Dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun, "Başarılı bir özel harp işidir" şeklinde tanımladığı 6-7 Eylül olaylarının üzerinden 63 yıl geçti.

Gazeteci Mihail Vasiliadis, 6-7 Eylül’ün gayrimüslim halkları eritme politikasının bir halkası olduğunu söylerken yazar Foti Benlisoy da tarihin bu tür saldırılarla dolu olduğunu vurguladı.

1955 yılından İstanbul'da yaşayan gayrimüslimler, Selanik'ten gelen ve aslında metni çok daha önceden hazırlanmış haberle, etkisi yıllarca sürecek bir kabusu görmeye başladı.

"Selanik'te Atatürk'ün evine Yunanlılar tarafından bomba atıldığı" haberinin, gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul'da yayılması üzerine, 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde, ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi, gayrimüslimlere ait ev ve işyerlerini yakıp yıktı.

Demokrat Parti (DP) yanlısı Ekspres gazetesi daha olay gerçekleşmeden 2 saat önce, "Atamızın evi bombalandı" manşetiyle ikinci baskısını yaptı. Tirajı 20 bin civarında olan gazete, 6 Eylül'de 290 bin basmıştı. O dönemlerde kurulmuş olan ve gayrimüslimlere karşı faşizan yaklaşımları olan “Kıbrıs Türktür Derneği” üyeleri basılan yüz binlerce gazeteyi, bütün İstanbul'da dağıtıp halkı galeyana getirmek üzere harekete geçti.

BAYAR: GALİBA DOZU KAÇIRDIK

İstanbul dışından trenlerle getirilen gruplar, azınlıkların dükkanlarını, evlerini ve hatta kadınların üzerindeki zihniyet eşyalarını da yağmalamaktan geri durmadı. Olaylardan kısa bir süre sonra Beyoğlu'na gelen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "Galiba dozu kaçırdık" demesi olayların planlı olduğunu gösteriyordu.

BİNLERCE RUM GÖÇ ETTİRİLDİ

Yaşanan bu olaylarda; Türk kaynaklarına göre; 11 kişi, Yunan kaynaklarına göre; 15 kişi yaşamını yitirirken, yine resmi rakamlara göre; 30 kişi, gayri resmi rakamlara göre; 300 kişi yaralandı. Resmi rakamlara göre istismara uğrayan kadın sayısı 60 kişi, çekinmelerinden ve korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının ise 400’e yakın olduğu kaydedildi. Olayların ardından, Türkiye’de yaşayan binlerce Rum, Türkiye’den göç etmek zorunda kalırken Rumların ve gayrimüslimlerin mallarına da el konuldu.

73 KİLİSE ATEŞE VERİLDİ

Resmi kaynaklara göre;  4 bin 214 ev, bin 4 işyeri, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul tahrip edildi. Kiliselere saldırıldı, içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalara zarar verildi. 73 Rum Ortodoks kilisesi ateşe verildi.

63 YILDIR BELLEKLERDE

Özel Harp Dairesi tarafından hazırlandığı iddia edilen olayların üzerinden 63 geçti; ancak olayların yarattığı travma, gayrimüslimlerin belleklerinden silinmediği gibi, hala ilk günkü gibi duruyor.

MA’dan Melike Ceylan’ın haberine göre, 6-7 Eylül tanıklarından Apoyevmatini gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis 6-7 Eylül günü yaşadıklarını anlattı.

‘TÜRK KOMUŞLAR ÜZÜNTÜLÜ VE TEDİRGİNDİLER..’

Olayların yaşandığı tarihte 15 yaşında bir tezgahtar olan Vasiliadis, “Hiç tanımadığımız kişiler sabahın erken saatlerinde dükkanların önünden gidip geliyorlardı. Bir şey bekliyor gibi bir halleri vardı. Esnaf ‘Bunların burada ne işi var’ diye soruyordu. Türk komşular ise üzüntülü ve tedirgin gibiydiler. Bazı Türkler, gayrimüslim dostlarına tavsiyelerde bulunuyordu. ‘Bugün pek iyi değil, dükkanları kapatıp gidelim’ diyorlardı. Ama bunun nedenini söyleyemiyorlardı. Nedenini söyleseler dostları olmayan azınlık mensupları da bundan istifade edebileceklerdi. Çünkü tanıdıkları kişiler kendi değerlendirdikleri kişilerdi. Dolayısıyla, onlara zarar gelmemesi gerekir fikri hakimdi. Türk dostların tavsiyesiyle dükkanlar kapatıldı. Ben eve gitmek üzere yola çıktım” sözleriyle o gün yaşananları anlattı.

‘ATATÜRK’ÜN EVİ BOMBALANDI’ HABERİ GELİNCE..

