Klasik finans teorisinde ve derslerinde devlet borçlanma kağıtlarına (bono ve tahvil), devletlerin batma riski sıfır olduğundan, risk düzeylerinin sıfır oldukları varsayımıyla yaklaşıldı hep. Ancak Yunanistan kriziyle bu varsayım, yeniden gözden geçirilme ihtiyacıyla karşı karşıya.

Peki Yunanistan bu duruma nasıl geldi?

Yüzeyde görünen ve anaakım iktisatçılarca öne çıkarılan, iki husus var: Birincisi, bunun bir Euro krizi olduğu, ikincisi de kamu bütçesi krizi olduğu.

İki yaklaşım da yüzeysel. Zira her ikisi de semptomları (belirtileri) sebep olarak göstermekle yanılıyor.

Oysa Euro’nun kendisi bizatihi kriz yaratmıyor. Euro-bölgesi içinde yapısal ekonomik yakınsamanın (convergence) gerçekleşmemiş ve ortak para politikasına rağmen ortak mali politikanın ve ortak emek piyasası politikalarının devreye sokulmamış olmasıdır, krizin arkasındaki sebep.

Bu çerçevede Euro ile ilgili sorun, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı eski Baş iktisatçısı Heiner Flassbeck’in vurguladığı; Almanya’nın Euro’ya geçişten sonra maaşları baskı altına alarak Euro-bölgesi içinde „içsel devalüsyonu“ devreye sokarak, Euro-bölgesi içinde ticaret dengesizlikleri yaratıp, kendisi ticaret fazlası verirken, „birim emek maliyetleri“ Almanya’ya göre çok daha hızlı artan Güney Avrupa ülkelerinin ticaret açığına maruz kalıp, fazla veren ülkelerden borçlanmaya maruz kalmaları, Euro-krizinin baş etkenidir. (Data için bkz: robert-schuman.eu/images)

Kamu bütçesine gelinecek olursa da, sorun kamu harcama kalemlerinin kompozisyonundan ziyade kamu gelirleri kompozisyonundan ileri geliyor.

İddia edildiği gibi emekli nüfus yoğunluğu ve kamusal emeklilik fonları vd. Sosyal transferlar bakımından krizi tetikleyecek düzeyde bir ayrışma, Yunanistan için sözkonusu değil.

(Data için bkz: ec.europa.eu/eurostat/statistics)

Krizden görece başarıyla çıkan Almanya’nın, 64 yaş üstü bağımlı nüfusun oranı (dependency rate +64), OECD rakamlarına göre Yunanistan’dan daha fazla. Keza Yunanistan’ın sosyal harcamaları içinde emeklilik ödemeleri oranı Almanya’nınkinden 2009 yılında sadece 1.5% kadar fazla. 2011’de ise bu fark 3% ‘e cikmiş.

Dolayısıyla anaakım iktisatçıların kemer sıkma politikaları çerçevesinde öneri olarak savundukları emeklilik harcamalarını kısmanın ve KDV gelirlerini artırmanın pek bir geçerliliği yok. Zira aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere, Yunanistan için KDV gelirleri düşük değil ve büyük bir sorun teşkil etmiyor. KDV gelirlerinin GSMH’ya oranı, Almanya’nın da üzerinde.

Oysa Yunanistan kamu bütçesi için asıl problem, Gelir Vergisi’nden elde edilen kamusal gelirin, GSMH içindeki payının düşüklüğü.

Bu farkı, kurumsal vergi veya bireysel gelir vergisi oranları farkıyla açıklayamıyoruz zira, Yunanistan’dan bireysel vergi oranları çok daha farklı olmayan Almanya ve kurumsal vergi oranı Yunanistan’dan daha düşük olan Danimarka için aynı sorun söz konusu değil.

Zira toplam vergi gelirlerinin GSMH’ya oranı noktasında Almanya ve Yunanistan arasında bir fark yok.

O halde Yunanistan kamu bütçesi için asıl sorun ve diğer ülkelerden ayrıştırıp krizi daha derinden yaşatan faktörün, vergi gelirleri içinde direkt gelir vergisi gelirlerinin düşük olup, KDV gibi dolaylı vergi gelirlerinin yüksek olması olduğunu öne sürebiliriz.

Çünkü vergi gelirlerinin daha çok dolaylı vergilere dayanması, dolaylı vergiler, tanım gereği daha çok orta ve alt sınıfların sırtına bindiğinden, hem toplam talebi kısıtlayıcı etkisi daha yüksek, hem de gelir dağılımı adaletini zedeleyici etkiye sahip. Toplam talebi kısıtlaması, orta ve alt sınıfların harcama eğilimlerinin, üst sınıfların harcama eğilimlerine göre yüksek olmasından ileri gelir.

Vergi gelirleri kompozisyonundaki farkın, altında yatan temel sebebin ise, üretilen katma değerin sektörel kompozisyondan ileri geldiğini öne sürmek mümkün. Sanayi sektöründe üretilen katma değeri hizmet sektörü (toptan ve perakende satış, hotel, lojistik, restaruant vs) içinde üretilen katma değere böldüğümüzde edinilen sonuç, Yunanistan’ın hem Euro-bölgesi ortalamasından hem de Almanya’dan ciddi bir biçimde ayrıştığını gösteriyor.

Sanayi sektöründe nispeten daha düşük katma değer üretilmesi, Yunanistan ekonomisini sanayi ürünleri gibi fiyatı yüksek ürünlerin ithalatına daha da bağımlı kılarken;, bireysel ve kurumsal gelir düzeylerini de baskı altına alıp, hem vergi gelirlerini „dolaylı vergi“ temelli kılmakta, hem de borç servisini (borçların geri ödenmesini) zorlaştırmaktadır.

Hizmet sektörü ürünleri genelde yüksek derecede ihraç edilemez cinsten ürünler olduğundan ve ihraç edilip gelir yaratacak katma değeri yüksek sanayi ürünleri üretilmediğinden, Yunanistan ekonomisi bir borç sarmalının içine düşmüştür.

Sarmaldan çıkışın, katma değer ve istihdam üreten sanayi ürünlerine yönelik kamusal yatırımlar olduğunu bir sonraki yazıda tartışacağız.

***

Not 1: Her krize, „aha kapitalizmin krizi!“ diye atlayan Marksistler gene yanılıyor. Kapitalizmi tarih sahnesine çıkartıp var eden „faiz“dir. Yani kapitalizm bir „borç ekonomisi“dir. Ne zaman ki, faiz tekrar toplumsal düzeyde gayri-meşru olur ve terk edilir, kapitalizm o zaman krize girer ve yıkılır.

Not 2: Krizi, sıcak iklim dolayısıyla Yunan halkının tembelliğine bağlayanlar da yanılıyor. Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Macaristan, Slovakya, Letonya, Polonya gibi soğuk çoğrafya ülkelerinde emeğin verimlilik oranı (=GSMH/kişi başı çalışılan saat) Yunanistan‘dan düşük.