16 Nisan’da yapılacak olan Anayasa değişikliği ile ilgili referanduma sayılı günler kaldı. Anayasa değişikliğindeki en önemli madde, neredeyse tüm yetkilerin tek elde toplanması, deyim yerindeyse, Meclisin hükümsüz kalması ve yöneticilerin yargılanmasının imkânsız hale getirilmesi!

Demokrasi’nin bittiği anlamına gelecek bu Anayasa değişikliği ile ilgili referandumda en ufak bir aksilik istemeyen iktidar, devletin tüm olanaklarını kullanarak ve “hayır” diyecekleri terörist, vatan haini, darbeci gibi iddialarla suçlayarak kampanyasına devam ediyor.

Birçok defa dillendirilen bu anayasa değişikliği için, bugüne kadar müsait ortamın olmayışı nedeniyle girişimde bulunmayan iktidar, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı olanaklarla düğmeye bastı.

15 Temmuz için birçok değişik yorum yapıldı.

3 askeri darbe yaşayan bu ülkenin insanları, akşam saat 9 – 10 arasında, boğaz köprüsünün askerler tarafından tutulmasıyla başlayan darbe girişimini “darbe” olarak yorumlamakta zorlandı.

Amacı iktidarı, devlet yönetimini ele geçirmek olması gereken darbenin, boğaz köprüsünü tutmasıyla başlaması, yöneticileri ele geçirme faaliyetinde bulunmaması ve benzeri birçok gariplik ve bilinmezlik barındırması, sonuç olarak da mevcut iktidara sınırsız yetkiler tanıması, aklımıza cevabı alınması gereken soru tohumlarını ekiyor.

Ne meclis araştırma komisyonunda ne de gün ışığına çıkan ifadeler ve iddianamelerde, darbenin kim/kimler tarafından yapıldığı açıklanmış değil!

Darbeyi kim/kimler yaptı/yaptırdı?

Arkasındaki güçler kim?

ABD, Rusya veya başka bir güç var mı?

Fethullah Gülen ve cemaati bu işin ne kadar içerisinde veya arkasında?

Kendilerine sınırsız yetkiler tanınmasını sağlayan bu darbe iktidar tarafından planlanmış olabilir mi?

Soruları çoğaltabiliriz. Ancak, sadece iktidara yarayan ve bu sayede istedikleri Anayasa değişikliğine girişmesine olanak veren bu darbe girişimini yapanı, destekçisi ve amacını ortaya çıkmadıkça, aklımız rahat etmeyecek!

14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan, 15 aylık bir partiyken, 3 Kasım 2002 tarihindeki seçimlerden başarıyla çıkarak iktidarı devralan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) , 14 Mart 2008 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından hazırlanan iddianameyle kapatılma tehlikesi atlatsa da iktidarını kesintisiz sürdürüyor.

AKP iktidarına sınırsız yetkiler sunan, devleti “kılcal damarlarına kadar” girerek ele geçirmesine olanak tanıyan ve şimdi de son hamleyi, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırarak, tüm yetkileri tek elde toplayarak, kişi iktidarına olanak tanıyacak Anayasa değişikliğini yapmasına yol açan ve yargılanan askerleri El Bab operasyonunda görevlendirilebilen! Bu garabet darbenin arka planını görmek gerekiyor.

Acaba, 1996 tarihinde bir konuşmada söylenen “Demokrasi, bir tramvay gibidir. Gidebildiğimiz kadar gider, zamanı gelince ineriz” ifadesinde söyledikleri tramvay’ın son durağı 16 Nisan mı sorusunu sorarak cevaplarını bulmaya çalışacağız.

Global emperyalizmin jandarması/uygulayıcısı ve uygulatıcısı ABD ile organik bağlar içerisinde yaşayan devletin, ondan habersiz, ona rağmen iş yapması (her zaman işler emperyalist sistemin istediği gibi yürümese de) pek düşünülemez.

Zaman zaman ondan habersiz iş yapmış olsa da, yaptırım ve cezai uygulamalar olarak cevabını alan iktidarların bağımsız hareket etmek lüksünü barındıracağını sanmıyorum.

ABD’nin itirazlarına rağmen, 20Temmuz 1974 tarihinde, “Kıbrıs barış harekatı” adıyla yapılan çıkartma sonrası uygulanan ambargo sonucu ülkenin ekonomik krize girmesi, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in değimi ile “ülkenin 70 sente muhtaç” duruma düşürülmesi, emperyalist sistemin, kendisine uyulmaması nedeniyle verdiği bir cezaydı.

