HDP Milletvekili Garo Paylan, Ermeni Soykırımı’nın 106 yıldır devlet eliyle sürdüğünü belirtirken, akademisyen Daniele Conversi, yüzleşme konusunda iktidarın geçmişin kör alıntısı ile milliyetçilik arasına sıkıştığını söyledi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Ermeni halkına dönük 1915’te hayata geçirilen ve 20’nci yüzyılın ilki olan Ermeni Soykırımı’nın üzerinden 106 yıl geçti. Ermeni toplumunun Kızıl Pazar olarak adlandırdığı 23-24 Nisan 1915 gecesinde Osmanlı hükümeti, dönemin başkenti İstanbul’da yaşayan Ermenileri tutuklamaya ve sürgün etmeye başladı. Tutuklananlar, çoğunlukla entelektüeller, kanaat önderleri ve siyasi aktivistlerdi. Tutuklanan Ermeniler Ayaş ve Çankırı’daki toplama kamplarına götürüldü.

Berna Kişin'in Mezopotamya Ajansı'nda yer alan habere göre, Tehcir Kanunu'nun 29 Mayıs 1915'te Meclis’ten geçmesinin ardından Ermeni toplumunun çoğu zorla göç ettirildi ya da öldürüldü. Ermeni Diasporası’na göre gerek katliamlar ve münferit ölümler gerekse sistematik kötü muamele ve açlık sonucu en az 664 bin ve muhtemel 1 buçuk milyon Ermeni yaşamını yitirdi. Soykırımda on binlerce Ermeni çocuk, zorla ailelerinden kopartıldı ve Müslümanlaştırıldı.

‘TERK EDİLDİ’ İMAJIYLA GASP

Tehcir Kanunu’yla sınır dışı edilen ve katledilen Ermenilerin mülkleriyle ilgili bazı “tedbirler” uygulamaya konuldu. Bu “tedbirler” kapsamında 13 Eylül 1915'te Osmanlı Meclisi’nden geçen “Geçici Müsadere ve Kamulaştırma Kanunu”yla birlikte “Emvâl-i Metruke” yani terk edilmiş mallar olarak tanımlanan araziler, çiftlik hayvanları ve evler gibi Ermeni toplumuna ait tüm mallara Osmanlı yönetimi tarafından el konuldu.

İKTİDARIN YAKLAŞIMI

Resmi tezler, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri yok etmeye yönelik devlet politikasına dönüşebilecek bir ırksal nefretinin bulunmadığını” savunuyor. “1 buçuk milyon kişinin öldüğü” ifadesi Türkiye hükümetleri tarafından reddediliyor. Türkiye, “Ermenilerin sürülmesi ve yok edilmesi adına yapılmış sistematik bir kampanya yürütüldüğü” veya “Osmanlı yönetiminden bu yönde bir emir geldiği”ni de reddediyor.

‘ÖZÜR DİLİYORUM’ KAMPANYASI

Türkiye'de öğretim üyeleri ve gazetecilerden oluşan bir grup 2008 yılında, “Özür Diliyorum” adıyla imza kampanyası başlatmıştı. Prof. Ahmet İnsel, Prof. Baskın Oran, Dr. Cengiz Aktar ve gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu, kampanyanın öncülüğünü yaptı. Kampanya yayınlandığı ilk 24 saat içinde 5 bin kişi tarafından imzalandı. Bu kampanyaya karşı olanlar ise “Özür dilemiyoruz” şeklinde karşı bir kampanya başlattı. Türkiye'deki siyasetçiler, öğretim üyeleri, gazeteciler, öğrenciler, meslek kuruluşları ve her kesimden insanın katıldığı “Özür Dilemiyoruz” adlı imza kampanyasına iştirak edenlerin sayısı 91 bin kişiden fazla oldu. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, aydınların 1915 olayları konusunda Ermenilerden özür dileme kampanyası başlatmasına tepki göstererek, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür diliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir sorunu yok" demişti.

SOYKIRIMI TANIYAN ÜLKELER

Ankara, 1915 ve 1916 yıllarında yüz binlerce Ermeni’nin katledilmesini “soykırım” olarak değil, “tehcir” olarak tanımladı. 2019 yılı itibarıyla Almanya, Brezilya, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya ve 29 ülkenin yanı sıra ABD'nin 50 eyaletinden 49 tanesi yaşananları soykırım olarak kabul etti. Ermeni Soykırımı’nı tanıyan kuruluşlar ise BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Dünya Kiliseler Konseyi.

