Sahte bir özgürlük ambiyansıyla iğdiş ettiğimiz demokrasiden vazgeçip, pervasızca tahakkümü seçmiştik ya!

T(ekerrür) C(umhuriyeti)nin şiddet tekelini ceberut bir biçimde kullanan tek kişilik hükümetinin! toplumun ortak çıkarlarına aykırı olarak tiranlığa (d)evrildiği ve K(anunsuz) H(ükümlerin) K(ol gezdiği) ve peşi sıra iktidar ve goygoycularının galebe çaldıklarından emin, dehşetengiz “sivil ölüm” naraları attıkları, hem ölümü kutsayıp hem “gömme hakkını” bile hiçe saydığı şu günlerde, bazı mahfillerde çok ses getiren ve yeniden farkındalık yarattığına inandığım bir çıkış yaşadık…

Bazısı iyi, bazıları kötü ve birileri hiçbir şeyin farkında bile değilken, 1nebze de olsa can suyu içtik. Ve kendi meşrebimizden yorumladık…

Maktulün de katilin de sahih adlarını biz bilirdik!

Hem mazlum hem zalimdik, hem kurban hem de katildik!

En acımasız olanımız da en merhamete ihtiyacı olanımız da, biz’dik!

#OHALde!

Herkese ait ve hiç kimseye ait olmayan soyut bireysel olaylarla yüzleşmeler müşahhas sonuçlar yaratabilir mi, sizce?

Ya da; “Ba’de harabü’l-Basra!” mı demeliydik, görünce?

Yeter kardeşim! Okumaktan soğuttun, sıdkımız sıyrıldı, zaten yazıların bulmaca, dilin bilmece; bu yazıdan da bir hayır çıkmaz bizce…

Peki tamam; siz tek biz hepimiz, öyleyse!

Kimden veya neden bahsettiğime gelince;

Fransa’da görevini halefi Macron’a devreden cumhurbaşkanı Hollande’ın veda konuşmasını kader midir hasbelkader midir izledikten, Willy Brandt’ı düşündükten ve Hasan Cemal’e öykündükten sonra, “Kendi Ermeni meselesini” kaleme almış; Trabzon “Sopalı Mutasarrıf”ı Cemal Azmi’nin torunu Aydın Selcen ve “….kendi adıma Ermenilerin soykırım acısını paylaşıyorum” diye bitirmiş.

11.11.2014 tarihli Radikal Blog’taki “İslam’da 99; 100’den büyüktür…” yazımda 100.yıl ve 100leşme adına çağrıda bulunmuştum ben de;

“Kendi filminin figüranı, ötekileştirdiklerine cehennem azabı ve araftakileriz! Ya.

En makbulümüzün maktul olanımız olduğunu unuturuz!

İşimize gelir.

Kadere ve kazaya iman eder gibi iman ederiz, tarihe!

Ve tarihin ironisidir aslında; “Bu ülkede Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler de öldüklerini ispata çalışırlar” mottosu.

Neresinde konumlandığımıza göre değişen failleriyiz aslında tarihin.

Ama unutmamalı; tarihin de Münker ve Nekirleri olduğu.

Ve vereceğimiz yanıtlara göre belirlenecek; cennetimiz veya cehennemimiz.

Failin söyleminin hegemonyası altında kötülüğün sıradanlaştığı bir ortamda, barışmanın erdemini sahiplenmek ve anlatabilmek.

Doğru bildiklerinin aslında yanlış olduğunu ve imgelerin anlamsızlaştığı ve yüzleşmenin ötesinde sağlıklı unutabilmek olanları. Yani rehabilite olmak karşılıklı, mümkün mü?

Ama birilerini veya kendimizi tatmin aracı olarak kullanmanın ötesinde, acıları araçsallaştırmadan ya da tokuşturma ve yarıştırma ayinlerine teslim olmadan. İçselleştirebilmek!

Uçurum ne denli derinse yüzleşmenin de o derece yakıcı ve de yıkıcı olduğunu unutmadan!

“Hayat bazen farkına varılmadan yaşananlarla anlam kazanır” der bize pandispanya sunarken, Mario Levi. (Size Pandispanya Yaptım)

Ve tarihin failleridir aslında yaşadığımız hayatlar.