Eve doğru giderken Yunanistan’dan “Atatürk’ün evi bombalandı” haberi geldiğini ifade eden Vasilidais, şöyle devam etti:

“O sırada Tarlabaşı'nda bulunan evime ulaşmaya çalışıyordum. Yoldayken azınlıkların bütün dükkanlarını parçalamaya başladılar. Sandalyelerin üzerine çıkarak Rumlar aleyhinde slogan atan insanlar vardı. Eve vardığımda kapıcı beni görüp ‘Gel içeri gel içeri’ diye bağırdı. ‘Ne oluyor Ahmet efendi?’ dedim. Beni içeri alıp üzerimden kapıyı kapattı. Kapıcı apartmandaki herkese telkin etti. Bir müddet sonra yaygara patladı. Bir güruh yürürken her yeri talan ediyor, kırıp döküyordu. Bizim bildiğimiz Türk evlerine ise dokunmuyordu. Ahmet Efendi Türk bayrağını sallayarak ‘Burada gavur yok, hepsi Müslüman’ diye bağırıyordu geçenlere. Adamlar bizim eve dokunmadan geçip gittiler. Ahmet Efendi ise onlar gittikten sonra kapıyı açıp bayrağı içeri bıraktı. Eline kazma alıp önden giden gruba katılarak diğer Rum evleri talan etmeye gitti.”

‘VATANİ GÖREVİNİ YERİNE GETİREN TÜRKLER..’

Vasiliadis, kapıcıları olan Ahmet Efendi’nin tavrını ise şu sözlerle açıkladı:

“Ahmet Efendi bizim kim olduğumuzu kendi yaşamından biliyordu. Bayramda bayram harçlığını alırdı. Yemek pişirdiğimizde muhakkak ona verirdik. Dolayısıyla ‘Bunlar iyi adam, bunları kurtarmak gerekir’ diye düşünüyordu. Diğer Rumları ise tanımıyordu. Rumları toplum olarak bildiğini zannediyordu. Kıbrıs’ta meydana gelen ve verildiği biçimiyle Türkiye’de duyulan olaylar intihal uyandırıyor, kızgınlık yaratıyordu. Ve Rumlar hakkında bir imaj yaratılıyordu. Ahmet Efendi de bu imajdan etkilenerek gördüğü Rumlara saldırmada engel görmüyordu. Yani önce vicdani, sonra vatani görevini yerine getirmişti.”

‘BUGÜN POLİS DEĞİL TÜRKÜM!’

Vasiliadis, “Gelen kalabalık grup evimizin yanındaki pastaneyi de tahrip edip kırdı. Pastacı karakola veriştiriyor, 'Neden müdahale etmediniz?’ diye soruyordu. Komiser ‘Ben bugün polis değilim, Türküm’ dedi. Aynı cevabı o gün İstanbul’un pek çok yerinde pek çok polis verdi. Belli ki daha önceden birileri bunları toplamış. 6 Eylül’de hiçbir şeye karışmayacaksınız denilmişti” dedi.

7 Eylül’de evden dışarı çıktığında gayrimüslimlerin dükkanlarında hiçbir şey kalmadığını her şeyin yağmalanıp parçalandığını kaydeden Vasiliadis, “Parçalanan tüm eşyalar yollarda bir dağ gibi olmuştu. Kırılıp dökülen eşyalardan yeri göremiyordunuz. Çalıştığım yere gitmek için tırmanmak lazımdı. İnsanlar dükkanlarının halini görünce ne yapacağını bilemediler” ifadelerini kullandı.

‘6-7 EYLÜL ZİNCİRİN BİR HALKASI’

Osmanlı devletinin parçalandıktan sonra "ulus devlet" kurulacağı için gayrimüslimler için asimilasyon politikasının uygulanmaya başladığını ifade eden Vasiliadis, “Bu azınlıkların bir kısmı, Müslüman azınlık diğer kısmı gayrimüslim azınlıktı. Bunları asimile etmek gerekiyordu. Gayrimüslimler için asimilasyon zordu. Çünkü din engeli vardı ortada. Dolayısıyla azınlıklar için asimilasyon programı yerine, eritme programı hazırlandı. Bu eritme programının pek çok evresi var. Varlık vergisi, azınlık 20 yaş erkeklerin toplama kamplarına gönderilmesi vardı. 6-7 Eylül olayları da bu zincirin bir halkası. Halkanın ismi ise eritme politikasıydı” diye konuştu.

6-7 Eylül olaylarında tahrip edilen dükkanların ve evlerinin yanında pek çok kilise ve mezarların da zarar gördüğüne dikkat çeken Vasiliadis, “6-7 Eylül 1955 İstanbul Rumlarının artık bu ülkede geleceğinin olamayacağını anlama anıdır" şeklinde konuştu.

