Serdar Korucu / Radikal

İç savaşın kanlı pençeleri arasındaki Suriye'de tüm insanlığa ait tarihi ve kültürel miras da yok ediliyor. Suriye yönetimiyle savaşan silahlı gruplar tarafından geçen hafta bombalanan Halep'teki Kırk Şehitler Kilisesi de bunlardan biri. Halepli gazeteci Harout Ekmanian kaybın önemini anlatabilmek için "Bir sabah Süleymaniye'nin bombalandığını düşünün" diyor!

Suriye’nin en büyük şehri Halep bu hafta yine bir patlama haberi ile gündeme geldi. Bu kez hedefte olan yer, Hristiyan inancının önemli olaylarından, Roma döneminde Sebaste / Sivas’ta şehit edilenlerin anısına inşa edilen, bölgenin en önemli Ermeni kültür mirası Karasnits Mangats yani Kırk Şehitler Kilisesi’nin bulunduğu bölgeydi.

21 Eylül 2014’te Der Zor’daki Soykırım Anıtı olan kilisenin IŞİD tarafından yok edilmesinin ardından düzenlenen bu saldırı için Ermenistan’da yaşayan Halepli gazeteci Harout Ekmanian şöyle diyor: “Bir İstanbullu sabah uyandığında Süleymaniye Camii’nin bombalandığını düşünsün. Bizim şu anda yaşadığımız bu.”

Anne tarafı Antep, babasının kökleri ise Siverekli olan, çocukluğunda Halep’teki evinde izlediği TRT yayınları ile Türkçe öğrenen Ekmanian, Suriye’nin geleceği için umutsuz, “Artık Halep’te hayat yok” diyor. Ankara’nın bölge politikalarını eleştiren Halepli gazeteci, “Erdoğan Halep’i mi almak istiyor?” diye soruyor.

Önce sıcak gelişme ile başlayalım. Saldırıya uğrayan Karasnits Mangats Kilisesi’nin önemi neydi?

Sadece Ermeniler için değil, bütün Halepliler, Suriyeliler için önemliydi. Çünkü şehrin simgelerinden biriydi. Çocukluğumdan beri gittiğim bu kiliseyi yurtdışından gelen arkadaşlarıma mutlaka gösterirdim. O kilisenin önemi için dindar olmanıza gerek yok. Zaten değilim de. Ama bir kültür mirasıydı. Gurur duyulacak bir yerdi. Ermenilerin oradaki varlığına, tarihlerine, kültürlerine ayna tutuyordu. 1915’ten kurtulan Ermenilerin çoğu için Halep’teki ilk durak, sığındıkları ilk yerdi. Bahçesinde de bir soykırım anıtı bulunuyordu.

En son ne zaman gitmiştiniz?

Ben 2012 yılının bahar aylarında Ermenistan’a taşındım. O zaman Halep şehrinde henüz silahlı çatışmalar başlamamıştı. O yılın yaz aylarında da 10 günlük bir ziyaretim olmuştu. En son o zaman ziyaret etmiştim. Kiliseye bağlanan daracık sokakları, büyük binalar arasında kalan geniş bahçesi… O ziyaretimin son olacağını nereden bilebilirdim ki?

Haberi ilk duyduğunuzda ne hissettiniz?

Önce Twitter üzerinden öğrendim. Fotoğrafları incelemeye başladım. İnanmak istemedim. Ama maalesef haber doğrulandı. Yine de bölgeden farklı bilgiler geliyor. Kilisenin tamamen yok olmadığı, geniş kompleksin bir bölümünün yerle bir olduğuna dair haberler de var. Halep’in eski şehir merkezinin en önemli özelliği yeraltı tünelleridir. Kilisenin altından kaleye kadar gidebilirsiniz. Biz Şam yönetiminin denetimi varken hiçbir zaman o tünelleri görmedik ve girmedik. Güvenlik gerekçeleri ile yasaktı. Ama bugün o tüneller kullanılarak rahatlıkla en büyük binalar bile çökertilebiliyor.

“HER PATLAMA HABERİNDE BİR PARÇAMIZI KAYBEDİYORUZ”

Halep İstanbul gibi ülkesinin turizm merkezlerindendi. Bir İstanbullu’ya saldırıya uğrayan kilisenin değerini nasıl anlatabilirsiniz?

Bu kilise çok köklü bir geçmişe sahipti. Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemlerde gizli ibadet merkezleri varmış. Sonra 1200’lü yıllarda Ortodoks kilisesi açılmış. Son olaraksa 15. yüzyılda Ermeni Kilisesi olarak inşa edilmiş. İstanbul’u iyi bildiğim için şöyle bir örnek verebilirim. Bir İstanbullu sabah uyandığında Süleymaniye Camii’nin ya da Sultanahmet Camii’nin bombalandığını düşünsün. Bizim şu anda yaşadığımız, hissettiğimiz tam olarak bu. Her patlama haberinde bir parçamızı kaybediyoruz.