24 Nisan tarihi günümüzde dünya genelindeki Ermeniler tarafından “Ermeni Soykırımı'nı Anma Günü” olarak karşılanıyor. Ermenistan’ın Başkenti Erivan’da bulunan Tsitsernakaberd veya Ermeni Soykırımı Anıt Kompleksi’nde her yıl bir araya gelen binlerce Ermeni, yaşamını kaybedenler için birer ağaç dikip çiçek bırakarak anma etkinlikleri düzenliyor. Anıt aynı zamanda Ermeni halkı için “Yeniden Doğuş” anlamına geliyor.

‘YILDIR ADALET SAĞLANMADI’
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Yardımcısı Garo Paylan, Soykırımın üzerinden 106 yıl geçmesine rağmen Ermeni halkı için hala bir adaletin sağlanamadığını ifade etti. Paylan, soykırım zihniyetinin hala devlet içinde varlığını sürdürdüğünü belirterek, “Ben şuna inanıyorum; ‘yüzleşilmeyen her suç tekrarlar.’ Ve şu anda da bu soykırımı gerçekleştiren zihniyetin kalıntıları da varlığını devam ettiriyor. Dönemin failleri Talat Enver ve Cemal Paşa’nın isimleri kamusal alanlarda yaşıyor. Biz bu isimlerin verildiği bulvarlarda yürüyoruz, çocuklarımız ‘Talat Enver’ isimli okullarda eğitim görüyor. Almanya’da Adolf Hitler isimli caddeler olsaydı, çocuklar Joseph Goebbels isimli okullara gitseydi şu anda nasıl bir Almanya olacaksa, Türkiye’de de Hitler’in izdüşümü olan Talat Paşa ve Enver Paşa caddelerinde yürümek aynı şekilde soykırımın failleriyle ve o zihniyet ile birlikte yaşamak anlamına geliyor” dedi.

‘BENİM BELGEM BABAANEM’

Paylan, soykırıma ait “belge” ve “kanıt” tartışmalarına ilişkin ise şu ifadeleri kullandı: “Ben babaannem ile birlikte büyüdüm. Babaannem soykırımdan tek başına hayatta kalmış bir yetimdi. Bütün ailesini kaybetmişti. Bir çocuk olarak komşusuna emanet edildi ve hayata tutunmaya çalıştı. Babaannem bana olanların hepsini anlattı. Nasıl bir gün gelip babalarını ve kardeşlerini götürdüklerini ve hemen şehrin dışında öldürdüklerini, birkaç ay sonra tehcir kararı ile birlikte bütün kadınların, yaşlıların ve çocukların göç yoluna gönderdiklerini, annesinin göç yoluna giderken, kendisini nasıl komşuya emanet ettiğini anlattı. Mallarına, mülklerine nasıl el konulduğunu, ibadet ettikleri kiliselerin nasıl geneleve çevrildiğini, eğitim gördükleri okulların ne şekilde kapatıldığını anlattı. Benim babaannemin anlattıkları kulaklarımda ve gözlerimde belgedir. Anadolu’da yaşayan her Ermeni’nin bir Babaannesi bir dedesi bu hikayeleri anlattı ve bizim en büyük belgelerimiz bunlar. Aslında bir belgeye de ihtiyaç yok, Anadolu’da her 5 kişiden biri Ermeni’ydi. Bugün ise yok hükmündeyiz. Bir yokluğun, yok edilişin hikayesi var.”

‘TSUNAMİ GİBİ GEÇİP GİTMEDİ’

Paylan, Ermeni halklarına yaşatılan asimilasyon politikalarının da 106 yıldır şekil değiştirmeden devam ettiğini belirterek, “Bu bir anda yaşanmış ve bitmiş bir şey değildi. Bir tsunami gibi bir dalga gelip bize acılar yaşatıldı ve özür dilenmedi. Tam tersine suç devam etti. Hrant Dink’in katledilmesiyle, Ermenilerin kültürel varlıklarına el konulmasıyla, mezarlarımızın yerle bir edilmesiyle devam etti. Yakın zamanda Ankara’da Ulus meydanında bulunan bir Ermeni mezarlığının üzerine beton dökerek, Van’da Edremit’te mezarlarımızın üzerine tuvalet dikilerek devam etti” ifadelerini kullandı.