ABD’nin Irak’ı işgal planları içerisinde, İncirlik hava üssünü kullanabilmesi için, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" adı altında meclise sunulan, ancak kabul görmeyen 1 Mart teskeresi de benzer bir durumdu. Belki de bu tezkerenin reddedilmesi sonucundaki cezaydı 15 Temmuz darbesi!

Aslında, senaryo çok önceleri yazılsa da öykünün hayat bulması 4 Mayıs 2007 tarihinde başlıyor.

Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’de yaptıkları,2 saat 15 dakika süren görüşme, birçok gelişmenin rahmi gibi duruyor.

Neler konuşulduğu bilinmemekle birlikte, bu görüşmeden 15 ay sonra, 25 Temmuz 2008 tarihinde başlayan ve başta “Ergenekon” sonra “Balyoz” ve farklı isimlerle anılan, silahlı kuvvetlere yönelik operasyonlara, silahlı kuvvetlerin üst kademesinin tepki vermemesi ve sessiz kalmasıyla, görüşmenin içeriğini tahmin edebiliyoruz.

Buz dağının görünen kısmı, Silahlı Kuvvetlere “darbe hazırlığı” bahanesiyle yapılan operasyondu. Ancak asıl içerik, devletin iktidarına karşı yapılan bir operasyon olduğuydu.

Bu ülkeyi kuran ve iktidarda hangi parti olursa olsun, yönetimde ağırlığı olan, bir dediği iki edilmeyen, korkulan, dediği yapılmadığında yönetimi devralabileceğini 3 kez ispatlamış bulunan Silahlı Kuvvetler, bu ülkenin gerçek iktidarıydı!

Operasyon, ülkenin gerçek iktidarına karşı girişilen sivil darbeydi.

İktidar, gerçek anlamda el değiştiriyordu.

Yüzlerce üst rütbeli subay tutuklandı. Yıllarca yargılama ve tutukluluk hali devam etti. Ağır cezalara hükmedildi. Birçok insan süreç devam ederken yaşamını yitirdi.

Her şeye rağmen, AKP iktidarınca amaca ulaşılmış, Silahlı Kuvvetlerin iktidarına/vesayetine son verilmiş, iktidar büyük oranda AKP’nin eline geçmişti.

Devletin kılcal damarlarına tamamen girebilmek için son sibobu olan adaletin de ele geçirilmesi, dizginlenmesi ve komuta edilmesi gerekiyordu.

Bu işlem için de hazırlanan Anayasa değişikliği referandumu 12 Eylül 2010 tarihinde yapıldı. Sol ve demokrat oyları alabilmek için, 1982 anayasanın değiştirilemez olan 15. Maddesi koyularak yapılan ve “yetmez ama evet” oyları alan Anayasa değişikliği ile Adalet mekanizması büyük oranda teslim alındı!

Günümüzde inkar edilse de, başından beri “beraber yürüdükleri” ortakları olan Gülen cemaatine teşekkür, referandum sonuçları alındıktan sonra aynı gün, “Okyanus ötesinden destek veren arkadaşlarıma teşekkür ederim” diyerek yapıldı. (1)

Ortaklara ikinci teşekkür 15 Haziran 2012 tarihinde organize dilen Türkçe Olimpiyatlarında yapılan konuşmayla, “Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz” diyerek yapılmıştı. (2)

Ortada dönen ve bilemediğimiz sorunlar nedeniyle ortaklar arasında yaşanan gerginlik, 7 Şubat 2012 tarihinde su yüzüne çıkar gibi olmuş, “devletin sır küpü” MİT başkanı Hakan Fidan, ifade vermek üzere savcılığa çağırılmış, son anda ameliyatı ertelenen Başbakanın engel olmasıyla sorun çözülmüştü. (3)

Cemaat ile ortaklığın tamamen bozulduğunu, savaşın başladığını ise, 2013 Kasım ayında yaşanan “dershane krizi” ile su yüzüne çıkınca, kesin anlamda öğrenmiş olduk! (3)

10 Mart 2014 tarihinde Anayasa mahkemesi kararıyla Ergenekon sanıkları tahliye edildi. Yıllarca cezaevlerinde sebepsiz bir şekilde zamanları çalınan bu insanları çoğu, yüklü miktarlarda tazminatlar ile ödüllendirildi. Daha sonra kendilerinden, “aldatıldık” diyerek özür de dilenecekti.(4)

Ergenekon sanıklarının serbest kalmasında asıl etken ise, cemaat ile yolların ayrılması nedeniyle desteğe ve ittifaka duyulan ihtiyaçtı! Bunu anlamak için, Ergenekon sanıkları olanların tahliye sonrası iktidar lehine yaptıkları konuşmalara bakmak yeterli olacaktır.