Bölgeden gelen sizi en çok etkileyen haber hangisiydi?

Aslında hepsi. 2012’de Halep’te Maraşlı Ermenilerin Surp Kevork Kilisesi’nin ateşe verilmesi ile başlamıştı benim için kötü haberler. Orası benim vaftiz olduğum yerdi. Ancak beni üzen sadece Hristiyan kültür mirasının yok oluşu da değil. Halep Ulu Camii saldırıya uğradığında, tarihi minaresi yıkıldığında da aynı şeyleri hissettim. Ben eskiden Halep’i ziyaret eden arkadaşlarıma muhakkak orayı da gösterirdim. Bugünse dünyanın gözünün önünde bir ülke, bir şehir, bir medeniyet yok oluyor. Hatta oldu bile.

Bu yıkımlardan Ermeni dünyası içinde en büyük yankı bulanlardan biri de Der Zor’daki Soykırım Anıtı’ydı değil mi?

Orası sadece bir kilise değil, anıt olduğu için çok daha derin anlamları vardı. Altında soykırım kurbanlarının kemikleri vardı. Toplu mezarlardan buraya getirilmişlerdi. Bir müzesi de bulunuyordu. Anadolu kentlerinde, kasabalarında Ermenilerin kullandığı eşyalar, tarihi dokümanlar vardı. Oranın yok edilmesiyle bütün Ermeniler tarihlerinden, kimliklerinden bir parçayı kaybettiler. 1915’ten bize kalan en önemli mirasımızı, anıtımızı kaybettik.

“100. YILDÖNÜMÜNE AUSCHWITZ’İMİZİ KAYBEDEREK GİRDİK”

Soykırımın 100. yıldönümünde bölgenin işgal altında olması ne hissettiriyor?

Biz her yıl 24 Nisan’da Der Zor’a giderdik, oradaki anmalara katılırdık. Çatışmalardan önce de bölgede sıkıntılar başlamıştı. Erdoğan ile Esad’ın arasının iyi olduğu dönemde Ermenilerin kitlesel olarak açık anma yapmaları istenmiyordu. Hatta bu nedenle 25 ya da 26 Nisan’da oraya gidebiliyorduk. Yani Esad o dönem Ankara’nın isteklerine uyuyordu. Bugün geldiğimiz nokta da belli.

Ermeniler soykırımın 100. yıldönümüne Auschwitz’lerini kaybederek girdi. Dünyanın dört bir yanından Ermenilerin bir araya geldiği, atalarını andıkları, acılarını paylaştıkları yer artık yok. Sadece birkaç duvar kaldı. Radikal güçlerin kontrolü de sürüyor. Artık hiç umut kalmadı.

“AY IŞIĞINDA KEMİKLERİN FOSFORLARI PARLIYORDU”

Sadece anıt değil, bölgenin de büyük anlamı vardı değil mi?

Tabi. En az anıt kadar çevresindeki toplu mezarlar da bizim için değerli. Mergade ve Şeddade bölgelerinde ay ışığında toprak kemiklerin fosforları nedeniyle parlıyordu. Gözün alabildiği kadar kemikler yığılıydı. Bugün o manzaradan ne kaldığını bilmiyoruz. 2011’den sonra bir daha göremedim.

Ermeni Soykırımı Türkiye’nin gündeminde yer alsa da, bu konular sizce yeterince konuşuluyor mu?

Ben Türkiye’nin soykırımı da kapsamlı bir şekilde konuştuğuna inanmıyorum. Bugün İstanbul, Ankara ve İzmir’den çıkın, herhangi bir Anadolu şehrine gidin. Kim bizimle empati kuruyor? Hafızalarda sadece dedelerinden kalan hatıralar var. Birkaç anlatıyı dile getiriyor sonra susuyorlar. Hayatlarına devam ediyorlar. Neden kurcalasınlar ki? Oturdukları evlerin, sürdükleri tarlaların, yerleştikleri arsaların geçmişteki sahiplerinin nasıl yok edildiğini neden okusunlar? Ayrıca Türkiye’de hala “kötü Ermeni” imajı yaygın.

“İyi şeyler de olmuyor mu” diyenler çıkacaktır muhakkak…

Ben Ermeni Soykırımı için “yetmez ama evet” diyemiyorum. Bu öyle bir konu değil. Doğrudur, kitaplar basılıyor, konferanslar düzenleniyor ama bunlar hep sınırlı. Hep aynı iki bin, üç bin kişi tarafından konuşuluyor. Ben bunlara katıldığımda her zaman aynı insanlarla karşılaşıyorum. Üstelik bazıları sadece siyasi duruşları gereği soykırımdan söz ediyor. Samimiyetlerinden, bildiklerinden, okuduklarından, ilgilendiklerinden değil.

“1915’TEKİ GİBİ TARİHTEN SİLİNMEK İSTENİYORUZ”

Bu durum Suriye’deki Müslümanlar için nasıl?

