Binlerce yaralı, onlarca Filistinli’nin katledilmesi. İnsanlığa karşı suç da denebilir. Bu suçun özel hali olan soykırım da denebilir. Ortadoğu’nun ezilen halklarının; Ermenilerin, Kürtlerin, Filistinlilerin yüzyıldan fazla çektikleri çile birbirine benzer. Süryanileri, Keldanileri, Ezidileri de unutmayalım. Emperyalist güçlerin, yerli sömürücü ve işbirlikçi iktidarların bu halklara yaşattıkları hep kan ve gözyaşı, açlık, zindanlarda esaret, yerinden yurdundan kovulma, olmuştur.

1969’da aramızda Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan’ın da olduğu 11 arkadaş Filistin halkıyla dayanışmak ve devrimci özlemlerimiz nedeniyle Filistin’e gittiğimizde teneke barakalarda topraklarından kovulmuş Filistinlilerin trajedisini yakından gözlemlemiştik. O yıllarda Filistin halkıyla dayanışmak Türkiye’de suçtu. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra hem Dev-Genç faaliyetlerimizden hem de Filistin’e gitmiş olduğumuz için yargılandık, tutuklandık. Aslında Türkiye’de tüm iktidarlar lafta “Filistin halkının yanındayız” deseler de; gerçekte hep Nato ve Amerikan politikalarının yanında oldular. İsrail’e sahte serzenişten öteye gitmediler.

Batı emperyal güçler ta 1840’lı yıllarda Ortadoğu’da bir Avrupa devleti kurmaktan bahsediyorlardı. Dönemin büyük emperyal gücü güneş batmaz imparatorluk denen İngiltere’nin majesteleri ilerleyen yıllarda daha 1900’lere gelmeden açıkça dillendirmeye başlamışlardı. 1896’da gazeteci Theodor Herzl, "Der Judenstaat" yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştı. 1897 Birinci uluslararası Yahudiler toplantısında Basel’deki kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı. Herzl Avrupa’daki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikirleri geliştirmişti.

Basel’deki kongrenin sonunda Basel programı yayınlandı. Bu belgede Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması ve dünya siyonizm teşkilatının bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu.

1897’den önce çok az sayıda yahudi bölgeye göç etmişti. 1903’e kadar bunların sayısı 25 bine ulaştı. Bölgenin yarım milyona yakın Arap sakiniyle birlikte yaşıyorlardı. 1904 ile 1914 arasında 40 bin kişilik ikinci bir göçmen dalgası daha geldi. Abdülhamit ve son Osmanlı padişahları zamanında da birçok Yahudi bölgeye teşvik edilerek gönderildi.

1917’de, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour Filistin’de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü verdi. Bu Balfour deklarasyonu diye bilinir. 1922’de Yahudilerin sayısının Filistin’deki 750 bin kişilik nüfusun yüzde 11’ine ulaştığı saptandı. 1929’da Araplarla Yahudiler arasında kanlı çatışmalar oldu. 133 Yahudi Filistinliler tarafından öldürüldü. İngiltere polisi de 110 Filistinliyi öldürdü. İngiltere’nin yönetimindeki bölgede sorunun çözümü için bir kraliyet komisyonu kuruldu. Komisyon bölgeyi Yahudi ve Arap devletleri diye ikiye bölme önerisi yaptı. Filistinli ve Arap temsilciler öneriyi kabul etmediler. Göçün durmasını ve azınlık haklarına saygılı bir üniter devlet kurulmasını istediler.

Filistin’i 1920’den beri idare eden İngiltere sorunu çözme sorumluluğunu 1947’de BM’ye devretti. Sık sık kanlı çatışmalar devam etti. Yahudiler artık nüfusun 1/3’ünü oluşturuyordu. Ama toprakların % 6’sı onların elindeydi. Nazi zulmü ve Yahudi ve Roman soykırımı da yahudilerin göçünü hızlandırmıştı. İkinci Dünya savaşında 6 milyon Yahudi öldürülmüştü. BM’nin kurduğu özel komite bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önerdi. Kudüs’e de özel ve tarafsız statü getiriliyordu. Arap yüksek komitesi diye anılan Filistinli temsilciler öneriyi ret ettiler. Yahudi temsilciler öneriyi kabul etti.