Başbakan, 11 Haziran 2014 tarihinde belediye başkanları ile yapılan bir toplantıda, “İnsan yetiştirdiklerini söyleyenler nasıl olur da bu kadar siyasetin içine girebilir” diyerek, “paralel yapı” olarak ilan ettikleri cemaati açıkça hedef olarak göstermeye başlamıştı. Belediye başkanlarına, “cemaate verilen binaların geri alınması” konusunda talimatını da bu toplantıda vermiş oldu. Başbakan Erdoğan’ın, “Ne istediler de vermedik” sözünün içeriği de bu toplantıda gerçeklik kazanmış oldu. (5)

Karşı hamle 17 – 25 Aralık operasyonlarıyla geldi. Güçlü bir hamleydi. Hızlı gelişiyor, sonuç almaya yaklaşıyordu ki iktidarın çabuk davranması, birkaç gün içerisinde 2000 civarında polis, 200 civarında hakim ve savcının görev yerinin değiştirilmesiyle atlatıldı.

Daha sonra 11 Şubat 2015 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) kararıyla, Ergenekon davalarının ihtişamlı! Savcısı dahil, 166 Hakim ve savcının görev yerleri değiştirildi. Emniyet müdürlüğünde yapılan görev değişiklikleri 6000’i aştı.

İktidar yerini sağlamlaştırmaya çalışıyordu.

HSYK’nın yapısında değişikliği öngören yasa çıkarıldı. HSYK'da hem 15 olan toplantı yeter sayısına, hem de 12 olan karar yeter sayısına ulaşarak önemli bir güç elde edildi.

15 Temmuz 2015 tarihinde, Harp Akademileri Komutanlığı’nda yapılan konuşmayla, daha önce, “AK Parti iktidarı söz verdi mi yapar. Ne aldatan ne aldanan olduk” demelerine rağmen (25.5.2015 tarihli konuşma) “aldatıldık” diyerek, (6) operasyon sonrası kalan Silahlı Kuvvetlerden desteğini alan iktidar, “paralel devlet yapılanması” olarak adlandırdıkları cemaati devletin organlarından temizlemek için harekâta geçti.

İktidarın eksiği, Cemaatin fazlası vardı. Cemaat ortaklığa girdiğinde, gücünü, ilişkilerini, devlet içerisindeki örgütlenmesinin yapısı ve listesini ortağına vermemiş, sadece ortağı ihtiyaç duyduğunda desteğini sunmuştu ki en büyük desteği, 2008 tarihindeki Ak partinin kapatılması davasındakiydi.

Bu nedenle iktidarın işi zordu. Cemaatin yapılanmasını bilmiyor, ilişkileri tanımıyor, temizlik listesini hazırlayamıyordu!

Yine de boş durmuyor, kendisine, bilgilerine, MİT’in çalışmalarına ve istihbaratına göre hazırlığını yapıyordu.

17 – 25 Aralık operasyonları gündeme gelmemişken, 10 Kasım 2014 tarihindeki bir haberde, Gülen soruşturmalarında tanık olarak dinlenen Latif Erdoğan’ın kullandığı ifade çok önemliydi. “Fethullah Gülen’in, seçilmiş hükümete yönelik bir sonraki hamlesi olabilir mi?” Sorusuna karşılık vermiş olduğu cevap, “Bir sonraki süreçte şu ana kadar Fethullah Gülen tarafından devreye henüz sokulmayan güç askeriye içerisindeki yapılanmadır” şeklindeydi. (7)

Belki de darbeyi ilk işaret eden kişiydi.

2016 tarihinde birçok gazeteci ve köşe yazarı, darbeyle ilişkilendirilebilecek yazılar yazdı.

