T.C.’nin kurucusu antidemokratik burjuva diktatörü Mustafa Kemal, ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ demişti. Lakin Osmanlı döneminde olduğu gibi T.C. tarihinde de bu deyim hep iktidarların pratiğinde ‘yurtta savaş, cihanda savaş’ olarak uygulandı. Cumhuriyetin Mustafa Kemal’li yıllarında Kürtlere yönelik katliamlar, Dersim Katliamı, dış politikada da Mussolini ve Hitler yakınlığıyla taçlandırıldı. İnönü’nün tek parti dikta döneminde de dış politikada faşizme karşı uluslararası birleşik cephede yer alınmadı. Tarafsızlık adına Hitler cephesine göz kırpıldı. Menderes döneminin ilk yıllarında A.B.D uşaklığı yapılarak Kore Savaşı’nda tetikçilik yapıldı. İlerleyen yıllarda yine Cezayir halkının bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin karşısında yer alınarak Fransa sömürgeciliği desteklendi. A.B.D.-Vietnam Savaşı’nda da Vietnam halklarına karşı A.B.D. emperyalizminin uşaklığı yapıldı. Aynı yıllarda yurt içinde de azınlıklara, Kürt halkına, emekçi sınıflara karşı despotik politikalar, daha da ötesi OHAL’ler, sıkıyönetimler dayatıldı.

Ülkelerin iç politikası ile dış politikası esas itibarıyla paraleldir. Dış politika, iç politikanın yansımasıdır. T.C. tarihinde Osmanlı tarihinde olduğu gibi hiçbir zaman gerçek anlamda bir barış iktidarı, bir barış süreci olmamıştır. Filistin halkının ilk özgürlük mücadeleleri döneminde de henüz El Fetih ve Filistin Kurtuluş Cephesi uzlaşmacı bir niteliğe dönüşmemişken, T.C. iktidarları İsrail’in yanında saf tutmuş, Filistin halkının karşısında yer almıştır. B.M.’de yapılan tüm oylamalarda T.C. temsilcileri iktidarların emriyle halkların karşısındaki politikalara destek oyu vermişlerdir.

Bugün izlenen politikalar, geldiğimiz nokta asla şaşırtıcı değildir. Üçüncü sınıf Enver Paşa’lardan, Talat’lardan, Cemal’lerden oluşan AKP iktidarı Rojova Kantonları’nın birleşmesinden korkmakta, Kürtlerin özgürlük mücadelesini boğmaya çalışmaktadır. Azez’e yönelik saldırılar, esasında IŞİD destekçiliğinin, EL Nusra destekçiliğinin açık bir boyutudur. Enver ve Talat taklitçileri ülke içinde insanlığa karşı suç işleyerek 50 civarında çocuğu, 300’ü aşkın sivili katlederek nasıl iç savaş provası yapıyorlarsa, Azez’e saldırarak da geleneksel T.C. politikasını ‘yurtta savaş, cihanda savaş’ politikasını yaşama geçirtiyorlar. AKP iktidarı 2003 Mart’ında beceremediği savaş tezkeresini bugün mecliste tezkereye de gerek görmeden fiilen uygulamaya sokuyor.

John Keegan Savaş Sanatı Tarihi kitabında, Purusyalı bir subay olan Clausewitz’in On War (Savaş Üstüne) adlı eserinden alıntı yapar, Clausewitz’in ünlü sözüne vurgu yapar; Clausewitz’e göre savaş, ‘politik temasların, diğer araçların karışmasıyla oluşan devamıdır.’ yani Clausewitz savaşı politikanın uzantısı olarak değerlendirir. Kuşkusuz Clausewitz bu tanımı yaparken bir gerçeği ifade etmiş ama ne var ki savaşın karanlık, kirli ve çirkin niteliklerine değinmemişti. Gerçi Clausewitz dahi en tanınmış yazılarından birine “eğer uygar insanların savaşları o vahşilerinkinden daha az zalimce ve daha az zarar verici olsaydı” diye yakınmayla başlamıştı.

Bugün AKP iktidarı ülke içinde temel hak ve özgürlüklere karşı Kürt halkına, yoksullara, emekçilere, ekolojik değerlere, estetik sosyal varlıklara karşı savaş politikası yürütüyor. Ortadoğu’da da Kürt halkına ve esas itibariyle tüm halkların çıkarlarına karşı savaş politikası izliyor. İsrail’le uzlaşması ve diz çökmesi nedensiz değil.

IŞİD’ci, El Nusra’cı politikaların adını milli politika diye yutturmaya çalışan AKP, CHP içinden de ‘milli muhalefet’ini Deniz Baykal vasıtasıyla bulmuş oldu. 80 öncesi 70’li yıllarda, Ecevit hükümetinde genç bakanlık yıllarında CHP’nin sol kanadı gibi servis edilen Deniz Baykal, hep faşizan politikaların takipçisi ve uygulayıcısı oldu. Bugün pervasız bir şekilde AKP iktidarının Azez’e, YPG’ye saldırısını onaylıyor. Ve “Halep Sünni İslam şehridir, öyle kalmalıdır.” diyor, şoven dış politikanın uygulayıcısı Enver, Talat hayranı Davutoğlu da Baykal’ı tebrik ediyor. Davutoğlu’nun 1924-25’lerdeki Kürtleri tenkil-tebdil-asimile Şark Islahat Paketi’nin yeni bir versiyonu olan 10 maddelik programını da Kılıçdaroğlu tasvip ederek ‘AKP bizim söylediğimiz noktaya geldi’ diye AKP’yle temel sorunlarda farklı olmadığını gösteriyor. Söylediği nokta; Kürt sorununun çözümünde Kandil’in ve İmralı’nın muhatap alınmaması noktası. Aslında CHP yönetimiyle, Baykal ekibiyle tam da AKP’nin özlediği ‘milli muhalefet’.

‘Yurtta savaş, cihanda savaş’ mantığıyla Enver, Talat, Cemal takipçileri Türkiye’yi bir Suriye savaşına itekliyorlar. Kürtlerin özgürlük mücadelesini engellemek, IŞİD, El Nusra ve sözde ılımlı Müslüman denen, aslında radikal dinci olan güçleri desteklemek için. Bu yol çıkmaz bir yoldur. Bu yolun çıkmaz yol olduğunu görmek için tarihe bakmak gerekir. Tüm diktatörlükler kendi zulüm ve yolsuzluklarının üstünü örtmek için hep dış politikada bela yaratmışlar ve o belanın duvarına çarparak kendileri de tarihin çöplüğüne karışmışlardır. Örnek çok; Büyük Turan hayaliyle tutuşan İttihat Terakkiciler, Yunan Cuntası, Arjantin Cuntası, yakın geçmişte Saddam örneği. Tüm bu diktatörlükler, içteki rezaletleri unutturmak için dışta savaş çıkartmaya çalışarak yok olup gitmişlerdir.

Halkların özgürlük mücadelesi bu kirli oyunları er geç bozacaktır.