Paylaşım planı Filistin’in yüzde 56,47’sini Yahudi devletine, yüzde 43,53’ünü de Arap devletine bırakıyordu. BM genel kurulunda öneri onaylandı. Ancak bu plan hiç uygulanmadı. Çatışmalar yine başladı.

1948’te İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. İsrail devleti 2000 yıldır kurulan ilk yahudi devletiydi. Müslüman ülkeler içinde ilk Türkiye tanıdı, Stalin dönemi Rusya’sı da ilk tanıyan ülkeler arasında yer aldı. 1964’te Filistin Kurtuluş örgütü kuruldu. 1969’da örgütün başına 5 yıl önce kurulan El Fetih örgütünün lideri Arafat geçti. Örgütün teorisyeni ve belkemiği ikinci adam konumundaki Ebu Cihat’tı. Ebu Cihat Marksistyandı. Sık sık görüştüğümüz Ebu Cihat'a niçin sınıf tahlili yapmıyorsunuz diye keskinlik yaparak eleştirdiğimizde "vatanımız çalındı, nasıl sınıf tahlili yapalım" diye cevap verirdi. Ebu Cihat bir İsrail suikastı neticesinde öldürülmeden önce FKÖ ve El Fetih strateji olarak Araplarla Yahudilerin eşit haklarla yaşadığı Demokratik Filistin cumhuriyeti tezini savunuyorlardı. FKÖ ve El Fetih de İsrail’e karşı savaşan Avrupalı, Asyalı ve Yahudi Marksistler de vardı. Ebu Cihad’ın öldürülmesinden sonra El Fetih devrimci niteliğini giderek yitirdi. Hamas kontrolü ele aldı. Kuşkusuz bunda Arafat’ın giderek yozlaşan politikaları da etkili oldu.

Batı emperyalizmi ta 1840’lardan beri neden Ortadoğu’da kendilerinin güdümünden çıkmayacak bir Avrupa devleti istiyorladı? Bu sorunun cevabı açık. Tarih boyunca emperyal güçler Ortadoğu’ya göz dikmişlerdir. Ortadoğu jeopolitik, jeostratejik, jeo-ekonomik ve ticari açıdan çok önemli bir bölgedir. Kıtaların kavuştuğu yerdir. Su yolarının, ticaret yollarının kesiştiği bir bölgedir. Küresel sermayenin damarlarında dolaşan kan olan petrolün, doğal gazın olduğu bölgedir. Kuşkusuz batı ülkelerinin utancı olan Yahudi soykırımı travmasından kurtulma psikolojisinin de, batının İsrail’i desteğinde önemli payı vardır.

Yüz yıllık bu sorun Filistinliler’e sürgün, askeri işgal, sömürgecilik ve neticede kendi kaderinin tayin etme hakkı mücadelesi dayattı. Bu sorun aslında Yahudiler için de dünyanın her yanında yüzyıllarca süren zulüm ardından atalarının topraklarına geri dönüş, barış, güvenlik ve huzur getirmedi. Komşu halklarla savaşan bir konuma düştüler.

ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıması işgal neticesi oluşan fiili durumu provokatif şekilde resmileştirmesidir. Gerçekçi ve halkların hak ve eşitliğine uygun çözüm sosyal realiteyi dikkate alarak Kudüs’ün bölgedeki tüm halkların, inançların ve kültürlerin şehri olduğunu, bölgede yaşayan tüm halklar için tarihi bir miras şehri olduğunu kabul etmektir. Yani bir tek inanca, bir tek iktidara Kudüs terk edilemez.

İspanya’da insanlığa karşı suçtan Netanyahu hakkında soruşturma ve tutuklama kararı var. İnanıyoruz ki hangi ülkede olursa olsun insanlığa karşı suç işleyenler bir gün mutlaka yargı önünde hesap vereceklerdir.