Bundan tam olarak 13 yıl önce olmuştu. Bu topraklarda devletin “yurttaşlarım” dediği insanlara dönük yaptığı büyük bir katliamın tanıklarıydık. Süreci içinde yaşayan biriydim. Benim gibi binlerce tutsak sabahın erken saatlerinde “teslim olun” diyen megafon sesleri uyanmıştık. Devletin yaptığı F Tip’lerine dönük cezaevlerinde kitlesel ölüm oruçları devam ediyordu. Devlet ile çatışmasında bedeni dışında bir şeyi kalmayan tutsaklar uzun soluklu bir eylem süreci içindeydiler. Aynı zaman dilimi içinde devrimci tutsaklar ve de devlet arasında arabulucular vardı, bir şekilde büyük ölümlere neden olmadan sürecin tamamlanacağına dair genel bir kanaat içindeydik.

Ancak öyle olmadı. Devlet zaten aylar öncesinde hazırlıklarını tamamlamıştı. Cezaevlerine dönük büyük bir katliam ile bir kez daha bütün “yurttaş”larına ayağınızı denk alın diyecekti. 19-22 Aralık 2000’de 20 cezaevinde aynı anda 10 bin kişiyle bir operasyon başlatıldı. Devletin hafızası hepimizden çok iyi çalıştığından tarih 19 Aralık’tı. Devlette sürekliliğin esas olduğunu bu katliam ile bir kez daha yaşayarak görecektik. 19-26 Aralık 1978 tarihinde Maraş’ta Alevilere dönük devlet planlı büyük bir katliam uygulamaya konulmuştu. Bu katliamda bir hafta süresi içinde 150 Alevi katledilmiş ve kendilerine ait mahalleler ve de işyerleri talan edilmişti.

Katliam, gasp/talan bu ülkenin geleneğinde var. Benzer süreçleri 6-7 Eylül olaylarında yaşamıştı bu ülke, Maraş Katliamı’nda yaşadı, bu geleneğini “Hayata Dönüş” Operasyonu dediği katliamla bir kez daha yaşatacaktı. Operasyona gerekçe ise 2000 yılı sonbaharında hapishanelerde uygulamaya konması planlanan F tipi uygulamalarını protesto etmek için eylem başlatan tutsakların isyanıydı. F Tipi gibi bir uygulamaya cezaevlerinde/dışarıda bütün sosyalist/muhalif yapılar karşı çıktı. Böylesi bir uygulamanın nasıl bir anlam içerdiğini herkes çok iyi biliyordu.

İradelerini kırmak için cezaevlerine doldurduğu binlerce devrimci/sosyalist tutsağın her şeye rağmen ideallerinden dayatmaları ve hayatlarını buna göre yaşamak istekleri devleti fazlasıyla rahatsız ediyordu. Devlet kendi politikalarına itiraz eden bir yapı istemiyordu. F Tipleri ile devletin asıl yaklaşımı tutsak ederek duvarların içine aldığı tutsakları bir bütün olarak teslim almaktı. Devrimci/sosyalist tutsakların her şeye karşın inançlarını, özlemlerini, ideallerini yaşatıyor olmalarını kabullenemiyordu. Bu amaçla tutsakların 20 Ekim 2000'de başlattıkları ölüm orucu eylemini kırmak amacıyla bu operasyon yapıldı.

Operasyon sırasında 30 tutuklu ve mahkûm yaşamını yitirdi. 237 tutuklu yaralandı. Özellikle Çanakkale ve Bayrampaşa cezaevlerin operasyon sırasında korkunç bir katliam gerçekleştirildi. Savaşlarda bile kullanılması yasak olan kimyasallar ile tutsakların bedenleri canlı canlı tutuşturuldu. Katliam milyonlarca “yurttaş” a ekranlarda canlı olarak izletildi, tıpkı 3Temmuz 1993 Sivas/Madımak Katliamı’nda olduğu gibi. Operasyonu dışarıda protesto gösterilerinde ise 2 bin 145 kişi gözaltına alınmış bunlardan 58’i tutuklanmıştı. Devlet içeride ve de dışarıda büyük bir katliam uygulamaya sokmuştu.

Devletin geleneği aynen devam etti. İktidarlar değişti ama devlet yöntemini değiştirmedi. Çünkü devletin politikalarına yön veren onun tamamen ırkçı ve de militer bir yapıya sahip olmasıydı. Devletin bu mantığı değişmedi. Değişmediğini 28 Aralık 2011 tarihinde Roboski’de 34 Kürt yurttaşın bedenlerinin savaş uçaklarında atılan bombalar ile paramparça edilmelerinde gördük. Aralık ayı bütün bu yanları ile tamamen devletin planlayıp uyguladığı büyük katliamlar ayıdır. Devletin ırkçı/militer politikaları ortadan kaldırılmadan da böylesi pratikleri her zaman uygulamaya koymaya hazır olacaktır.