Sözcü gazetesinde, Osman Başıbüyük imzalı yazıda, “Yandaş medyada da darbe tartışmaları devam ediyor. Bazıları TSK içindeki uyuyan hücrelerinin çok acil ve her türlü risk alınarak, en sert ve en uç tedbirlerle çökertilmediği takdirde darbenin göstere göstere geleceğini iddia ediyor… Anlaşılan o ki Cemaatin fazla zamanı kalmadı. Ne yapacaksa YAŞ kararları öncesi, Ağustos ayına kadar yapacak. Diğer yandan ülkede şehit cenazeleri ile birlikte her türlü terör olayının tırmanması ile birlikte AKP Hükümetinin de Ağustos ayını bekleyecek zamanı kalmadı. Önümüzdeki dönemde TSK içinde ciddi bir Cemaat tasfiyesi beklenmeli. Çünkü tırmanan terörü dizginlemenin yolu buradan geçiyor.” Deniliyordu. (8)

Birçok gazeteci ve köşe yazarı gibi, 02.04.2016 tarihinde yazar Fuat Uygur, 28.05.2015 tarihinde Arslan Bulut, benzer içerikli yazılar yazıyor, darbe ihtimali konusunda bir anlamda iktidarı uyarıyordu.

Bunca gazeteci ve yazarın darbe konusunu dillendirmesine rağmen, MİT teşkilatının yerinde saydığını, iktidarın bu ihtimali düşünmediğini, çalışmada bulunmadığını veya böyle bir sonucu bekleyerek hazırlık yapmadığını söylemek saflık olur.

Bunların içerisinde en ilgi çekeni, 03 Nisan 2016 tarihli Can Ataklı’nın yazısıydı. Ataklı, sayı vererek, “2016 Yüksek Askeri Şüra (YAŞ) toplantısının gelmiş geçmiş en büyük tasfiye toplantısı olacağını, 800 civarında subayın tasfiye edileceğini, bunu Erdoğan’ın dillendirdiğini yazıyordu.” (9)

YAŞ toplantısı her yıl Ağustos ayının ilk haftası toplanıyor. YAŞ’a hazırlık dosyaları her kuvvet komutanlığında haziran ayında şekilleniyor. Daha sonra planlamalara ilişkin siyasi otorite olan hükümet bilgilendiriliyor. AKP hükümetlerinin de YAŞ toplantıları öncesi çalışmalar yaptığı ve kendi çalışmasını Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarından gelen çalışmalarla kıyasladığı biliniyor.

TSK ile ilişik kesme işlemleri AKP döneminde değiştirilmişti. Daha önce ilişiği kesilecek personel için ilgili komutanlıklarda hazırlanan dosyalar önce Genelkurmay’a iletiliyor, burada yapılan son incelemenin ardından YAŞ’a sunuluyordu. Artık söz konusu personelin durumu Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde oluşturulan yüksek disiplin kurullarında inceleniyor. Daha sonra personelin kurumla ilişkisinin kesilip kesilmeyeceğine karar veriliyordu.

Medya da gazeteci ve yazarların, darbe konusundaki uyarılarına eklenen, Cumhurbaşkanının dillendirdiği iddia edilen 800 civarında personelin YAŞ toplantısında ilişiğinin kesileceği, 15 Temmuz darbesinin fitiliydi!

Darbe sonrası 27 Temmuz 2016 tarihli Genel Kurmay açıklamasına göre, darbeye 8.651 personel katılmıştı. (10)

Dolayısı ile Can Ataklının verdiği rakam çok azdı. Bu iktidarın basın kanalıyla sızdırmak istediği bir haberdi. Böylece, aslında sayılarını ve kim olduklarını bilmedikleri eski ortaklarının Silahlı Kuvvetlerdeki personeline, “sizi ordudan atacağız” mesajı gönderiliyor ve karşılığında onların ne yapacakları, gerek MİT gerekse ordu içerisinde çok güvendikleri subaylar tarafından takip ediliyorlardı.

Fitil ateşlenmiş, takip başlanmıştı.

YAŞ toplantısında kendilerinin bitirileceğine inanan cemaat mensubu subaylar ve iktidara muhalif olan diğer kesimler ortaklaşa planlamalar içerisine girdiler. Bu çalışmalar özenle MİT ve güvenilir askeri kaynaklarca takip edildi. İçlerine güvenilir subaylar eklendi. Casuslar koyuldu.

Böylece, önlerindeki YAŞ toplantısında her şeyin biteceğini düşünen cemaat mensupları 15 Temmuz gecesi saat 03.00’da yapmayı kararlaştırdı.

Başta İstanbul birinci ordu komutanı olmak üzere, darbecilerin içerisine yerleştirilen subaylar bir taraftan onlarla birlikte davranıyor diğer taraftan iktidara bilgi verip, darbe günü yapılması gerekenleri planlıyorlardı.

Çalışmalar olgunlaşıp darbe günü, saati ve yapılacak işlemler netleştikten sonra, bütün bilgileri alan iktidara, bunu nasıl etkisiz hale getiririz formülünü bulmak kaldı.

