Hatırlarsanız, bir önceki bedelli askerliğin fiyatı 30 bin liraydı. Ekonominin tıkırında, Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ hayalinde olduğu günlerdi. 2011’de kişi başı gelirin 10 bin dolar olmasıyla övünen ülkemizde, ‘millet’in gelirinin krediyle bile 30 bin lirayı toparlamaya yetmediği ortaya çıkmış, başvuru sayısı son derece düşük kalmıştı.

Yolsuzlukların, hırsızlıkların, hukuksuzlukların yarattığı daralma bir yana Suriye bataklığına, seçim öncesi tehditler sırasında duyurulan A-B-C planlarına ve daha nerelere harcanacağını bilemediğimiz örtülü ödeneklere yeterli kaynak çıkmayacağını anlayınca, sürümden kazanalım deyip, can pazarında damping yaptılar. Bedelli askerliği 18 bin liraya indirdiler.

2011 yılında yaklaşık 70 bin kişinin 30 bin lira verebildiği Türkiye’de, 2014 yılında ise 18 bin lira verebilenlerin sayısı yaklaşık 204 bin kişi oldu.

Bu rakam “Tayyip Devleti”nin daha seçim öncesi bütün olanaklarıyla hazırlığını yaptığı savaşın habercisiydi aslında.

Bu rakam, bir adamın koltuk hesabı için döktüğü kanın perdelenen yüzünü de ifade ediyordu.

Örneğin, 204 bin genç 18 bin lira karşılığı evine bir tabutla geri dönmekten kurtuldu.

Örneğin, 204 bin genç 18 bin lira karşılığında canını devletten satın aldı.

Örneğin, 204 bin anne ve baba yoksulluğun faturasını kendisine kesip kahrolmaktan kurtuldu.

204 bin anne, oğlunun tabutuna sarılıp “Affet bizi oğlum, 18 bin lira bulamadık” sözleriyle hepimizin yüreğini lime lime eden o sözleri etmek zorunda kalmadı.

Ve o 204 bin anne, oğlunun cansız bedeninin, bir adamın seçim propagandasına alet edilmesine göz yummak zorunda kalmadı.


2015’İN KERİNÇSİZLERİ

Yoksul halkların çocuklarının canına da cenazesine de el koyan “Tayyip Devleti”, 90’ları adeta taşeronları bile devreden çıkararak bizzat devralmış görünüyor.

Şehit ailelerinin tek tek kapısını çalarak, Kürt halkına karşı örgütlemeye çalışan Ergenekon zanlısı Avukat Kemal Kerinçsiz ve özellikle Hrant Dink’e yönelik linç kampanyasında birlikte hareket ettiği JİTEM’in kurucusu Veli Küçük gibi isimlerin işlevsizleştirilmesi meğer, rollerini çalmak içinmiş.

Meğer o isimlerin içinde hayat buldukları legal-illegal yapılanmalar “Ustalık dönemi”nde o meşhur reformlarla geliştirilmiş, legal görünümlü illegal işlevli yapılara dönüştürülmüş.

Artık bizzat “Tayyip Devleti”nin valisi, belediyesi, milletvekilleri ve komutanı, Kerinçsiz’lerin görevini devralmış.

Jandarma Teğmen Hubeyib Turan’ın Tokat'taki cenaze törenine katılan AKP Çorum Milletvekili Salim Uslu’nun daha sonra sildiği teşekkür tweet’indeki “başarılı organizasyon” ve “sürecin başarıyla yönetilmesi” ifadeleri, ülke çocuklarının cesetlerini en hafif deyimle birer “savaş aparatı” olarak gördüklerinin itirafıdır.

İşte o yüzden, savaştan ve kandan beslenenlerin yüzündeki o buz gibi devlet ifadesi eşliğinde “mesele benim koltuğumsa sizin canlarınız teferruattır”ı, “Bu topraklar şehit kanıyla yoğrulmaya devam edecektir” sözleriyle ifade etmekte de, cenaze törenini mitinge çevirmekte de beis görmedi.

O bunları söylerken ölümün eli tabutun üstündeydi.

Ölümün eli yalnız Tokat’ta, Teğmen Turan’ın tabutu üzerinde değildi.

‘SARAY’A BAĞLI ÖZEL TİM

O el, Şemdinli, Varto, Lice’deydi…

HDP Van Milletvekili Lezgin Botan’ın açıklamaları vahim, dehşet verici. 13 bin kişinin evlerini terk ederek kaçtığı Şemdinli’de yaşananlar, 90’ları aratmayacak ölçüde ağır bir şiddetin kol gezdiğini gösteriyor.

Lezgin Botan “Burada valiyi, kaymakamı, amirleri takmayan, doğrudan Saray’a bağlı olduğunu düşündüğümüz silahlı bir ekip var” diyor.

“Kaymakam, kaymakamlığı kapatmış gitmiş. Defalarca aradıktan sonra zorla açtırdık kaymakamlığı. Şapatan’da olanları anlatıyoruz, ‘olmaz öyle şey’ diyor. Görüntüleri izletince, sus pus oluyor. Hiçbir fonksiyonu yok” diyen Botan’ın açıklamaları, ülkeyi ayağa kaldırması gerekirken görünmez kılınmaya çalışılıyor.


Kendi ülkesini, kendi vatandaşlarını, kendi köylerini, evlerini, işyerlerini ağır silahlarla tarayan, bombalayan, dağını taşını alevlere teslim eden o el, Erdoğan Devleti’nin simgesi.

Peki biz ne yapacağız?

Oturup, seçimleri mi bekleyeceğiz?

Ülkemizin bir bölümü yakılırken, faşizmin çırılçıplak sergilendiği sokaklardaki cesetleri mi seyredeceğiz?

Bizim olmayan bir savaşta, bizim çocuklarımız birbirine kırdırılarak saray entrikalarına kurban edilirken, cenaze mitinglerine kan taşımaya devam mı edeceğiz?

Artık bu devlet, 40 yıldır aynı yöntemlerle sonuç alamayacağını hafızasına kazıyacak bir karşı duruş görmek zorunda.

Asker, polis dahil, bu ülkenin bütün sağduyu, vicdan sahibi insanları “Saray değil biz sağ olalım” demek zorunda.

Türkiye halkları 90’ların pişmanlıklarını, utançlarını bir daha yaşamak, bu insanlık suçlarına ortak olmak istemiyorsa hep beraber “Barış” diye haykırmak zorunda.