabul gören görüş budur. Erdoğan’ın açıklamasına baktığımızda bu yasa öncesi hukuksuzluk döneminin izlerine rastlıyoruz. Tek fark o zamanlar “haksızı” (teröristi), Erdoğan gibi tek kişi belirlemiyordu ve kendi gücü ve kitlesiyle öldürmekle tehdit etmiyordu. Erdoğan açık ki tek karar merci olma yolunda. Hadi yine tarihten bu yönetim şekilleri üzerine yapılmış tartışmalardan hareketle belirtelim ki bir yönetim şekli pekala krallık da olabilir. Ve bu her zaman kötü de olmayabilir. Kral iyiyse (herkesin ortak çıkarını düşünüyorsa) sorun olmayabilir. Ama Erdoğan belli ki kötü kral. Ve kötü krallık, yönetim şekillerinin en kötüsüdür. Kötü kralların sonu da kötüdür. En önemli özellikleri “kibirli” olmalarıdır. “Firavun kibri” denilir. Öyle bir kibir ki bu, yanlış yaptığını düşündüğü anda bile geri adım atmaz, atamaz. Yanlışında diretmekle kalmaz daha da büyütür yanlışını. “Ölsem de geri adım atmayacağım, taviz vermeyeceğim” diye tutturur. Ve taviz vermeden tepetaklak olur. Firavunlar gibi, Saddamlar gibi, Kaddafiler gibi, yarının Esad’ı gibi… malum Esad da muhalefetin taleplerini dikkate almamakla işe başladı ve şimdi halkının yarısının desteği ile diğer yarısını öldürmekle  meşgul. Ve tabi tersi. Erdoğan’da da bunun işaretleri olmadı değil. Daha önce YGS şifre skandalına tepki olarak yürüyen gençlere karşı “biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız”, yine yürüyen Kürtlere silahla saldıranlar için “halk kendisini koruyacak tabi” gibi açıklamalarda bulunmuştu.

Gelinen noktada bunu “hukuk”a sığdırmakla yapmak istiyor. İdam için “Bununla ilgili düzenlemeleri yapmak gerekir” demesinin başka anlamı yok. Yani hukuksuzluğu kendisini destekleyen %50’nin eliyle hukuk haline getirmeye çalışıyor Erdoğan. Destekleyen %50 ile muhalif %50’ye saldırmak değil ama cezaevine koymak ve binlercesini “hukuk” yolu ile idam etmek, öldürmek. Ama Erdoğan’ın diğer bütün dikta zihniyetine sahip yöneticiler gibi hesaplayamadığı bir şey var. Beraber hareket edilen, eline silah verilen halk o silahla o kişiyi de vuracak, vuruyor. Hem de en küçük bir çıkar uğruna. Yoksa Erdoğan hukukun niye var olduğunu sanıyor?

Geçenlerde Oya Baydar bir yazısında Erdoğan için “Size, o insanları anlayın, vicdanınızla hareket edin demeyeceğim, bundan umudum yok. Zararın neresinden dönseniz kârdır, diyeceğim. Gerektiğinde pragmatik davranmayı iyi biliyorsunuz” diye yazmıştı. Bildiği konusunda çok da emin olmamak lazım. Çünkü pragmatik davranma rasyonel düşünen yöneticiler için mümkündür. Erdoğan ise açlık grevleri süreciyle beraber “firavunlaşma” belirtileri gösteriyor ve rasyonel düşünemez hale geliyor. Firavunlaşmak bir hastalıktır. İktidar hastalığı. Hastalık olmasa anne sütü gibi doğal anne-diline “evet” dememek için olası bir iç savaşı ve kendi sonunu göze alır mı kimse?