İçeriksiz hale getirip, içini boşaltıp, soyutladıktan sonra yeniden kurgulanan ve belki de farkına varılmadan yaşanılanlarla anlam bulurken hayat, evet failidir aynı zaman da tarihin.

An, mekan ve eylem bütünselliği içinde; opozitidir kendi kendinin.

Bazılarımız cehennemdedir!

Enver, Talat ve Cemal Paşalar gibi. İktidar erkini elinde tutan 3.Ordu Komutanı Mahmud Kâmil Paşa gibi; çeteciler İTC Merkez Komite üyeleri Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım gibi; tetikçiler Yakup Cemil ve Deli Halit gibi ve uygulayıcılar Diyarbakır Valisi Mehmet Reşit ve Malatya Müftüsü Sağırzâde ve Trabzon “Sopalı Mutasarrıf”ı Cemal Azmi gibi…

Bazılarıysa yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip olanlarımızdır. Kimi zaman “Ben valiyim, eşkıya değil” diyen Ankara Valisi Mazhar Bey’dir, kimi zaman Kastamonu Valisi Reşat Bey, bazen Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali’dir, bazen “gâvurları koruduğu” için öldürülen Malatya Belediye Başkanı Azizoğlu Mustafa Ağa’dır ve bazen de tehcir emirlerini uygulamayı reddettikleri için öldürülen Basra Valisi Ferit Bey ve Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey’dir…

Ve aslında her birinden birer parça vardır bugün yaşayanlarımızda.

Araftakilerizdir, bizler!

Ruh hali güvercin tedirginliğinde olanlara bile sahip çıkamamışızdır.

Hatırlayan kaldı mı?

Bakın ne demişti 23 Nisan 2014’te dönemin Başbakanı Erdoğan, Başbakanlık resmi internet sitesinde yayınlanan açıklamasında; “Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi, Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.”

1915’e ad ver(eme)me üzerine dalyaya bir kala gelinen nokta; evet milattır! İnkar ve reddiye üzerine inşa edilen cumhuriyette.

Farkındalık dile yansımıştır bir kere!

Toplumsal bellekte yer alan “sakladık-kurtardık” mit’inin ve Ermeni Soykırımı’yla ilgili “inkar habitusu”nun sonuna gelinmiştir.

Dönüşü yoktur!

Kırılan ve nar taneleri gibi ezilenlerin “alikobenisidir” artık “99”.

Geride bırakılmalıdır!

Ve beklenmemelidir; “duru bir suya bakabilmek” için yeni yüzyıllar!”

24 Nisan 2015, tam da geçmiş müsveddeleri temize çekmenin zamanıydı, sağalmak adına…

Olmadı, yapamadık!

“Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundalar! Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla” demişti ya Ahparig Hrant; Türklüğe hakaret suçlamasıyla yargılanmasına yol açan 23 Ocak 2004 tarihli Agos’taki yazısında…

Kötülüğün çok da sıradanlaştığı coğrafyamızda, paranoyalarımızı, birer birer yüzümüze vuruyor; iman ettiğimiz ve sırla kaplı gerçeklerin yansıması olan, tarih…

Önünde sonunda kaçınılmaz sonumuz oluyor, faili olduğumuz gerçekler; sırları dökülen aynayla yüzleştikçe…

“Eylemin kendisinden korkmayan sözünden hiç korkmaz” dedirtir Kral Oidipus’a Sofokles!

Kıssadan hisse!

Canavar devletin yardakçıları, sizler yaptıklarınızla iftihar ede durun… “Biz” de ihtar ediyoruz!

Sözümüzü esirgemeyeceğiz!

Bundan kelli gâvura gâvur da demeyeceğiz, papazı da dövdürtmeyeceğiz!

Bu ülkede Kürtler yaşadıklarını Ermeniler öldüklerini ispata çalışır ya; EM HEMU HRANTIN, MENK POLORYS HAY ENK! diyoruz hep birlikte…

Korku bulaşıcıdır ama cesaret daha bulaşıcıdır, işte…