Ben artık Suriyeli Müslüman arkadaşlarımdan da umudu kestim. Ben bugün azınlıkların yok edildiğini söyledikçe bana çatışmada herkesin öldüğünü söylüyorlar, Avrupa’nın sadece azınlıklarla ilgilendiğini savunuyorlar. Batı o kadar ilgileniyorsa bugün hala neden öldürülüyoruz? Neden yok ediliyoruz? Elbette ölen herkes benim için değerli, kıymetli. Ölen bir Müslümana bir Hristiyan kadar üzülüyorum. Ama şöyle bir tarihsel gerçek de var. Artık bölgede Hristiyanlar o kadar az ki, her Hristiyan’ın ölümüyle, bölgedeki çok kültürlülük de sona eriyor. Nasıl ki Osmanlı’da Ermeniler bazı bölgelerde çoğunluk olsalar da bugün “azınlık” haline dönüştürüldülerse Suriye’de de benzeri bir durum var. Üstelik bu sadece Ermeniler için de geçerli değil. Süryaniler, Maruniler, Keldaniler için de geçerli. 1915’teki gibi tarihten silinmek isteniyoruz.

“HALEP ARTIK ÖLÜ BİR ŞEHİR, İÇİNDEKİLER DE YAŞAYAN ÖLÜ GİBİ”

Bugün Halep’teki Ermeniler için durum ne?

Devlet artık kimseyi koruyamıyor. Kendini azınlıkların koruyucusu olarak Batı’ya tanıtan Esad da harekete geçmiyor. Halep artık ölü bir şehir. Yaşanacak bir yer değil. İçindekiler de yaşayan ölüler gibi. Kimseyi aramaya cesaret edemiyorum. Ben bir Halepli’ye “nasılsın” diyemem ki?! Bu soruyu nasıl sorayım? Saçma! Bir cehennemin ortasında yaşıyorlar. Ben onlarla konuşmaya utanıyorum. Elektrikleri de yok, suları da. Paranız varsa, hükümetten aracılılarla elektrik ve su satın alabilirsiniz. Tam bir savaş ticareti sürüyor.

Bu süreçte Ankara’nın tavrını nasıl buluyorsunuz? 24 Nisan öncesi iki yıldır taziye mesajı yayınlayan Türkiye’nin bugün yaşanan acılara yaklaşımı nasıl?

Ankara, özellikle de Başbakan Ahmet Davutoğlu “Ermeni diasporası bizim diasporamızdır” diyor. En yakın diaspora Suriye’dekilerdir. Biz Anadolu topraklarındanız. Bizi hatırlayan var mı? Suriye politikalarında hiç akıllarına geldik mi? “Diaspora ile diyaloga başlayacağız” deniliyor. Davutoğlu’nun diaspora teorisi Halep’ten başlamalı. Halep’tekiler yanı başlarında değil mi? Bu insanlar yok edilirken “Türkiye diasporası” hakkında konuşmak alay etmek gibi.

“ERDOĞAN HALEP’İ Mİ ALMAK İSTİYOR?”

Halep Türkiye’nin gündemine Kobani eylemleri sırasında gelmişti. Erdoğan, “Kobani değil, Halep stratejik bölgedir” demişti.

Bugün Halep’te savaşan örgütlerin isimlerini biliyor musunuz? Sultan Murad, Sultan Beyazıt, Sultan Fatih Mehmed diyorlar kendilerine. Neden kendilerine Osmanlı sultanlarının isimlerini koyuyorlar? Bunların hepsi bizim için soru işareti olarak duruyor. Hepimizin aklında “Sultan Erdoğan Halep’i mi almak istiyor?” sorusu var. Örgütlerin hakim olduğu bölgelerde Türk lirasının yaygın olarak kullanıldığı konuşuluyor. Bu önemli bir ölçüt değil mi?

Babası Kobani’de büyümüş bir Halepli olarak bu politika atalarınızın geçmişini hatırlatıyor mu?

Tabi ki. Herkes 1915’in yeniden yaşandığını düşünüyor. Benim büyükbabam Siverekli. 1915’te bölgedeki bütün erkekleri bir gün içinde toplamışlar, “Orduya alıyoruz” demişler. Sadece çocuklar kalmış. Bir gün sonra kesik başları getirilmiş. “Yarın sizin sıranız geliyor” demişler. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan kaçabilenler kaçmış. Üç yaşındaki dedem, büyük kız kardeşi ve annesi ile önce Halep’e gelmiş. Ardından geçim sıkıntısı çekince Kobani’ye geçmişler. Durumları düzelince yıllar sonra yine Halep’e dönmüşler. Bugün dedemin memleketi Siverek’te hiçbir Ermeni yok. Ufacık bir iz de. Yarın Halep’in de böyle olmasından korkuyoruz.

Ülkenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Suriye hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Artık orası herkes için karanlık ve hüzün dolu topraklar. Tıpkı şimdi Anadolu’da çoğu bölgede olduğu gibi Suriye de gelecekte tek rengin hakim olduğu, farklılıkların yer bulmadığı bir yer olacak.