‘YÜZLEŞMEK HERKESİ İYİLEŞTİRECEK’

Soykırımla yüzleşmenin sadece Ermeni halkları için değil bütün halklar için iyileşme olacağına dikkati çeken Paylan, şöyle devam etti: “2000’li yılların başında Kürt halkının da mücadelesiyle birlikte bir alan açılmıştı, biz ana akım medyaya çıkıp geçmişte yaşadığımız felaketleri konuşmaya başlamıştık. Hrant Dink bunun öncüsüydü. Empati kurmak için medya önemli bir araçtı. Yürütülen inkar politikalarına karşılık en azından insanlara geçmişte kötü bir şey olduğunu anlatabildik. Buna ‘soykırım’ demeye tabii ki hazır değillerdi ama en azından yaşananların kötü bir şey olduğunu anlamışlardı. Son 5 yıldır siyasi iklim değiştiğinden beri bu ‘yüzleşme’ konusunda da geldiğimiz yoldan baya bir geriye gitmiş olduk. Biz 5 yıl önceye kadar Taksim Meydan’ında Ermeni Soykırımı anmaları yapabiliyorken şu anda bunlardan çok daha uzaktayız. Bu mesele öncelikle idrak edilmeli. Bunun için medya çok önemli rol oynuyor. Soykırımla yüzleşmek Ermeni halkını iyileştirecek ama aynı zamanda Ermeni olmayan halklara da iyi gelecek bu yüzleşme. Çünkü Ermeni halkına yaşatılan soykırım gibi büyük bir suçla yüzleşilmediği zaman diğer suçlar da bu anlayış için teferruat olarak kalıyor. Bu nedenle soykırımla yüzleşmek hepimizi iyileştirecektir. Bunun için de medya organları ve yurttaşlar sorumluluk almalıdır. Ermeni Soykırımı bu topraklarda yaşandı ve adaleti ancak bu topraklarda sağlanabilir. Onlarca parlamento Ermeni Soykırımını tanıdı ama yaramız iyileşmedi. Ermeni halkına adalet sağlayacak tek meclis, üyesi olduğum Türkiye’nin meclisidir.”

‘GEÇMİŞ VE MİLLİYETÇİLİĞİN ARASINA SIKIŞMIŞLIK’

Bask Üniversitesi (University of the Basque Country) tarih profesörü ve soykırım üzerine araştırmalarda bulunan Daniele Conversi, Jön Türklerden bugüne kadar Türk hükümetlerinin soykırımla yüzleşme konusunda, geçmişin kör alıntısına ve büyük ölçüde milliyetçiliğin arasına sıkışıp kaldığını belirtti. Conversi, tarihsel kanıtların reddedilmesinin Türk demokrasisi için ciddi bir sorun olduğunu belirterek, “Türkiye hükümetlerinin ve siyasilerin birçoğu, alışılagelmiş inkarlarından vazgeçemiyor. Ve çoğu zaman her türlü iç problem için ‘diğerini’ suçlamayı tercih ediyor. Tarihsel kanıtı olan bir şeyi savunduğunuzda ise size karşı hiçbir kanıt olmadan hemen ‘Türk karşıtı’ damgası vuruyor” dedi.

‘GÖRMEZDEN GELİNEMEZ’

Soykırımı tanımak ve yüzleşmek için iktidarın bir an önce harekete geçmesi gerektiğini ifade eden Conversi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk nüfusunun önemli kesimleri olan aydınlar, akademisyenler ve demokratların halihazırda üstlendiği bir şeyi görmezden gelmeye devam edemezler. Aksi taktirde hükümet, katıksız ve nefrete dayalı milliyetçi duygularla soykırımlara devam edebilir. Daha fazla felaketlere sebep olmadan yüzleşme konusunda bir an önce harekete geçmeli. Aksi halde daha büyük acılara neden olabilirler.”

‘KÜLTÜREL SOYKIRIM DEVAM EDİYOR’

Conversi, soykırımın kültürel boyutu olduğunu da hatırlatarak, şunları söyledi: “Araştırmacılar tarafından incelendiği üzere kültürel soykırım, soykırım politikalarının çok önemli bir yönüdür. Soykırım sonrasında da birçok insan kendi kültürlerinden tarihinden uzak yerlerde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor, bu insanların üzerinde korku iklimi var. Zorla göç ettirildikleri ve yakınlarını acı bir şekilde kaybettikleri topraklara geri dönemiyorlar. Bu durumun kapsamlı bir şekilde ele alınması gerekmekte. Soykırıma dair çalışmaların bu yönde de sürmesi gerekmektedir. Bu kültürel soykırımın hala devam ediyor olması asla göz ardı edilemez” diye konuştu.

Conversi, değerlendirmelerini “Tarihin tekerrür etmemesini umuyorum, her şey şeffaf olmalı, yaşanılanlar kabul edilmeli aksi taktirde her şey çok daha kötü olabilir” sözleriyle tamamladı.