Darbenin komuta kademesi belliydi. Onlar adreslerinden alınacaktı. Geriye darbeye erken doğum yaptırmak, isimleri bilinmeyen diğer subay ve yönetim kademesini şaşırtıp, ne yapacaklarını bilemez duruma getirmek kalmıştı.

Erken doğumu yaptırmak, birinci ordu komutanlığına verildi.

Darbe saatinden 5 saat önce, saat akşam 10 sularında bir gurup askeri birliği boğaz köprüsü ve Atatürk hava limanına göndererek erken doğum yapıldı/yaptırıldı. Birinci ordu komutanlığı görevini yapmış, darbeyi erken doğuma zorlamış, böylece diğer kademeler ne yapılacağını şaşırarak darbe etkisiz hale getirilmişti. Her ne kadar bizler darbenin üst düzey subaylarının sonradan yakalandığını öğrendiysek de, ihtimalen onlar da daha önce yakalanmış/etkisiz hale getirilmiş, darbenin yönetim kademesindeki koordinasyon koparılmıştı.

Boğazda yapılan düğün ve düğüne katılan üst düzey subaylar!, Genel Kurmay Başkanının darbeciler tarafından götürülmesi gibi henüz açığa çıkmamış bir çok konu var.

Bizler, erken doğum sonrasını izledik!

Henüz cevaplanmamış, darbenin tamamıyla aydınlatılması için cevap bekleyen sorular, zihnimizin bir kenarında bekliyor.

 Darbe girişiminin ertesi günü, darbeyi yapan Silahlı Kuvvetler olmasına rağmen, 2.745 hakim ve savcının görevden alınmasındaki sorular duruyor!

2.745 Hakim ve Savcının incelenip liste haline getirilmesi, her biri için 1 dakika harcansa ve kesintisiz çalışılsa bile 46 saatlik bir çalışma gerektirir. Dolayısı ile bu liste çok önceden hazırlandığı ortaya çıkıyor. Listedeki adreslerin iki yıl önceye ait olduğu da söylentiler arasındaydı.

Sadece bu liste bile, iktidarın darbeden çok önceleri haberdar olduğunu ve hazırlık yaptığını gösteriyor.

Zihnimizdeki açıklama bekleyen sorular baki kalmak kaydıyla, birkaç soru hakkımızı daha kullanmak istiyorum

İçeriğine bir türlü ulaşılamayan ama 4.8.2016 tarihli Anayasa Mahkemesi kararında bir paragraf olarak geçen, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, 6.6.2016 tarihli (darbeden 39 gün önce) paralel devlet yapılanmasıyla ilgili çok önemli bulgularını içeren iddianamesinde, Cemaatin yapmak istediklerinin ciddiyeti üzerine durulmasına rağmen, iktidar ve yetkililer neden önlem almadı? (11)

Madem darbe çok önceden biliniyordu, madem tüm hazırlıklar yapılmıştı, neden insanlar sokağa dökülerek ölmelerine/öldürülmelerine göz yumuldu?

Neden gerçekler açıklanmıyor?

__________________________________________

1.http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-ilk-aciklama/referandum/sondakika/12.09.2010/1288172/default.htm

2.http://www.sabah.com.tr/gundem/2012/06/15/erdogan-bu-hasret-artik-bitsin

http://t24.com.tr/haber/7-subatta-gul-hakan-fidana-ifade-ver-dedi-erdogan-gitme-dedi,251631

3.http://www.sabah.com.tr/gundem/2013/11/21/basbakandan-ilk-dershane-aciklamasi-kararliyiz

4.http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/hukuk/151802/ergenekon-saniklari-neden-tahliye-edildi.html

5.http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/81635/Erdogan_dan_bir_buyuk_celiski_daha_.html

6.http://odatv.com/aldatildik-1903151200.html

7.http://www.haberrevizyon.com/2014/11/10/fethullah-gulen-henuz-ordu-icindeki-gucunu-devreye-sokmadi/

8.http://odatv.com/cemaatin-tek-kurtulusu-darbe-0803161200.html

9.http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/800-subay-ve-astsubay-topun-agzinda-1165742/

10.http://www.ntv.com.tr/turkiye/tsk-darbe-girisimine-katilan-personel-sayisini-acikladi,ns92udU75k2vw-1OlEK4gQ

11.http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/717f7c20-b696-4379-84f6-dfb568f8844a?excludeGerekce=False&wordsOnly=False