‘TÜRK ULUSU İNŞA ETME PROJESİ’

6-7 Eylül’ün politikalarının devamı olduğuna dikkat çeken araştırmacı yazar Foti Benlisoy da, “Türk ulusu inşa etme projesi içerisinde gayrimüslim topluluklar, Türklüğe bir tehdit unsuru olan ya da olabilecek unsurlar olarak görülüyordu. 6-7 Eylül, Türkleşmenin asla mümkün olmadığı düşünülen, vatandaşlıklarının da esas itibariyle sadece yasal bir detay, kanuni esasi Türklüğüyle oluşan bir Anayasa itibariyle sayılan toplulukların temizlenmesi tasfiyesidir. Gayrimüslimlerin göç ettirilmesine, ortadan kaldırılmasına dönük bir politikalar bütününün devamıdır” sözleriyle anlattı.

‘RUMLUK BİR TEHDİT UNSURU OLARAK DEVAM EDER’

Müslüman milliyetçiliğinin hakim milliyetçilik olması, dolayısıyla da gayrimüslim toplulukların Türklüğe entegrasyonunun mümkün olmadığını kaydeden Benlisoy, şöyle devam etti:

“Ermenilerin, Yahudilerin soy kodu söz konusudur. Yani bunlar belli bir sakıncalı vatandaş topluluğudur. Türk milliyetçiliğinin doğum anına damgasını vurmuş bir ötekilik biçimi olduğu için mutlak ötekiyle doğrudan doğruya gayrimüslim diye tanımlar. O yüzden; Rumların, Ermenilerin sayısı yaşanan bu bir dizi olay neticesinde ciddi radikal bir demografik erozyona uğrayarak çok azalmış olsa bile Türk milliyetçiliği açısından Rumluğun ve Ermeniliğin işlevi asla değişmez.  Rumluk ve Ermenilik bir tehdit unsuru olarak devam eder" değerlendirmesinde bulundu.

‘TARİH 6-7 EYLÜL SALDIRILARIYLA DOLU’

 “6-7 Eylül gününü biricikleştirmemek lazım” diyen Benlisoy, tarihin bu tür saldırılarla dolu olduğuna vurgu yaptı.

Benlisoy, “Rum, Ermeni ve gayrimüslim topluluklarla ilgili tarihe baktığımızda esas itibariyle Varlık Vergisi'ni,  6-7 Eylül Olayları'nı tartışıyoruz. Ama bu anlar dışında da gayrimüslim topluluklar sürekli bir kaygı içerisindeydiler. Gündelik hadiseler vardır. Bu gündelik hadiseler 1920’li yıllarında başlar. ‘Türkçe konuş’ kampanyalarını düşünün mesela. O dönemde vapurda, tramvayda Türkçe dışında başka bir dil konuşanlar uyarılır, kamu aracından, dükkandan dışarı atılır, tartaklanır, dövülür. Bugün nasıl Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları bir siyasal ve toplumsal olaysa 1920-1930’lu yıllarda Türklüğe hakaret davaları vardı. Dolayısıyla gayrimüslimler sürekli bir korku ve ötekiliğinin hissettirilmesiyle dışarıda olan bir varlık oldular” diye konuştu.

‘6-7 EYLÜL BİR ANDA GÖKTEN AŞAĞI DÜŞMEDİ’

6-7 Eylül’ün Türkiye’deki politik linç girişimleri açısından bir arketip olduğunu söyleyen Benlisoy, “6-7 Eylül’ü tartışırken bugün yaşanan linç ilişkilerini de tartışmak gerekiyor. 6-7 Eylül bir anda gökyüzünden aşağı düşmedi. Havada pogrom, linç olayı vardı. Bugünün gazetelerine baktığınızda da Suriyeli göçmenlerle ilgili yine havada pogrom kokusu vardır. Mesela gündelik bir mahalle kavgası, Suriyeli göçmenlere karşı bir saldırının vesilesi olabilmektedir” diye belirtti.

‘GELECEK YÜZLEŞMEYLE YARATILABİLİR’

6-7 Eylül’le yüzleşmenin bugünle birlikte sağlanabileceğinin altını çizen Benlisoy, sözlerini şöyle tamamladı:

 “6-7 Eylül’de yaşanmış olan saldırıların ve arkalarındaki güç mekanizmalarının izlerini bugün de görebiliyorsak, onların benzerleriyle mücadele ediyorsak yaşanmışlıklarla da hesaplaşılabilir. Hesaplaşabildiğimiz oranda yeniden İstanbul Rum Topluluğu'nun geleceği olabilir. Çünkü İstanbul Rum toplumu kendisini var edebilme yeteneklerinden şu an zorla elinden alınmış durumda. Ancak milliyetçiliklerden uzaklaşma, milliyetçiliğin yenilgiye uğratılması sonrasında Türkiye halklarını yeni bir hayat, ülke, dünya kurma mücadelesi içinde canlanabilir. Ve böyle bir geleceğin yaratılmasına ortak olabilir.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı